- 2719 Okunma
- 17 Yorum
- 7 Beğeni
Madam Porfori ve ateş karıncaları
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Allah’ın belası Doktor Dark Lensör’ün akıl hastanesinden bir biçimde kurtulup kendimi dışarıya attım. Kaç aydır tenimi kertenkele derisi gibi soyup üstümde bir sürü şeyler denedi. Vücuduma çeşitli şekiller çizip sildi. Beni uyutmak, kafasına göre uyandırmak için elindeki bütün ilaçları kullandı. Gördüğüm şeylerin bir hayal ürünü olduğunu anlatıp durdu. Ona göre ben çeşitli aynaların içinde dolanıyorum.
Oysa durum böyle değildi. Normal olan bendim. Doktor koloni sürüsünün bir üyesiydi. Sürekli peşimde dolaşıp beni içten içe oymaya çalışan Wolwiks’in ateş karıncasıydı. En son sesini duyduğumda uyuma numarasına yattım. Hemşireye bağırıp çağırıyordu.
‘’ Geri zekâlı kadın, hastanın avucundaki kırık ilaç şişesini görmedin mi? Avucu kanamış. Şimdi elini çabuk tut, ilacın dozunu ayarla, uyandığında bana haber ver…’’
Odadan çıkmadan önce parmaklarıyla sol gözümü yırtarcasına açıp iyi olup olmadığıma baktı. Gözbebeklerinde tuhaf şeyler gördüm. Sanki içime akıp oraya yerleşmek istiyordu. Diğer eliyle çenemi yakalayıp başımı hafifçe sarsarak benimle konuştu.
‘’Madam Porfori, Madam Porfori uyanın artık.’’
Hiç sesimi çıkarmadım. Odayı terk etmişti. Hemşire ile baş başa kaldım. Tam üzerime eğilip koluma iğne yapacağı sırada saçlarını yakalayıp onu şah damarından sıkıca ısırdım.
Sanırım bayıldı…
Bütün bu yaşadıklarım yüzünden düşüncelerim alt üst olmuştu. Bir an önce bu hastane havasından koşmak uzaklaşmak istedim. Bulunduğum odanın kapısını açarak etrafı kontrol ettim. Uygun bir anda koridora fırladım. Asansörde yakalanma korkusu ağır bastığı için binanın arka kısmında bulunan yangın merdivenine yöneldim. Öyle çok korkuyordum ki basamakları üçer atlayıp hastane atmosferinden uzaklaştım…
Eski kasaba yoluna çıktığımda üzerimdeki elbise yırtılmıştı. Uzun belirsiz yol çizgilerine baktım. Kesik kesik şeritler...
Hava kararmak üzereydi. Ötede beride duran evlerin olmayan ışıklarını aradım. Aklıma yaşadığım ev geldi.Oraya gitme konusunda hiç istekli değildim. Bay Wolwiks’in beni bulacağını bilme hissi delirmem için yeterli neden sayılırdı. Başımı arkaya çevirip birisinin beni takip edip etmediğini kontrol ettim. Kimseler yoktu. Rahat bir nefes alarak yol kenarlarında bulunan yarı karanlık ağaçlara baktım. Ne kadar korkunç görünüyorlar, sanki ben onlara değil de onlar bana doğru yaklaşıyordu. Ayaklarımın yanında duran valizi alarak o yöne doğru yürümeye başladım.
Çalılıklar ve dikenler ayağımı kanattı. Fena acıyordum. Doktorun bana yaptığı işkenceleri düşününce bunu önemsemedim. Yavaş yavaş ilerledim. Bir süre sonra fundalıkların arasına yansıyan ışık huzmesi gördüm. Nihayet sığınabileceğim bir yer bulma sevinciyle adımlarımı hızlandırdım. Evin kapısına yaklaştığımda elindeki feneri durmadan döndüren bir adamla karşılaştım. Birden onun Wolwiks olacağını düşünerek gerisin geriye koşmaya başladım.
Biri beni belimden yakaladı. Yere yığıldım.
