- 1919 Okunma
- 15 Yorum
- 1 Beğeni
BAZEN
Bazen, yapıştırırsın yanağını pencereye, yağmur yanaklarından akar, sen; fırtınadan pervazlara sığınan karıncalara bakarsın. Ufacık iğneler gezinir gözlerinde. Nefesinden buğulanan cam seni saklar. Kimseler görmez ağladığını; yağmura yorulur ıslaklığın…
Bazen, tütün kokulu bir adam geçer yanından. Bir de bir hayal ardından. Umutsuzca döndürürsün başını boşluğa doğru. Şöyle kır saçlı, ellilerin sonlarında bir adam arar gözlerin. Terleyiverir avuçların. Ceplerin kaşınır. Bir de seyrelir solukların. Babanı özlersin.
Bazen, nedensiz bakarsın saatlere. Sanki az sonra bir şey olacakmış gibi…Bir şey seni bekliyormuş gibi, ya da sen bir şeyi bekliyormuşsun gibi. Eskiden çok iyi bildiğin, ama sonra unuttuğun bir türkü gelir kulaklarına. Gözlerini kısar; kulaklarından girip mazini öpen melodiye unutulmuş bir şiir yazarsın. Saat annenin gamzeli yüzüne dönüşüverir. Sonra küçük bir kız girer dış kapıdan. Elbisesinin yırtılan eteğini gösterir saate…Saat kaşlarını çatar beceriksizce. Yelkovanla akrep şefkatli birer kol gibi açılır sonra…Zaman geniş bir açı oluşturur. Tırmanır küçük kız duvara ve o ikisinin arasına oturur. Gittikçe daralırken zaman, önce kızın küçük bir buklesi düşer halının üzerine…Sen uzanmak istersin, ellerin… ellerin de daralır…Zaman en dar yerinde ikiye böler kızı. Bir parçası saatin içine düşer, diğeri halının üzerindeki buklenin yanına…Kırmızıya döner akrep ve yelkovan. Sonra yeniden genişlemeye başlar karnı doyan zaman…
‘Alem içre’ bir soluk denizi ararsın bazen…Dört köşe bir gülüş salarsın, elektrik düğmesinin kenarına tutunmuş yaşlı fotoğraftakilere. Sonra iyice eğilir, onlar da gülüyor mu diye bakarsın. Beklersin…Göz kırpsınlar diye ince dualar geçer dilinin kenarından. Göz kırpmaz fotoğraflar…Gayri ihtiyari bir ateş basar gözlerini, herkesin yerine göz kırparsın. O kadar çok kırparsın ki, herkes uçar…Sen elektrik düğmesine bakakalırsın…
Bazen gözlerin önünde yürüyorken, meçhulden gelen bir tarhana kokusu yapışır genzine…Olduğun yerde durursun öylece…Kapatırsın gözlerini ve içinden saymaya başlarsın. Bir…İki…Üç…On beş…Yüz…Kimse çıkmaz pencerelere, kimse çağırmaz seni ‘yemek hazır, içeri gel’ diye. Hiç sevmezsin tarhanayı, ama hep özlersin tarhana yapan bir anayı. Vazgeçersin saymaktan. Sonra kol çantana sarılır, onun içinde olduğunu farzettiğin bir umuda tutunur gidersin yoluna…
Bazen önüne çıkan bir tenekeye sertçe vurursun. O da gider boyacının sandığına vurur. “Seni babana demezsem” diye fırlar yerinden bıyıkları sararmış boyacı. Haylaz bir gülümseme yayılır yanaklarına. Biri babanın yerini biliyor diye sevinirsin. Ve akşama sopa yiyeceğin günleri özlersin…Ama oturur tekrar yırtık minderli taburesine boyacı. Kentin pisliğini karaya boyamaya devam eder. Babana gitmez…Bakakalırsın onun nasırlı elindeki fırçaya…Sağa… Sola…Sağa… Sola…Çaktırmadan hipnozdan çıkartıyordur seni an. Çok geçmeden uyanırsın içindeki kırık hülyadan.
