- 1080 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
SEVİYORUM DİYEMEDİM
( Müebbetlik Hayatım’dan )
Elliye yakın bölümdür, gerçek hayatımda yaşadıklarımı, fazlalık katmadan anlatmaya çalıştığım yazılarımda, bazı şeyleri atladığımı, unuttuğumu fark ettim. Gerçekten çok az bir zaman ayırabiliyor ve bas bayağı marketin tezgâhında yazmak zorunda kalıyorum. Otuz beş sene öncesinden bile olduğu halde, bu yaşımda evimde kendime ait bir çalışma masam ve bilgisayarım yok. Üstelik zamanım da yok.
Evli, çocuklu ve hatta torun sahibi biri olduğum için, anlatamayacağım bazı şeyler olsa bile, unuttuklarım da oluyor. Bazı şeyleri anlatamıyorum diye, kendimi sürekli aklamaya çalışmak gibi bir amacım olduğu anlaşılmasın. Ben de bir insanım ve hayatta sayısız hatalarım oldu benim de. Üstelik çoğu kişiye göre oldukça fazla hata yaptım. Asla günahsız, masum biri olduğu iddiasında değilim. Hatta affedilmesi mümkün olmayan hatalarım ve günahlarımın olduğunun da bilincindeyim. Hayatın sunduğu fırsatları değerlendiremeyen, hayata tutunamayan, günahkâr bir kulum ben.
İlk bölümlerde , ön dişlerimin doğuştan çürük ve çok çirkin olduğunu söylemiştim. Hatta gülüşümün bir fareyi andırdığını bile itiraf etmiştim. Liseye başlamadan , beni çok seven İmam Ali amcanın tavsiyesi ile, onun tanıdığı , Pendik’li bir dişçiye dişlerimi kaplama yaptırdım. Yine onun ısrarıyla, ön üst yanlara iki de altın kaplama yaptırma hatasını yaptım. Hiç de hoş olmadı. Yıllarca alay konusu oldum ; ’Altın dişli ’ diye.
Lise ikiye başlamadan önce de göz doktoruna gittim. Gözlerim sürekli akıyordu. Güneşten rahatsız oluyordum. Üstelik Bahar da gözlüklüydü. Çocuklukta ve gençlikte gözlük hevesi oldukça yaygındı o zamanlar. Yıllar sonra kızım, kendisini muayene eden doktor, gözlük vermediği için, arkasından bir sürü hakaret etmişti. Benim için de hevesti galiba. İlk muayenede ilâç veren doktor, ikinci muayenede gözlük verdi bana.
O zamanlar bilgisayarla muayene imkânı yoktu. Göze takılan camlarla karşıdaki tabelâ okutuluyordu. Hangi camla daha net görürseniz, gözlüğünüzün numarası böyle veriliyordu.
İki tarafa da + 0,50 yazıverdi. Yani hipermetrop. Oysa yıllar sonra bilgisayarla muayene olduğumda, bir tarafı 0,25, diğeri 0,50 idi. Asıl önemli olan ise bir gözümün Astiğmat oluşuydu. Gözlerimin yaşarması, güneşten rahatsız olmam bundandı.
Lise ikide tam da Bahar’ın yanında olduğum günlerde, yine altın rengini tercih ettiğim gözlüğüm, tam bir dert olmuştu bana. Sürekli gözlüğümle oynamak zorunda hissediyordum kendimi. Rahat edemiyor ve çıkarmak istiyordum. Bir taraftan da yakıştığını sanıyor ve gözlüklü görünmek istiyordum.
Uykusuz gecelerimin hediyesi olarak bir de tik sahibi oldum. İkide bir ,durup duruken omuzumu kaldurıyordum. Bir tarafta gözüme uymayan ama çıkarmaya kıyamadığım gözlüğüm, bir tarafta tikim. Diğer tarafta sevdiğim Bahar. Ona mahçup olmamak için sabahlara kadar ders çalışıp, sabah mutlaka duş alıp, traş olup öyle gelmek zorundayım okula. Bu arada traştan sonra sürdüğüm limon kolonyasını da fazla kaçırdığımı bazen hocalar hatırlatıyordu.
Tüm bu fırtınanın arasında, bir gün Bahar’a karşı bir cesaret hissettim kendimde. Korkmuyordum artık. Sevdiğimi ona bir şekilde hissettirmeye karar verdim. Tam da müdür yardımcımız İbrahim beyin İnkilâp Tarihi dersindeydik. İbrahim bey ,çok sert mizaçlı biriydi. Öyle olmasa zaten bizim okulda müdür yardımcılığı yapamazdı. O, ders anlatırken, ben gözlerimi inatla Bahar’a sabitledim. Görmesini istiyordum. Ona olan ilgimin farkına varmasını istiyordum. Uzun süre inatla baktım. Hoca gördüğünde ne yapar, nasıl tepki gösterir diye hiç düşünmedim. ’İnceldiği yerden kopsun’ derler ya hani ; işte tam da o an düşüncem böyleydi.