Kendime geldiğimde odanın içi sıcaktı. Dinlendiğimi hissettim. Yarı aralık gözlerimle çevreye bakındım. Odanın duvarları kırmızı boyalı, perdeler siyah ve şöminenin üstünde duvara asılmış ceylan kafası vardı.
Ceylanın gözlerine uzun uzun baktım… Yol çizgisinin ötesindeydi. Bir anda geçmişte bazı şeyleri hatırladım.
***
Allahtan terk edilen bebekler için sokaklara yerleştirilen posta kutuları vardı da bu sayede biri bana elini uzatmıştı. Metal kutuların saniye - saniye çaldığı alarm benim yaşamamı sağlamıştı.
Nova benim için pencere aralığından süzülen bir müzik kutusunun uzun parmaklarıydı. Aynı zamanda parlak ve en acı veren. Arada kaybolmalarına üzülsem de onunla çok güzel günler geçirdim. Bütün sıcaklığını ortaya koyarak bana anne olmuştu. En sevdiğim anlar onunla evin yakınındaki nehirde balık tutmaktı. Bunu çok seviyordum. Bazen elimdeki oltayı bırakıp ona bakıyordum. Yer yer kollarında çürük izleri olurdu. Buna üzülüyordum ve hissediyordu. ‘’ Bir şey yok Porfori, merdivenlerden düştüm hepsi bu’ ’diyerek gülümsemesine devam ediyordu.
Bir gün onu nehre yakın yol kenarında bekledim. Eve doğru yaklaşıyordu. Arkasında yürüyen beş-altı adam vardı. Nova’nın adımları hızlı ve tedirgindi. Yönünü değiştirip nehir yoluna saptı. Oturduğum yerden koşarak ben de nehrin biraz aşağısına gittim. Sazlıkların arasına saklandım. Çürümüş koyu sazlıklar. Orada suyun içinden yukarıya bakmaya başladım. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bağırma seslerinden sonra birkaç el silah sesi duydum. Adamlar Nova’yı öldürüp nehre yuvarladı. Korkudan ve dehşetten gözlerim açılmıştı. Vücudumu binlerce karınca ordusunun iğneleri işgal etmiş gibi titremeye başladım. Beynim uyuşmuş gibiydi. Bana yaklaşan şeyi algılamaya çalışıyordum. Nova kanlı elbisesiyle akıntıya kapılmış yanımdan geçiyordu. Açık duran gözlerine baktım. Sanki o da bana bakıyordu. Nefesimi ağzına üflemek için çok çırpındım.
Kollarımın arasından suyun derinliğinde kaybolup gitti. Ben de onunla kaybolmuştum…
***
Odanın içinde yankılanan ses irkilmeme neden oldu.
‘’ Korkmayın bayan, benimle güvendesiniz…’’
Yattığım yerden doğruldum. Karşımdakinin yüzünün şeklini çok iyi göremedim. Şömineden yayılan ışık odanın çok az kısmını aydınlatıyordu. Zoraki hırıltılı bir ses döküldü dudaklarımdan.
‘’ Ba -bayım, acaba ışığı yakabilir misiniz?’’
‘’ Bunu çok isterdim ama bu civarda çıkan fırtınadan dolayı bütün elektrik direkleri devrildi. Elimdeki fenerle idare ediyorum. İstediğiniz an onu buraya getiririm sorun değil.’’
Adamın sesi oldukça güzel ve güven vericiydi. Nedense gözlerinin içinin de güldüğünü düşündüm.
Bundan tedirgin olmuştum.
Ne zaman gözleri gülen birini görsem, mart ve nisan aylarında erik ağaçlarıyla süslenmiş avlular gelir aklıma. Beyaz çiçeklere bezenmiş o güzel avlu kapıları açılır ve oradan gemiler süzülür içeriye. Bir süre sizinle oyalanırlar ve tam gemiye binip onlarla gitmeye hazırlanmışken aniden erik ağacının sert çekirdeğiyle karşılaşırsınız, o gemiler sizi ters çevirip çekilip giderler hayatınızdan…
Kapı tıkırtısıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Adam elindeki feneri yüzüme yaklaştırdı.