Bazen bir mukavvaya dalıp gidersin. Parmakların mukavvanın pütürlü bedeninde gezinirken, okul önünde koz helva satan Bahtiyar Amcanın sesi gelir kulağına. “Bir lira uşaklar, bir lira!” Yılmış bir kaldırımın kenar çizgisinden yürüyor ve kopmuş yakan için annene ne cevap vereceğini düşünüyor olursun o an. Arkadan hızla gelen şişko Cemal’in yırtık ama şişkin çantası çarpar omzuna. Belli ki; yine montunu giymeyip çantasına tıkıştırmıştır. Sendeleyip kaldırımın kenarındaki su birikintisine düşersin. Çamur bulaşır çivitle yıkanmış çoraplarına. Bir de yapraklar ve izmaritler. Eğilip silkeleyeceğin an, açık unuttuğun çantandan kalem kutun düşer. Ona da bulaşır izmaritler ve yapraklar. Derdin iki kat olur. Doğrulurken bir de bir lira düşer cebinden ayak ucuna. Biraz sevinirsin. Gidersin Bahtiyar Amcaya, bir koz helva alırsın. Birkaç adım sonra dişlerine yapışır helvanın macunu…Tatlı bir teselli örtmüştür artık iki kat kederini…Sonra bir gıcırtıyla dişlerin kamaşır…Anlarsın ki; ısırdığın elindeki pütürlü mukavvadır…
Bazen kapıyı kilitlerken hüzünlenirsin. Düşecek gibi olur, yaslanırsın fatura kutusunun iktidarındaki duvara. Kilitler ıssızlığı hatırlatır sana. Kilitler… bir daha dönmeyecekleri hatırlatır. Tahtaya serpilen toprak sesi, toprağa saplanan bir kürek sesi ağlar kulaklarında. Bayram şekeri gibi iki ucundan kıvrık, ortası şişkin beyaz bir paketin içindeki amcan gelir gözlerinin önüne…Bir de “Neden” diye sorduğun umutsuz suale gamla cevap veren, sahibini hatırlayamadığın bir kadın sesi: “O artık yok!” İşaret parmağını uzatırsın az sonra kilitlenecek çukura ve sessiz bir ses dökülür pembe dudaklarından: “Ama orada…Nefes alamaz.” Sonra biri indirir parmağını ve söylenir: “Mezara el uzatılmaz!”
Bazen çaydanlığın şişkin karnında, net gelen seslerine karşın bulanık suretler görürsün. Saat beş olur. Bir de kurumuş ot kokusu -belki biraz da fesleğen- ilişiverir bulanık suretlerin arkasına. Bir kadın kaneviçesine iki kuş resmi işler. Biri “İçin kabarmış komşu” der, arkasına yaslanmış irice bir kadına. Sonra bölük pörçük bir cam şangırtısı…Bir kadın kalkar yerinden, kırık pencereyi açar ve yarı beline kadar aşağı sarkar. “Tu! Allah müstehakkını versin!” Birkaç topuk sesi böler kadının yarı öfkeli sesini. Kadın bir cama bir sokağa bakar. Sonra köşede beş taş oynayan bir kız görür. “Nurdan kız! Annene söyle bize gelsin.” Bir kez daha bakar kırık cama. ‘Akşama adama ne diyeceğim’ diye söylenir dantel perdeyi kırığın üzerine çekerken. Bir kadın hala “İçin kabarmış senin” demektedir bir kadına. Ve bir kadın hala iki kuş resmi işlemektedir.
“Of!”diye haykırırsın bazen. ‘Of’ içindeki paslı cümleleri sattığın bir eskicidir. Elem satar, mandal alırsın bir düzine. Ve paslı cümlelerden artakalan boşluklara nefes tutuşturursun o mandallarla. Bir an, az bir an ama, kravat gibi sakalıyla deden belirir karşındaki sandalyede. Elindeki tespiğin şıngırtısı yayılır odaya. Bir de tuhaf, huzurlu bir hacı yağı kokusu. Gayri ihtiyari ileri geri salalnırsın yavaşça. Sen sallanırsın, dalgalanır masanın üzerindeki okunmuş su. “Af evladım. Af der.”deden. Ne güzel inip kalkar sakalı ‘af’ derken. Dökülür içindeki mandallar avuçlarına, bir nefeslik huzur şişirirken göğsünü. Ne güzel inip kalkar göğüs ‘af’la dolarken.
Bazen ne güzeldir susmak. Çok konuşan susar. Ama ekseri olarak susan, susamaz…Susamayınca, dil damağa yapışmaz. Dil özgür olunca lazım gelen yerde döner. Dil dönünce hakikat çözülür.