Başını bana doğru çevirmeden kızarmaya başladı Bahar. Fark etmişti işte. Ben gözlerine bakıyordum Bahar’ın. Gözlük camları beyazdı üstelik. Fakat ben halâ gözlerinin rengini doğru bilmiyorum. Kahverengi değildi, siyah da değil. Elâ ya da yeşil. Çünkü ne zaman baksam, ne kadar da cesaretli görünsem, utandım, korktum. Başını bana doğru çevirdiğinde, daha önce plânladığım şekilde, ben de başımı diğer tarafa çevirip, ona doğru dönen ensemi elimle kaşıdım.
Şimdi bir an önce dersin bitmesini bekliyordum. Zil çalar çalmaz, tutmayın beni. Koşarak uzaklaştım sınıftan. Sanırım bir dakikada bahçenin yolunu tutup saklandım. Tekrar zil çalmadan da sınıfa gelmedim. Belki de geç bile gelmişimdir. Korktum çünkü. Ya gelip azarlarsa beni ! Niçin baktığımı sorarsa ! Hakaret ederse ! O günüm ondan kaçmakla geçti.
Ertesi sabah okulun yan kapısından giriyordum. Sınıf ikinci kattaydı. Daha birinci katın merdivenlerinde gördüm onu. Kaçacak yerim de yoktu yani. Bas bayağı beni bekliyordu. Hem de nasıl beklemek ! Yüzünde öyle tatlı bir gülümseme var ki ;melekleri andırıyor. Bir insana gülmek ancak bu kadar yakışır. Sanki yıllardır yolunu beklediği birini karşılıyor. Korkum falan kalmadı gülen gözlerini gördüğümde. Fakat ,beklediğinin ben olduğuna inanamazdım. Neredeyse boynuma sarılacak gibiydi.
- Günaydın ! dedi. Şaşırdım. Aylardır tek kelime bile konuşmamıştık. Bir kez olsun selâmlaşmamıştık ki ! Herhalde bir başkasına ’Günaydın’ demişti. Cevap verirsem, gerçekten başkasına demişse, çok fena küçük düşerdim her halde. Cesaret edemedim ve sessizce geçip yanından yoluma devam ettim.
Sınıfa geldi peşimden. Sürekli lâf atmaya başladı bana. O günkü dersleri, çalışıp çalışmadığımı sordu. O gül yüzü sürekli gülümsüyordu. Onu hiç böyle görmemiştim. Başkaları da görmemiştir mutlaka. Sorularına cevap vermeye cesaret edemiyordum bir türlü. Derslerde bile lâf atmaya başladı. Tabii derslerle ilgiliydi sorularının çoğu.
Her gün biraz daha neşeli biri oldu Bahar. Tabii ben de şaşkınlıktan ve mutluluktan uçmaya başladım. Sadece aşktan söz etmediğimiz ve bir birimize sarılmadığımız kalmıştı. Ona olan ilgimin, sevgimin farkına varmıştı ve bu aşka karşılık vermeye hazırdı. Şimdi sıra ona açılmama gelmişti. Fakat nasıl olacaktı bu iş ? Böyle bir cesareti nasıl bulacaktım. Daha önceleri yaşadığım acı tecrübeler, bende aşağılık kompleksi yaratmıştı. Ben Bahar’a lâyık mıydım acaba ? Şimdi karşılık verse bile, ileride o da bırakmaz mıydı beni ? Ben cahil, fakir bir köylü babanın oğluydum. Onun babası doktor, annesi öğretmendi.
Günlerce ona açılıp açılmama konusunda mücadele ettim kendimle. Sonunda açılmamaya karar verdim. Sonu olmayacak bir aşk olarak gördüm bu aşkı. Ben bir sinemacıydım ve Türk filmlerinin arabesk etkisi yaşamıma çoktan grmişti.
Ve bir şarkı tuttum kendime, bu aşk için ;
’Ben gamlı hazan, sense Bahar; dinle de vaz geç !
Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç !
Olmaz meleğim, böyle bir aşk !
Bende vakit geç, bende vakit geç !’
Bir teneffüste, arkadaşı Sergül ile arka sıramda gülüşüp duruyorlardı.
- Elini uzatır mısın biraz ? Bahar’dı seslenen. Döndüm güzel yüzüne doğru.
- Hayrola, ne yapacaksın elimi ?
- Falına bakacağız. Bu aklı ona galiba sergül vermişti. Yine tersim tuttu , gerçekten fal olayını hiç sevmezdim, halâ da sevmem.
- Ben fala inanmam, bakana da kızarım !
- Benim hatırım için ! Hey Allah’ım, o hatır için ben neler yapmazdım ki ? Bu yaşımda bile ne isterse yaparım her halde. Öl dese ölür, yaşa dese yaşardım. Uzattım elimi. Yanlış elmiş o. Sergül müdahale etti, elimi değiştirdim.
Şimdi Bahar bir elimi tutmuş, avucuma bakarak bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Şimdi düşünüyorum da aslında hayatımın en mutlu anlarından biriydi benim için. Sakin olmalı ve iyi değelendirmeliydim o anı.
- Sen, çocukluğunda çok çile çekmişsin. Ama hepsi geçmişte kalmış. Bundan sonra daha mutlu bir hayatın olacak.