‘’ Bayan, size çorba pişirdim, lütfen çekinmeyin, benim misafirimsiniz…’’
Adamın yüzüne boş boş anlamsız baktım. Odadan ne zaman çıktığının farkında bile değildim. Karşımda sakalları birbirine karışmış hoş bir adam duruyordu. Üzerimdeki elbiseyi değiştirip çorba içmek istedim.
‘’ Lütfen’’ dedim’’ valizimi alabilir miyim?’’…
Adamın gülümsemesi birden durdu.
‘’ Valiz mi? elinizde öyle bir şey yoktu. Belki yolda düşürmüş olabilirsiniz.’’
Çok şaşırmıştım. Kendime söylenmeye başladım.
‘’Bu imkânsız, yola çıkmadan önce kıyafetlerimi ütüleyip hazırladım. Nova ’ya da aldığım hediyeyi küçük bir pakete sarıp valize yerleştirdim…’’
Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. ‘’ Şapkam’’ dedim.’’ ördüğüm şapka da içindeydi…’’
Sakallı, omuzlarımdan tutarak kalkmama yardımcı oldu. Feneri masanın üzerine bırakıp odadan ayrıldı. Sanırım biraz yatışmıştım. Çorbayı içmeden önce bakışlarım kaşığın üstündeki sineğe takıldı. Ön ve arka ayaklarını bir güzel cilalıyordu. Sonra kalkışa geçmek için başındaki antenlere yön verdi. Burnumun ucunda birkaç tur attıktan sonra kapı aralığından süzülüp gitti. Gülme ve ağlama krizine yakalandım. Sonuçta neresi olursa olsun bir gitme özgürlüğü vardı.
Çorbayı büyük bir iştahla bitirdim. Birkaç dakika sonra midemde sancılar başladı. Sanki içime küçük toplu iğneler saplanıyordu. Olduğum yerde kıvrandım. Kanepenin üstüne uzanmak istedim. Birkaç adım atmıştım ki yere yığıldım. Nefesim kesildi. Boğazımdaki damarlar ve dilim korkunç derecede şişti. Elimin üstündeki su kabarcıkları, derimdeki acılar çoğalıyordu. İçimde bir şeyler yürüdü. Göğsümde tonlarca ağırlık vardı.
Düştüğüm yerden sürünerek oda kapısına yöneldim. Güçlükle kapıyı arkaya iteleyip odadan çıktım. Kimse yoktu. Alabildiğince bağırmak istediysem de bunu başaramadım. Koridor sonundaki merdivenlerden aşağıya yuvarlanarak başımı duvara çarptım. Alnım yarılmıştı. Elime kan bulaştı. Bayılır gibi oldum. Bütün gücümü toplayarak salona bakındım ve konsolun üzerinde duran feneri gördüm. Işığı alarak bahçeye çıkmak istedim. Belki sakallı beni görür ve yardım ederdi.
Güç de olsa konsola tutunarak ayağa kalktım. Tam alacağım sırada gözüm fenerin yanındaki bir fotoğrafa takıldı.
‘’ Nova’’ diye bir çığlık atmak istediysem de bunu yapamadım. Çığlık içimde patladı. Buradan kurtulmam imkansızdı.
Durduğum asfaltın laciverti siyah ile o kadar bütünleşmişti ki önümdeki karanlık yansımalar ile kendi gözbağımı düğümledim. Bunu yapmadan önce yanımdan geçen arabalara, patpatlara, bisikletli çocuklara bakamadım. Hijyenden yoksun yoğun koyu bir geçmiş…
Oldukça lekeli kokuyor hava değil mi? Sevişilen bir ufuk çizgisi ve söz edecek bulutları bile bulamıyorum…
Aysu
YORUMLAR
Ne söyliyeyim ki Lacim.Hayran kaldım.Hatta şu an da çocuklara sesli okuma yaptım.
Kızım soruyor ; Anne Nova öldürülmemiş miydi ...neden ona aldığı hediyeye ağlıyor ki...
