- 468 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Gök Dolusu Nefes
Rüzgara bırakıyorum yüzümü. O benden daha iyi bilir beni… Ne şekilde dokunacağını, hangi katılıkları savuracağını üzerinden, hangi yanlarını tatlı tatlı okşayacağını bilir… İyileştirir beni. Rüzgar dediysem öyle üşütenlerinden değil… Güneşe küsmemiş, pırıl pırıl bir mavilikten gelen o ilahi üfürüşten söz ediyorum ben.
“Nerden çıktı şimdi bu alışveriş?” diyorum. Söz vermeseydim keşke… Ama öyle tatlı baktı ki bana! Onu ilk tanıdığım o güne götürerek, kalbimin aynı yanına dokunup… “arkadaşım” mertebesine anında koymama neden olan o sıcaklığı uyandırarak orada. Bazı insanlar var, hiç yabancı olmuyorlar sanki. İlk kez görsen de, o tanıdık ışık hep aynı yoğunlukta parıldıyor yüzlerinde. Öylelerine bir ad bulmalı kesinlikle. Çünkü başlıbaşına ayrı bir grup oluşturuyorlar.
İşte o da o gruptan biri olarak tüm ricalarını emir telakki ettiğim insanların başını çekiyor yaşantımda. “Ah Betül, keşke bu kadar şirin olmasaydın!” diyorum. Ardından da anneanmenden yadigar o ritüeli yerine getirerek kulağımı çekip elimi sehpaya vuruyorum, “Aman aman sakın ciddiye alma beni. Ben razıyım bu rüzgardan vazgeçmeye. Yeter ki sen hep aynı kal... Işığından mahrum etme beni.” diyerek…
Dün ne kadar karanlıktı oysa! Betül yanımda olmadığı için mi? Yok canım, o kadar da değil artık. Onsuz da o pastanenin önünden, fırından yeni çıkmış poğaça kokularını içime çeke çeke inebiliyorum o sahile. Vapur düdükleri yine uzaklara çağırıyor beni. Hiç gidemesem de çağrılıyorum ya, o bile bir umut kapısı... “Başka yerler de var.” diyorum. “Bir gün ben de bir gemiye biner giderim, kimbilir? Çok uzaklara… Buradakinden çok farklı insanlar geçer yanımdan. Özlemleri bana çok uzak… Tıpkı yüzleri gibi…”
Nerden nereye geldim? Dün karanlık bir gün diyordum oysa, değil mi? Evet, ancak böyle tanımlayabilirim onu. O öfkeyi başka türlü tarif edemem çünkü. O rüzgarsızlık… Zerresi esip de geçmedi o tembel tembel hayatı seyredip duran şeylerin üzerinden. Her şey öldürücü bir sabırla bekliyordu sanki.
Ne zaman bu havasızlıkta boğulduğumu hissetsem telefonu elime alıp O’nu ararım hemen. Beyaz atlı prensim… Bir kadın bu derece bol miktarda nefese ihtiyaç duyarsa bunu ona asla bir hemcinsi veremez çünkü. Daha özel biri gerekir. Çünkü böyle durumlarda havasız kalan ciğerler değil başka bir tarafımızdır genelde… Ki oraya da ancak karşı cinsten biri deva olabilir. Evet, kalbim gitgide tüketiyordu nefesini. Bu yüzden böyle esip savuruyordum ya çevremdeki herkese. Beni tanıdıkları için her zamankinden çok farklı bir ruh halinde olduğumu bildiklerinden, davranışlarımdan dolayı yargılamak yerine bol bol şefkat gösteriyorlardı. Bu da daha beter yüzüme vuruyordu içinde bulunduğum o acınası durumu. Birkaç hafta önce olsa hiç durmaz, en küçük bir belirtide telefona sarılır, asla bu raddeye gelmezdim. Ama kesin bir dille görüşmeyeceğimizi söylemiştim ona. Önünü sonunu düşünmeden, sadece o anki duygularımı göz önüne almış, bir saat ya da on gün sonrasını hiç hesaba katmamıştım. İşte ancak şimdi karşıkarşıya gelmiştim esas faturayla. Tahminimden çok daha yüklü...
Betül olsa ne derdi şimdi? Bir espri patlatır, çözer miydi anında düğümlerimi yine? Yoksa o bile çaresiz mi kalırdı işin içine kalpler girince? O ne yapıyordu şimdi kimbilir? O beyaz atlı…? Benim kör inadım yüzünden yapamadığım şeyi yapacak mıydı az sonra? Telefonum çalacak mıydı yani? Koca bir gök dolusu nefesi hediye edecek miydi kalbime?
YORUMLAR
meselci
Rica ederim.
Gerçekten çok güçlü bir kaleme sahipsiniz.