Biraz geveze olduğumdan, çok şeyimi anlatmıştım sınıfta. Annemle babamın ben bir buçuk yaşındayken ayrıldıklarını, annemin daha sonra başkasıyla evlendiğini, beni babama iade ettiğini ve anneme kırgın olduğumu..
- Senin bir sevdiğin var. Sen birine tutulmuşsun ama söyleyememişsin. Eyvah konu kızışıyor. Neler söylüyor bu kız ? Ne yapmak istiyor ? Susuyor ve merakla bekliyorum, bu işin sonunun nereye varacağını.
- Doğru mu ; seviyor musun ? Ne cevap verebilirim ?
- Söyle,söyle ; seviyor musun, sevmiyor musun ? Yok, cesaretim yok. Seviyorum bile diyemiyorum. İşte bas bayağı ağzımı arıyor. Sevdiğim insan karşımda, elimi tutmuş ve seviyorum dememi bekliyor. Ona aşkımı itiraf edebilmem için daha ne yapsın ?
- Evet, öyle biri var aslında ama, boş verin.
- Niye boş verelim, söyle işte ; kimmiş o, kimi seviyorsun ?
- Önemi yok. Çünkü o beni sevmez, sevemez, boş verin.
Israr ediyorlar, kızıyorlar belki de ama ben lânet herifin tekiyim, ters biriyim ya ! Tüm hayatımda yaptıklarım gibi, mutluluktan hep kaçtım ya ; yine aynısını yaptım. Elimi çekip aldım ve falımı da yarım bıraktım. Aslında belki de hayatımı orada yarım bırakmıştım ben.
Seviyordum aslında. O,aradığım insandı. Sevilmeye değerdi. Bana değer veren, şans veren, gül yüzlü Bahar’dı o. Belki o da beni seviyordu. Ama haklı olarak ilk önce benim söylememi istiyordu.
Olmadı, bir türlü beceremedim işte. Geçmişte yaşadığım olaylar mı, yapım mı, karakterim mi, yoksa kaderim midir bilmem.
Sevdim, çok sevdim. Fakat bir türlü Seviyorum, diyemedim işte....
(Devamı ; Bahar’ı sever gibi)
YORUMLAR
Güzeldi, yillar da gecse söyleyememenin pismanligi var halen.
Ama unutulmaz bir güzellik ve mutluluk yasatmis bir ani olarak kalmis yüreginizde.
Insan sevdigini söylemeli karsiligi varsa ve varmis.Keske söyleseydiniz ben olsam söylerdim.
Nedense insanlar isyan ederken acik olabiliyor ama duygulari dile getirmek konusunda tedirgin ve ürkek.
Yüreginize saglik
Sonsuz saygimla
FİKRET Bey,güzel bir öğrencilik anısı...Ben de ilk kez ortaokul üçte aşık olmuştumda;bir türlü söyleyememiştim...Yıllar geçti.O çoluk çocuğa ve toruna kavuştu.Ben de, öyle...Bazen karşılaştığımızda hala o heyecan içimde...Yine de:
" Seni seviyordum,aşıktım" diyemedim...
Duygu yüklü, güzel bir paylaşımdı...Tebrikler...
Sevgilerimle arkadaşım...
ayhansarıkaya tarafından 5/14/2010 11:15:40 AM zamanında düzenlenmiştir.
Yüreğinize sağlık güzel bir yazı.
Özetinin özünde…
“Olmadı, bir türlü beceremedim işte. Geçmişte yaşadığım olaylar mı, yapım mı, karakterim mi, yoksa kaderim midir bilmem.”
Demişsiniz…
Genel olarak çoğunluğumuz yaşama temel kural olarak büyüklerimizden ve çevre duyumlarımızdan edindiklerimizi kaderle örtüştürerek akla ve bilime uygun olmayan bir tanımla yetiştirilmekteyiz.
Bilgi donanımlarımızla gelişkinleşen aklın ve yüreğin özgürlüğünde ancak dilimiz gerçeği söyler. Özgürleştiğimiz evrede dilin gerçeği söyleminde de birçok eylem için geciktiğimizi anlamaktayız…
Tüm bunlara karşın yine de aklın edinimlerinden dolayı dilin doğruyu söylemesi güzeldir… Selamlar
Hepimiz aynı şeyleri yaşadık dost.
Beklenmedik anda kız lâf atardı, kulaklarımız duymazdı.
Okula beraber yürümek için yolumuzu bekler, dirsek dirseğe yürürdük, tek kelime konuşmazdık.
Haaaaaaaa;
Öyle lise yıllarındaki aşklarına(!) takılıp kalan ve evlenenleri de gördük; altı ay sonra baktık ki herşey bitmiş.
O tür anılar, bizi bi türlü bırakmadılar.
Geçmiş olsun.
aaaa olurmu .....yazık....
insan nasıl söylemez sevdiğini...üzüldüm doğrusu..çok güzel anlatım...
şimdi geçler daha cesaretli....daha özgür yetişiyorlar.... böyle bir durumda hemen sevdiklerini söylerlerdi... ...hayatınızı ....okumaya devam ....siz yazmaya..... sevgiler....