Cevap : Yavruk Akıl hastanesinden kaçtı ya...normal değil mi sence...
Oğlum ; AAAA Sinekler aynısını yapıyorlar..ayaklarını birbirlerine sürtüyorlar ...sonra ığğğ sesi tabi kaşığa konmuştu ya hani :))
Çook güzeldi Aysum .Dikkatli izlenimciliğin kuvvetli bir şekilde yansıdığı anlatım dili, uslup, tema, merak uyandırma ...gerçekten bayıldım.Şiirde olduğu kadar nesirde de bu başarını perçinlemiş olman olağanüstü bir güzellik.Kalben tebrik ederim .Nicelerini okumak umuduyla.Selam ve en içten sevgilerimle.
Aynı Doktor Moro’nun adası ve odası...
Bifarkla; buradaki ada yarımada oda ise salon salamanje
Bilhassa akşam 21’den sonra zeytinyağlıyı kaçırmışsam bana da aynıları oluyor.
Bifarkla; benimki İndiana Cons da figüranlık sadece (arada dövüş sahnelerinde gözüküyom)
Söyliim, anlaşılamıyanlardansın
Bifarkla...
Şaka şaka değeri anlaşılamıyanlardansın :-)
Tebrikler hemşerime
Saygılar, selamlar
En güzeli, sürükleyici olanı:)
Gözlerimi kapatıp okumanın bir yolu olsa keşke. Yani biri okusa bu öyküyü ben dinlesem karanlıkta. Kalemsiz ellerim dokunsa gözlerimin ucuna, resimler... resimler... Çizip dursa, kocaman bir yalnızlıktan kurtulur gibi ufacık harflere sarılarak.
Hayal gücünüzü seviyorum ama ondan daha çok, anlatım tekniğinize hayranım.
Tebrikler Laci.
Ayşe Şasa nın Şizofreniyi anlattığı kitabı aklıma geldi.
Deli olduğumu ancak idrak edebildim. Yıllar sonra asıl akıllıların "yalan söyleyenler ile dalkavuklar" olduğunu öğrendim.
Tabi ki geç oldu.
Ölümden sonra tekrar dirilecek ve dünyaya gelecek olsam ,bana "Ne olarak dünyaya inmek istersin ?" deseler ...
Onu düşünüyorum.
Belgesellerde hayvanların samimiyeti doğallığı karşısında insanoğlunun ikiyüzlü çıkarcılığı ...
Hala düşünüyoooo...
Aklımın içindeki.
Selam ve saygı ile.
ben de diyordum bu lacivertdeli neden artık hiç öykü yazmaz oldu ;)
evet farklı bir kalemin var, deli bir ruh var öyküde ve hayalgücü.. e bu üçü de bir araya gelince gerçekten ortaya farklı bi şey çıkıyo. ki öykü gerçekten dağınık, ama bu yüzden de öyküdeki ana kahramanla birebir örtüşüyor. öyle ya kahramanımızın da kafası hayli karışık, yo yo pardon aslında o normal de işte.. etrafındakiler biraz farklı ha? :)
gayet düşsel bir öykü, gerçekle harmanlı ama hezeyansal işte(bu kelimeyi de ben uydurdum) ancak araya yazarın kendi derin dünyasından düşünceler katması ise bence yazıdaki en güzel nokta. örnek??
tabi ki , "Ne zaman gözleri gülen birini görsem, mart ve nisan aylarında erik ağaçlarıyla süslenmiş avlular gelir aklıma. Beyaz çiçeklere bezenmiş o güzel avlu kapıları açılır ve oradan gemiler süzülür içeriye. Bir süre sizinle oyalanırlar ve tam gemiye binip onlarla gitmeye hazırlanmışken aniden erik ağacının sert çekirdeğiyle karşılaşırsınız, o gemiler sizi ters çevirip çekilip giderler hayatınızdan…" bu kısımdan bahsediyorum ve aralara gizlenmiş bazı küçük noktalardan..
kısacası bence tam senin işindi. güzeldi. kutladım.