Bazen dağların arkasında kimlerin yaşadığını düşünürsün. Kimleri saklamak için saflarını sıklaştırmıştır dağlar. Kimler neden saklanır? Kimleri kim bulmalı? Ya da kimler bulunmalı? Düşünürsün…düşünürsün ve gece olur. Dağlar gittikçe koyulaşan bir elbise giyer. Ay sever ama aydınlatmaz onları. İçlerinden en yücesi hilal başlı bir minareye döner. Kendince mahyalar yazarsın dağlardan birinden diğerine gerilmiş. Bu kez ‘acaba dağların ardındakiler de görür mü mahyaları’ diye düşünürsün. Düşünürsün…düşünürsün ve sabah olur. Gittikçe rengi açılan bir elbise giyer dağlar. Mahyaların orada asılıdır hala ama görünmezler. Dağların arkasındakiler gibi…
Bazen ne çok düşünürsün. Düşündüğün seni düşünde bile düşünmez oysa. Hergün düşüncenin neresinde kaldığını anlamak için, beyaz bir saç teliyle bağlarsın düşündüğünü. Çok geçmeden başın beyaz bir kelebek tarlasına döner. Alt tarafı düşünen, üst tarafı uçuşan bir başla gezersin ölene dek. Ama gelmez düşündüğün. Biri kandırmıştır onu sana göre…Biri kavrulmuş soğan kokulu ellerinle okşadığın saçlarına, daha şiddetli bir tutkuyla dokunmuştur düşündüğünün. Biri senden başka bakmıştır ona, avuçları çatlak olmayan biri teselli etmiştir onu, sızılı gecelerinde. Hasta beline rağmen huzurunda iki kat bükülüp çoraplarını giydirdiğini unutturmuştur ona, üzerindekileri soyan biri…
Bazen kimsenin seni göremediğini düşünürsün. Karşına çıkan herkesin omzuna dokunup ‘buradayım’ demek gelir içinden. Kendini, pencereleri silinmiş, ahraz bir odaya kapatılmış gibi hissedersin. Sonra bir kalem alırsın eline. Ustanın sıvamayı unuttuğu bir delikten, kendi pencereni oymaya başlarsın. Duvarı oydukça ince, mavi bir ışık değer gamzelerine. Bir göz sığacak kadar olduğunda oyuk, yüzünü duvara yapıştırır, akıp giden hayata bakarsın. Şükredersin bir gözle de olsa maviyi gördüğüne…Ama yarımdır tüm zahir. Yüzler yarım, gölgeler yarım…Dudak kıpırtılarını gördüklerinin ne konuştuklarını merak edince; bir oyuk da kulak hizana açarsın. Şükredersin iyi kötü duyduğuna. Ama yarımdır tüm sesler. Selamlar yarım, kelamlar yarım. Yine de öpersin kalemini…
Bazen gelmemiş günleri özlersin. Hep ‘birgün mutlaka’ diye başlar cümlelerin. İçin acır, yüklemi göremez kelimelerin. Gülümseyerek ağlarsın eteğindeki gelmemiş günlere. Islak kirpiklerini birleştirir, ceplerinden mutlu günler dökülen bir dede, yahut, simli yünlerle hırka dokurken -kalın gözlüklerinin üzerinden- halının üzerinde oynayan torununu izleyen bir büyükanne olduğun günü özlersin. Sonra bırakırsın elişini sallanan sandalyenin üzerine, ocağın üzerinde kıkırdayan tencereleri yoklarsın. Bir elinde tencerenin kapağı, diğeriyle çorbayı karıştırırken, mutfak penceresine konan kumrulara bakarsın. Bir çift ıslak yol olur yanaklarında nedenli nedensiz. Sen artık doğal sınırlarına dayanmış bir ülkesin…
Bazen sonsuza kadar uyumak istersin, hayat aykırı yönden esen bir rüzgar gibi, aralık duran parmaklarının arasından akarken…
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
"Bazen kimsenin seni göremediğini düşünürsün. Karşına çıkan herkesin omzuna dokunup ‘buradayım’ demek gelir içinden. Kendini, pencereleri silinmiş, ahraz bir odaya kapatılmış gibi hissedersin. Sonra bir kalem alırsın eline. Ustanın sıvamayı unuttuğu bir delikten, kendi pencereni oymaya başlarsın."
