- 903 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BOMBA GİBİ BİR HİKÂYE
Lütfen korkmayınız! Bu bir tatbikattır!
Söylenenlere göre çok iyi bir kalbim varmış. Yolda, darda, sokakta kalmışlara yardım edermişim. Hiçbir kötülük düşünmez, yaptığım iyilikleri başa kalkmaz, bu işlerde sırf Allah rızası gözetirmişim. Trilyoner olsam güzel ülkemin topraklarında bir tane bile kiracı kalmazmış, hepsini ev sahibi yaparmışım. Okullar, hastaneler, camiiler, hanlar, hamamlar hatta elimden gelse kervansaraylar yaptırırmışım. O kadar birleştirici gücüm varmış ki dul ve bekarları izdivaç programlarına sürüklemez, onlara çöpçatanlık yaparmışım.
Küçük bir sır vereyim mi size? Bunları kulaktan kulağa anlatan mahalleli, bire bin katarak evlilik piyasasında bomba etkisi yarattı. Aranan erkek modeli olarak beni referans gösterdiler. İş o kadar sarpa sardı ki güzel mahallemin güzel insanları evde kalmış kızlarını bana yamamaya kalkıştılar.
Nasıl mı?
Yanaşın hele. Anlatıyorum, siz de kulak misafiri olun bizim mahalleliye çaktırmadan.
Geçenlerde, bizim meskenin çaprazında oturan yıllar evvel amansız bir hastalığa kapıldıktan bir müddet sonra Azrail’e yakayı ele veren Hurşit amcanın dul kalmış karısı sümbül teyzenin en küçük kızı Huriye otuz yaşına yeni adımını basıyordu. Söylentilere göre bu kız beş yaşında emeklemeye başlamış, sekiz yaşında atta atta diyerek ilk sözcüklerini ağzından peyda edivermiş, on yaşında da yürümeye başlamış, yirmi yaşında alfabenin yirmi dokuz harften oluştuğu keşfedince kendini bilim kadını ilan etmiş, bir yetmiş beş boylarında kırk iki numara ayakkabı giyen XXXXL boyutundaki giysileriyle mahalleliye poz üzerine poz veren hanım hanımcık bir kızdı. Kıraathanenin önünden geçerken işsiz erkeklerin bakışlarından etkilenerek yürüyüşünü değiştirir, kıvıra kıvıra adımlamalarına devam ederdi. İşsiz erkekler, o yürürken kalçasının sağ tarafa doğru yattıktan en az on dakika sonra sol tarafa doğru kaçmayı başardığına tanık olurlardı. Yani hanım kızımız o denli iri kıyımdı. Onu gördüğüm zaman ona devamlı gülümserdim.
Bir diğeri evimizin tam karşısında oturan elektrikçi hasan ağabeyin büyük kızı Neriman’dı. Şimdi modalı bir hanımefendi gibi etrafta havalı havalı dolaştığına bakmayın. Söylentiye göre bu kız, ilkokulda sınıf öğretmeni tarafından tertip edilen bit ve tırnak kontrollerinde sürekli ama sürekli vukuatlıların en başını çekiyormuş. Hatta öyle ki bitli takımının kaptanlık panzumanını kimseye vermeyecek kadar bitlerle haşır neşirmiş. Tırnaklarını da o zamanlar üç haftada bir kesermiş. Şimdi tırnaklarının uzun ve ojeli olduğuna bakmayın. Ben o bakımlı görünen tırnağın içinde gezinen maddelerin neler olduğu anlatmaya kalkışsam mide bulantısından kendinizi hastanede bulursunuz. Sadece olayın önemine binaen anlatacağım bir kısa örnekle bu konuyu taçlandırayım. Yine geçen günlerde ince perdenin arkasından Neriman’ın evinin içerisinde ne haltlar karıştırdığına şahit olacaktım. Parmağını uzun tırnaklarıyla beraber burnuna götürerek, olay mahallini karıştırdı karıştırdı, derken ben diyeyim iki siz deyiverin üç santimetre boyutunda ıslağımsı bir kitle çıkartarak, uzun ve ince elinde bir iki dakika o kitleyle küçücük bir çocuk gibi oynadıktan birkaç dakika sonra o kahverengimsi maddeyi pencere önünde özenle büyüttükleri çiçeklerin vazosunun içerisine konduruverdi. Günahını almayayım sanırım o çiçeklerin gübrelenmesi gerekiyordu. Bunca zahmeti galiba bunun için çekiyordu. Sırf söylentilerle daralan içimi, gözetlediğim vahim tablolarla birlikte göz zevkimi daraltmamak adına kapılarının önünden geçerken onu görmeyeyim diye başımı eğip geçerdim. Bir ara başımı kaldıracak olur, onun gözlerini hep benim ayakkabılarıma bakarken görürdüm.
