- 2441 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ALLAH’IN EMRİ VE PEYGAMBER’İN KAVLİ -I-
Kapının önünde ellerinde çiçekler, hayatında giyinmesini pek sevmediği takım elbiseleri, bir de kız istediğin anlaşılsın diye ele tutuşturulan çikolata ve çiçeklerle ne yapacağını bilemeyen ve sürekli nasılım sorularıyla yalan söylememe neden olan baş belası arkadaşım Süleyman, heyecanını bir türlü yenemiyor ve gizleyemiyordu.
- Nasılım?
- Süper ötesi… Sana kız vermeyecek ailenin alnını karışlarım.
- Eyvallah Kanki.
Rabbim lütfediyordu da insanların içinden geçirdiklerini kendilerinden başkaları göremiyordu. Ah güzel huylu arkadaşım Süleyman! Gerçek şu ki sen tipten kaybediyorsun. Ama paran pulun var. Koskoca organize sanayisinin arabalarının yıkama-yağlama işini sen yapıyorsun. Namaz, abdestti zaten sormuyorlar. Gerisi angarya! Tamam, kız istemeye gidiyorsun, tamam annen baban trafik kazasında vefat ettiler. Ve tamam, büyüklerin olarak amcalarını ve halalarını yanında getiriyorsun da ben ne alakaya maydanozum kız istemeye giderken? Anlıyorum, heyecanına yeniliyorsun ve benden yardım talep ediyorsun. Sanki ben bu işte çok profesyonel birisiyim de… Biz de bekârız be Süleyman. Bizde ne tip var ne de para. Namaz, abdest var; ama bu işlerde pek de nazı geçmiyor bunların. Şanslısın yine arkadaşım! Hadi yine iyisin… Dediğim gibi biz de bekârız; ama madem sen istedin, bir çaresine bakarız.
Zilin üzerinden elini çeksene Süleyman! İçerdekiler şimdi küfürler saydıracak sana. Bu kadar heyecanlanacak ne var ki canım? Sanki şu koskoca dünyada kız istemeye bir tek sen gidiyorsun. Bak okuyuculardan çoğu bile bu işlerde ter dökeli yıl-lar olmuş. Sen de dökeceksin terini Süleyman! Bu, oto yıkama-yağlama işine benzemez!
Evin içi çok güzel ve tertemiz. Güzel bir dekorasyona ev sahipliği yapan Süleyman’ın müstakbel kayınpederinin ahşap dekorasyonu ustası olması, bize evin içerisine girişte her şeyi anlatıyor. Her tarafta dantellere, örgülere rastlıyorsunuz. Televizyonun, radyonun, dolapların hatta sürahinin üzerinde bile danteller var. Üzerinde dantel olmayan tek şey bardak. Onun da üzerini peçeteyle kapamışlar. Bu nasıl bir süsleme sanatı veya dekorasyon anlayışı anlamış değilim. Gerçi sevgili okuyucu, zevkler ve renkler tartışılmaz değil mi? Sanırım müstakbel gelinimiz ev hanımı… Düşündüm de ev hanımları yemek işinde de oldukça maharetliler. Vay Süleyman vay! Durdun durdun turnayı gözünden vurdun. Dört ayak üstüne düştün be dostum! Zaten biz de şans yok ki… Bize denk gelmez böyleleri. Şans olsaydı zaten anamızdan kız doğardık. Ama neyse… İyi ki kız doğmamışım be Süleyman! Yoksa bu tiple evde kalırdım büyük bir ihtimal.
Gelin adayımızın babası uzun uzun bana bakıyor. Bu durumdan oldukça işkillendim. Allah kahretsin! Hay akılsız kafam! Ben niye takım elbiseyle geldim ki kız istemeye. Kızı isteyecek olan Süleyman. Takım elbise senin neyine ileri zekâlı?
Hoş beş sohbetin ardından, Süleyman’ın müstakbel kayınpederinin açıl susam açıl demesinin hemen sonrasında kapı açılmış ve içeri yenge hanım hazretleri ellerinde tepsi ve üzerinde malumunuz kahveleriyle içeriye ağır adımlarla girmiş bulunuyorlardı. Süleyman’ın amcalarına, halalarına ve Süleyman’ın kendisine kahvelerini uzattıktan sonra sıra bana gelmişti. Yenge Hanım, Süleyman’ın müstakbel kayınpederinin beni süzerek bakışının aynı temposuyla bana kısa vadeyle bakmaya başladı. Ben de ne yapacağını şaşırmış halde gözlerimi bir aşağı, bir yukarı, sağa, sola gezindirmeye başladım. Ulan Süleyman araya girsene… Bir karışıklığa kurban gideceğim. Damat adayının kendinin olduğunu söylesene… Sen benden de ileri zekâlısın Süleyman!
Yenge Hanım hazretleri, kahveleri dağıttıktan sonra benim tam çaprazımdaki koltuğa oturarak başını aşağıya eğdi ve konuşulanları dinlemeye koyuldu. Ara sıra gözaltından beni süzüyor, konuşulanları dinliyor gibi görünüyor, söylenenlere hafiften hafiften tebessüm ediyordu. Süleyman garibimde ne yapacağını bilmediğinden sağa sola bakınıyor, ahşap işlemeleri izlermiş gibi görünerek gözaltından Yenge Hanım Hazretlerine bakıyordu. Derken Süleyman’ın büyük amcası iki hamleyle –bir sağa bir sola doğru- kendini toparlayarak konuşmaya başladı.
- Efendim buraya asıl geliş nedenimiz sizin de bildiğiniz üzere hayırlı bir iş için… Kızınız Emine’yi gördük beğendik. Uzun laflar sarf etmeden diyorum ki: Allah’ın Emri Peygamberin Kavli ile kızınız Emine’yi – Süleyman’ı da eliyle göstererek – oğlumuz Süleyman’a istiyoruz.
Ortalığı aniden bir sessizlik kapladı. Sanki birkaç dakika sonra fırtınalar kopacak gibi… Müstakbel kayınpederin ve Yenge Hanım Hazretleri’nin gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Ne yapsın garipler? Damat adayını ben zannetmişlerdi. Hayal kırıklığı mı içine düştükleri yoksa ufaktan ufağa sevinç mi bilemiyordum. Derken, kayınpeder bir iki yudum öksürdükten – Öhö, Öhö’den- sonra kelimeleri ağır adımlarla boğazından çıkarmaya başladı.
YORUMLAR
Fatih Kayabaşı
Saygıyla...