Nereden bulursun bu güzellikleri bilmem ki....
Yine okuduk, yine o bazenlere düştük.
Aynur Engindeniz
Sevgiler sana...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim varlığın için.
Sevgiler.
rıkya
sonsuz saygı we de selamlarımla...
Bazen sonsuza kadar uyumak istersin hayat aykırı yönden esen bir rüzgar gibi aralık duran parmaklarının arasından akarken...
O kadar çok bazen var ki hayatlarımızda.Yapmak isteyip yapamadıklarımız doldurur gönül yuvamızı.
Güzel ve etkili bir anlatım.Yaşamdan verilen örnekler yazınızı daha da güzelleştirmiş.Yüreğinize kaleminize sağlık.SEVGİLER...
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Bazen her sey susar iyiki de olusur sessizlik.
Yoksa böyle keyifle yazilari nasil okuyabilirdim.
Degisik güzeldi yine her zamanki gibi.
Yüregine saglik sevgili Aynur
Sonsuz sevgimle
hicbitmez tarafından 5/19/2011 3:55:03 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim sevgili arkadaşım.
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Sevgiler..
reyya
yazıların beni iç alemime çok sokuyor. Senin satırların bana hep tanıdık geliyor acaba diyorum adını koyamadığım fikirler senin kaleminde mi dökülüyor.
İnsanı bu duygulara güzel sokuyorsun yeniden kutluyorum ben seni
Aynur Engindeniz
Ah ne yaptı bu yazı bize :)
Tüm bazenlerimizi gün ışığına çıkardı.
Bazen zamanı geriye çevirmek istiyorum.
Bazen özür dilemek istiyorum, aslında söylediklerimi söylemek istememiştim demek istiyorum.
Ama çabuk kovuyorum ben o bazenleri...
Yine harika bir yazı, yine kalemden hüzün sızmış...
Sevgim seninle !
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim. Sevgiler karşılıklı.
O qué
hmm
Evet haklısın yine her zamanki gibi ..
Aynur Engindeniz
Sonra özrün karşı tarafta alışkanlık yapar daha doğrusu bağımlılık. Her zaman suç senin kıyafetin olur. Uysa da uymasa da....
Ben de okudum ve gittim çok uzaklara ve bazen diye düşüncelerime
Derin , düşünüdürücü , alıp götüren bir yazı
Fevkalade , tebrikler
Sevgilerimi yolluyorum...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim. Sevgiler.
Gördüm seni canım, yüzünü görmesem de sıla hasretiyle çok nahifleşmiş yüreğini gördüm.Gözlerimden süzülürken yaşlar, ben de senin gibi bazenlere kaptırdım duygularımı.
Çocukluğuna, anne babana, hayallerine ve geleceğine dair özlem çok kanatmış içini...
Bazen üstesinden gelmek için, kendimize küçük bir zaman aralığında, özlemimizin tarhana kokusuna koşmak, kucağına sığınmak iyi gelir.
Hangi yaşta olursan ol, en emniyetli bir limandır ana kucağı.
Sabah sabah yazın beni bitirdi, ben de kendi bazenlerime daldım.
Günümün yazısı, tebrikler güzel gönlüne sağlık, güzel arkadaşım.
Aynur Engindeniz
İtiraf etmem gerekirse, bugüne kadar en hissederek yazdığım yazı. En duygulandığım ve en düşündüğüm....
Görmüşsün gerçekten...
Çok teşekkürler güzel yüreğine ve gören gözlerine...
Aynur'cuğum sürükledin götürdün yazınla. Sendeki Allah vergisi bir yetenek ve sen bunu çok titizlikle ve emekle gün yüzüne çıkarıyorsun. Harikuladeydi. Güçlü cümlelerini ve düşüncelerini kutluyorum. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
O yüzden uzun yazılar için hoşgörünüze sığınmaktan başka çarem yoktur.
Güzel sözlerin için tekrar teşekkürler...
Aysel AKSÜMER
Bazen de böyle okur, cevap yazmak istemezsin...Diyecek çoğu şeyi demiştir çünkü yazar...
Saygılar ablacım..Gününüz aydın olsun...
Aynur Engindeniz
Sevgiler