Günler günlerle kovalamaca, haftalar haftalarla birdir bir, yıllar yıllarla uzun eşek oynarken bizim mahallenin yaman mı yaman, artist mi artist deli-kanlı delisi, Deli Veli kapı zilimizi çaldı.
- Kim o?
- Ben Veli
- Hangi Veli?
- Hangi Veli olacak Deli Veli
- Tanımıyorum böyle birini
- Hasip Ağabey delirtme adamı açsana kapıyı!
- Sen zaten delisin kuzum gerek yok buna. Tamam tamam açtım.
- Hah! Hele şükür!
- Ne oldu yine. Ne haberler getirdin mahallemizden?
Size bunları anlatırken önemli bir ayrıntıyı atlamışım. Bizim mahallenin bir delisi vardır. Bu mübarek ayaklı gazete gibidir. Mahallede olup biteni, hatta bitmemiş devam ede gelen her şeyi hatta ve hatta olmamış, yakında olacak her şeyi bilir. Aslında aptalın biridir. O yüzden olacak şeyler ona mâlûm olur. Söylemesi ayıp, bu mahallemizin delisiyle aramızda su sızmaz. O beni çok sever ben de bu Deli Veli’yi hem çok sever hem de deli gibi kullanırım.
- Hasip Ağabey işler kötü
- Neler oldu yine Veli’m?
- Ağabey senin arkandan kuyular kazılıyor, kazıklar çakılıyor
- Kim kuyu kazıyor? kim kazık çakıyor? Geç şuraya otur da sakin sakin anlat bakalım!
- Tamam anlatıyorum. Hasip Ağabey, sizin evinizin çaprazında oturan Sümbül Teyze’nin iri kıyım kızı Huriye var ya?
- Eee… Ne olmuş Huriye’ye?
- Size yamayacaklarmış Huriye’yi. Ama Huriye’nin sizde gönlü yokmuş
- Bak bak bak! Gel Allah aşkına! Neden gönlü yokmuş iri kıyım ablamızın?
- Ağabey, hani siz ortodontik tedavi yani tel tedavisi görüyorsunuz ya
- Eee
- Siz ona her bakışınızda gülümsüyormuşsunuz
- Eee
- E’si. Bu Huriye’nin bir erkekte ilk baktığı şey dişleriymiş. Siz gülümsedikçe dişinizdeki telleri görüyor, sizden iğreniyormuş. Ben kendimi tellerin arasına atamam demiş.
- Ya bi s…. gitsin. Ramazan Ramazan ağzımı bozdurtmasın. Hem tel tedavisi gelecek sene bitiyor. Hem de ben kala kala Huriye’ye mi kaldım. Vay efendim Beni beğenmiyormuş. Ben sanki seni çok beğeniyorum. Allah’ımın orangutanı!
- Ağabey o kadar sinirlenme. Değmez bu kız için böyle sözler sarf etmeye. Hem anlatacaklarım bitmedi daha.
- Böyle sinir bozucu haberlerle delirtecek misin beni Veli?
- Bir mahalleye iki deli fazla Hasip Ağabey.
- Doğru söylüyorsun.
- Neriman’ı bilirsiniz. Şu karşınızda oturan Elektrikçi Hasan Ağabey’in modalı kızı.
- Sevsinler onun modasını. Eee ne olmuş Neriman’a. Yoksa gübrelediği çiçekleri mi solmuş?
- Ne gübrelediği çiçekler solması ağabey! O süslü kızı da size yamayacaklarmış. Ancak…
- Ancak ne oğlum çıldırtma insanı?
- O da diyormuş ki, yani Neriman diyormuş ki, ben sözde marka özde çakma ayakkabı giyinen bir erkekle hayatımı perişan edemem.
- Vay zilli vaaay!
- Ne oldu ağabey?
- Demek ondan bakıyordu ayakkabılarıma.
- Neriman da bir erkeğe bakacak oldu mu direkt ayakkabılarına bakarmış. Bu kızın da böyle standartları varmış. Çakma ayakkabılı bir erkeği gördüğü zaman midesi bulanırmış.
- Başlatmasın çakma ayakkabısına! Ulan kıza bak be! Ben onun evin içinde ne pislikler çevirdiğini mahalleliye anlatsam evden adımını atamaz dışarı. Allah’ımın tezek kraliçesi… Bin gönlüm olsa birini vermeyeceğim kişilerle beni muhatap ediyorlar ya. Söyle Veli, beni kim sipariş ediyor bu kızlara?
- Mahallemizin muhtarı var ya Recep bey.
