- 628 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Düş Salıncağıdır Hayat
Gövdemizin yosun kokulu derinliklerinde gizlenir her zaman aşk
Ömrümüzün hicran köprülerinden geçeriz biz kavuşmalar umarak
Hercai sızılar süreriz avuçlarımıza, kaypak bir pistteyiz yalınayak
Bir düş salıncağıdır hayat, hüzzam acılar kentindeyiz ah çırılçıplak
Yorgun gemilerin güvertesinde bir şimale dayarız yüreğimizin köşkünü, titrer içten içe su. Avuçlarımızın kamarasına nefesimiz düşer, sözcüklerin ılık savrukluğunda sürüklenir ruhumuzdaki o ağrılı kum, üşür kendi içinde denizler. Düş sorguya kapanır, sorgu kendi derinliğinde ağrılı bir duvar gibi üstümüze yuvarlanır ve umarsız sezgilerle üzerimize çöker o çok sırlar verdiğimiz geceler.
Geçmiş zaman kucaklaşmalarının düş sandallarına atınca gövdemizin özlemlerini bir sancı sokulur gönlümüzün avazına, sarsılır düşlerimiz. Kırık bir düşünüşün zemherisine uzatınca ellerimizi dökülür içimizden söz, avuçlarımızda üşür aşk denen köz ve ılıman bir yolculuğa kapılır gözlerimizdeki öz. Oysa her düşünüş bir sarılıştır, sancılar özlemi kutsal kılan bir vefa sığınağıdır.
Yangının dili üşüyünce, anlarız ki, mevsimler aşkla buluşmasını tamamlamıştır. Göz göz olan yaralarımızın hicran esintileriyle ve ruhumuzun hiç tamamlanmamış sevda dosyalarıyla bir mevsim daha yaşanacaktır. O mevsim ki, ismine Eylül denilen ve yüreğimizin derinliklerinde bizi yaşama ilikleyen. Kabımızdan taşıp uzak ormanları düşledikçe bir el yapışır yakamıza, mağrur yalnızlıkların lekelerini temizlemek için. Çığlıklar büyür o an, dil feryada düşer, korku ormanlarında kendini sınamak için.
Yol tutunuşlarımızın kıymetsiz taşlarına adımlarımızı verdikçe bir meçhul ağrının tırmanışı başlar yürek zirvelerimize. Her hatırlayış bir şiirin dizesini oluşturur, biz yağmurlara serdiğimiz sözcüklerimizi kurutarak yangınlar çıkarırız. Kendi sızılarımıza uzanan el gibi, ruhumuzun gelgitlerini soylu yüzleşmelerle ağırlarız. Hep umutsuzluk duaları büyümez dilde, engin üzünçlerin kaygılarını göklere serperken içten içe ağlarız.
Kırık can parçalarına aksettikçe cam parçaları ruhumuzun izbe odalarına ışık düşer. Hızla tükenen mevsimlerin değişken odalarında bağdaş kurup oturdukça, nazla büyüyen güllerin kar altındaki inleyişlerine kulak kabartırız ve bir avuç gözyaşı dökeriz beyaz düşlerimize. Yapışkandır oysa mevsimler, kendi kimliğimizin sularına bu yüzden damla düşer ve içimizin öykülerini en çok biz üşüdükçe yüreğimize serper.
Kırık ikindilerde bir sehpa arardı gözlerimiz, miadı eksik kavuşmalara ulaşmak için, ayaklarımızdaki titrek vuslata aldırmazdık/Kırık sevda yüksünmeleriydi yüzümüzdeki telaş, umarsız sevilerin kentlerinde içimizdeki coşkulara izbe odalar arar iken/Göğsümüzdeki kramp sancıları artardı, Eylül gönlümüzün aralı kapılarından usulca bakardı ve ikindi yağmurları inmeden bu şehre zamansız bir ayrılık her ikimizi de yüreğinden uzaklara atardı.
Şafak ay çağırırken karınlığına biz yüreğimizin kanayan yerlerine şiirler asmayı severiz. Albenisi eşsizdir sevdanın. Göklerden yağmur diler, yumarız gözümüzü aşka. Soluğumuz nemli sabahlar gibidir, dudaklarımıza öfkeyi çağırmadan. Bir çıngı gibi kızılcık dallardan düşer yaşanmışlık. Sorularla kendimize sokulduğumuz ve sıkıldıkça beklemekten yine özleme koştuğumuz bir duruşun yanıtlarıyla bölünür uykularımız. Yel perdeden süzülerek dokunur tene ve her bekleyiş bir gün tutunur kendisine.
Soylu fısıltılarla içimize işleyen renklerin izdüşümleri titrek bir mumun gövdesine sarılır, vakit akşam olunca. Yangın kıyısını arayan dalgaları çağrıştırır ve yanaklarımızdan şelaleleri akıtır. Dumur acılarla ve zamansız coşkularla geçer yine de günlerimiz, vefayla harman olmuş her şarkı bize en ölümsüz an’ları anımsatır. Gönüldür bekleyen ve ömürdür sonsuzluk gibi gölgesinde dinlenilen. Gökyüzünün esnek kanatlarına tutundukça bir dağ havası yakar genzimizi ve dudaklarımızda eşkıya ezgileri. Fırtına dalar sonra göğsümüzden içeri, bölünür umudun kırk bir yerinden varılamamış hareleri.
Akıp giden bir zamanın yudumlanamamış deminde bir yutkunuş böler uykularımızı, gecenin tam orta yerinde. Kırık bir söz oluruz düne, bakışlarımız kapılır gider yıldızların dans ettiği göklere. Ağrımızın yaman kapsüllerini içer, gönlümüzdeki hüzzam şarkılarla karanlık denizleri geçeriz. Cılız sevinçlerimizin bağbozumlarına gölgemiz düşünce bir mahzenin karanlığına sapar adımlarımız. An koyu düşünüşlerin yaman ağrılarında aşk bekler kapıda, sonsuz bir sarılışla göğsümüzdeki sol ağrıyı kavrar.
Selahattin Yetgin
Bu Şiirin Hikâyesi: Zamansızlık tümcelerinden artarak kendimizle dans ettiğimiz bir ömrün pistinde hayat süreriz hüzünlü yanaklarımıza, o an dallara mevsim düşer. Her düşünüşün kanamalı günlüklerinde sevgiyi tarar simyacılar, hayat bazen bize de küser. Dudaklarımızdaki titreyişler asildir yine de, her hıçkırık nöbetinde bir özlemin müebbet sancıları içimizden çoğalarak şiirlere akseder.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.