- 743 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ALTIN ÇAĞ
İsa’dan önce 14. yüz yılda yaşayan eski Mısır hükümdarı Akhenaton’un bir diğer adıda 4. Amenofistir. Amenofislerin dördüncüsü olan bu firavun, tarihin belki de ilk din reformcusudur. Akhenaton, Mısır’daki çok tanrıcı din geleneklerine karşı çıkarak başkentini Teb’den Amarna’ya taşımış ve tek tanrıcı bir kozmogoni anlayışına dayanan Aton dinini kurmuştur. Bu yeni din, bütün evrenin, simgesini Güneşte bulan bir tek yaratıcı tarafından kurulduğunu söylüyor;ayrıksız bütün insanların, sevgiye ve özgürlüğe değer olduğunu ileri sürüyordu.
Akhenaton, Mısır’da tahta çıktığında dini bir devrim başlattı. Amacı halkının sadece tek bir tanrıya tapmasını sağlamaktı. Bu tek tanrı Güneş tanrısı Aton’du. Başrahip hemen ona karşı çıkmak istedi. Ama Akhenaton önce saldırdı. Tapınakları kapattı. Binlerce yıldır benimsenmiş gelenekleri yasakladı.
Eski dünyanın sağlamlığı sarsılıyordu. Artık çok tanrılı dönem sona eriyor ve tek tanrılı bir yaşam başlıyordu. Akhenaton’un tek tanrı düşüncesini benimseyen rahipler, Aton dininin tapınağını Mısır halkına açtılar ve bu yeni din anlayışını onlara sevgi içinde anlattılar. Rahiplerin eski azameti gitmiş, yerine sevgi ve hoşgörü gelmişti.
Çok kısa süre içinde daha önce Mısır’da hiç görünmeyen şekilde bir şahir yapıldı. Şehrin ortasındaki tapınak, Güneş ışınlarıyla doluyoıdu. Savaşlar bitmiş, artık kardeşlik başlamıştı. Mısır’ın yüzyıllardır elde ettiği bolluk ve zenginlik halka cömertçe dağıtılıyordu. İnsanlar için hayat artık, Aton tanrısından sunulan cömert bir armağandı. Halkta bunun tadını çıkarıyordu.
Fakat güzel günler uzun sürmedi. Akhenaton’un saltanatının 13. yılında, eski dinin rahipleri, ile Akhenaton arasında büyük bir kavga başladı. Ve kavga rahiplerin zaferiyle sonuçlandı. Başına cinlerin üşüştüğü iddiasıyla Akhenaton’un kafatası arka kısmından kesilerek açıldı. Sözde cinler boşaltılarak yeniden dikildi. Bu ameliyattan sonra Akhenaton, fazla yaşamadı ve kısa bir süre sonra öldü.
Karşı devrim başlamıştı. Eski dinin rahipleri, tek tanrılı dinin bütün mabetlerini yakıp, yıkıp yok ettiler. Ve yeniden kendi çok tanrılı yönetim sistemini kurdular. Böylece dışarıda komşularıyla barış içinde olunan , içeride ise herkesin birlikte üretip kardeşçe paylaştığı sevgi içinde yaşanan ve Mısır için belki de bir Altın çağ olan Akhenaton dönemi de böylece sona erdi.
İnsanlar var oluşlarından bu yana hep bir Altın çağın özlemini çektiler. Ve bu uğrda canlarını vermekten çekinmediler.
Fetret Devri’nin yaşandığı ve gelir adaletinin hızla bozulduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda Şeyh Bedrettin yeni bir toplumsal sistem önermekteydi. Etrafına topladığı köylü ve esnaftan oluşan müridleriyle birlikte isyan bayrağını açtı. On bin kişiyle Osmanlı ordusunun karşısına çıktı. Osmanlı ordusu atmış bin kişiden oluşmaktaydı. Bedrettin ve müritleri, şafak sökerken başlayan ve akşam karanlığına dek süren savaşta sekiz bin ölü vererek yenik düştüler. Savaşta ölen sekiz bin kişiden arta kalan iki bin kişi,başları satırla kesilerek ökdürüldü. Bedrettin’in komutanlarından Torlak Kemal’in Manisa’da başı kesildi. Börklüce Mustafa ise, bir deve hörgücünde çarmıha gerildi. Şeyh Bedrettin sapkınlık suçuyla yargılanıp Sakız Çarşısı’nda bir dut ağacına çırılçıplak asılarak idam edildi.