- Evet
- İşte o söylemiş. Sizin ne kadar aile terbiyesi almış birisi olduğunuzu ailelerine itina ile anlatmış.
- Has. S…. lannn. Vay âdi vaaay!
Aaa… Terbiyesize bak! Yeter artık! Bu kaçıncı yahu? Bir oldu seslenmedik, iki oldu ses etmedik. Ay ne biçim sözler bunlar ayol! Hiç kendini tertemiz bir aile çocuğu olarak millete satan kişinin söyleyeceği sözler mi bunlar? Bu yazıyı ve yazarını şiddetle kınıyorum. 18 artı yazılar yazan yazarlar is-te-mi-yo-ruz.
- Bu da neyin nesi Ağabey?
- Okuyucu olmalı Veli’m. Yazı hakkında sıkıntılarını belirtiyorlar. Fazlaca küfrediyormuşuz. Eh biraz haklılar tabi.
- Ama sizin küfür ettiğiniz kısımlar yazar tarafından biplenerek sansürleniyor.. Hem bu hikayenin konusu bir mahallede geçiyor. Mahallede söylenegelen sözler bunlar. Hikâye biraz gerçeksi olmalı değil mi ama? Onlar hayatlarında sanki hiç küfretmiyorlar.
- Herkesi kendin gibi mi sanıyorsun Veli?
- Hayır. Herkesi kendim gibi sansam herkes deli olmuş olurdu. O zaman bu dünya imtihan dünyası olmaktan çıkardı. Biz deliler sorumlu değiliz ya.
- Neyse sıkıcı oldu bu muhabbet. Hem bize ne ya! Yazar düşünsün. Biz sadece bu hikâyenin kahramanlarıyız.
- Öyle deme ağabey. El içine çıkıyoruz. Belki bir taliplimiz çıkar.
- Delinin zoruna bak ya! Seni deli mi dürttü diyeceğim; ama gerek yok buna zaten sen delinin tekisin. Haydi benim kadim dostum sevgili Veli’m. Saçmalamadan, yazarımızın ve okuyucuların gözünden düşmeden seninle yazımıza dönelim ! Nerde kalmıştık?
- En son küfrediyordunuz.
- Hımm hatırladım. Neyse başlıyoruz.
- Ben ne diyecektim yazıda ağabey?
- Ne diyecektin ne diyecektin? Hah! ‘‘Yine ne oldu ağabey?’’
- Tamam. Yine ne oldu ağabey!- Şimdi anladım bu sözler neden mahallede cirit atıyor Veli’m
- Nedenmiş ağabey?
- Bak Veli. Çoğu kişi bilir benim yıllardır Muhtarın kızı Nihal’e vurgun olduğumu. Babası korktu tabi züğürt Hasib’e kızı kaptıracağım diye. Başkalarını, bana yamamaya çalışıyor. Hem bu salak muhtar artık benim Nihal’le bir işim olmadığımı bilmiyor
- Nasıl yani?
- Yanisi sevgili Veli’m. Yine geçenlerde Nihal’i bakkalın önünde kıstırdım. Ve ona bir dize şiirle aşkımı yüz üçüncü kez ilan ettim. O da bana dedi ki
- Ne dedi?
- Dur oğlum sabırsızlanma! Anlatıyorum işte. O da bana dedi ki: Yeryüzünde erkek olarak bir sen kalsan, yine de sana varmam. İyiliklerinle insanların kalplerini kazanırken, tipinle kızların sevgisini kaybediyorsun. Kısacası Hasib’im. Ben senin nasibin değilim.
- Vay şıllık vay!
- Ağzına koydum mu oturturum. Ne diyorsun lan? Bitti dediysek kızı bitir demedik!
- Ağabey dediği lafa bak ya!
- Vallahi öyle dedi!
- Boş ver ağabey sana kız mı yok?
- Bu olay beni çok yaraladı. Neredeyse dünyayla ilişkilerimi
kopardım. Nihal’in bana söylediği o sözler yüzünden Veli’m, geçenlerde sevmeyi bırakma kararı aldım. Artık hiçbir şeyi kafama takmayacağım ve kimseyi eskisi gibi sevmeyeceğim. Hayat benim için ‘‘Ekmek elden su gölden’’ sözünü aratmayacak cinsten olacak gayrı. Ne demişler. Akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine, deli ol dünya senin kahrını çeksin! Bundan sonra sana tabiyim Veli. Kuyuya taş at, arkasından gitmeyen namerttir!
Not: Bu yazının birinci paragrafındaki söylentiler tamamen Veli’nin uydurmasıdır. Siz de o taşın ardından gidenlerdensiniz. Yolunuz açık olsun!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.