1381 yılında İngiltere’de bir din adamı olan John Ball tarafından büyük toprak sahibi soylulara karşı bir köylü ayaklanması başlatıldı. Bu hareketin adı Lolard Hareketi idi.Fakat bu hareket başarılı olamadı ve kısa sürede kanlı bir şekilde bastırıldı.Ama hareket Avrupa’da yayılarak Bohemya’ya sıçradı. Prag’da vaizlik ve profesörlük yapan Jan Huss yönetiyordu bu hareketi.
jan Huss, Avrupa’da son derece ileri görüşler getiren ve özellikle dehayat koşullarının herkes için tam eşitliğini savunan toplumsal bir program önermekteydi. Sonu sapkınlıkla suçlanarak diri diri yakılmak oldu. Yıl 1415’ti. Şeyh Bedrettin’de bir din adamı ve filozoftu. O da Jan Huss gibi hayat koşullarının tam eşitliğini savunuyordu. Bedrettin’de sapkınlıkla suçlandı, yargılandı ve asılarak idam edildi. Yıl 1416’ydı.Yani Huss’un ölümünden bir yıl sonra. Ne tesadüftür ki ölümleri bir yıl arayla oldu.
İngiltere’deki Lolard’lar kendilerine en vahşi işkence usullerini uygulayan soyluların ve rahiplerin ’Biz sizin efendininiz, nasıl olurda hak iddia edersiniz?’ sorusuna , kendi aralarında parola olarak kullandıkları şu şiir gibi sözlerle cevap veriyorlardı:
’Havva iplik eğirir
Adem tarlayı bellerdi
Nerdeydi söyleyin bir
Soylu kişi nerdeydi?’
İnsanlar asılsalar da, yansalar da yüreklerinde bir gün ulaşacaklarını umdukları Altın Çağın özlemiyle umudun meşalesini hep yanık tutmaya devam ettiler. Peki, o Altın Çağ var nıydı?
Altın Çağ, eski çağ halklarının tasarımında insanların huzur, refah içinde ve dürüstlük koşullarına uyarak kavgasız, savaşsız yaşadıkları güle oynya çalışıp ürettikleri ve ürettikleri ürünlerden eşitlik içinde yararlandıkları eski mutluluk çağının adıdır. Eski çağ halklarının gözünde bu mutluluk çağının bir modeli de bulunmaktaydı. Atlantis. Bir diğer adı da Atlantit olan Atlantis sözcüğüne tarihte, ilk olarak eski çağların filozofu Platon’da rastlamaktayız. Platon’un ilk ’Nurlanma’ gezisinde Eski Mısır rahilerinden dinlediği bir efsane özetle şöyledir:
’ Zamanların başlangıcından önce, kendilerine ’Atlant’ adını veren tanrı-insanların yaşadığı bir kıta vardı. Bu varlıklar, hastalıktan ve kusurdan bağışık, bütün erdemlerin sahibi, bütün gizemlerin bilicisiydiler. Kışı bahara çevirmek, balık olup suların altunda gitmek, bir yerden bir yere kuş olup uçmak ellerindeydi. Masal yapısı saraylarda mutlu ve eşittiler. Yıldızlardan inen konukları ağırlar, kendileri de zaman zaman gökyüzüne konukluğa varır,bazen de insanların arasına iner ve onları ellerinden tutup eğitirlerdi. İnsanların içinde en yetkin olanlara Cennet ülkelerini görmeyi de nasip ettiler.’
Bütün çağlar boyunca ve hem bütün halklarda Atlantis efsanesinin değişik rivayetlerine rastlamaktayız. Acaba bu efsane aracılığıyla insanlar, gerçekten var olup ta batan bie ’Yitirilmiş Cenneti’ ’mi aramılşardır? Yoksa en derin özlemlerin gerçekşeşmesini bir parça daha olası kılmanın o gizli umuduyla, böyle bir efsane mi somutlaştırmış...Yani geleceği geçnişe mi taşımışlardır?
Tarihsel açıdan kesin gibi gözüken şudur: Altın Çağ efsanesi , sınıflı toplumlara özgü bunalımların çoğalıp derinleştiği kölecilik düzeni kurukduktan sonra ortaya çıkmıştır. Ve şimdi dünyadaki haklar ’ Altın Çağı’ sömürüsüz ve sınıfsız bir toplumda görmektedirler.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.