DEDEMİN AVRUPA ÖYKÜSÜ
Pis Türkler, kara kafalılar, defolun gidin buradan artık yurdunuza dönün sözleri belleğimde iyice yer etmişti. Her gün karşılaştığım ya da arkadaşlarıma karşı söylenen bu sözler kimi zaman sözlü sataşmalara, kimi zaman da kavgalara yol açıyordu. Ama ben onlarla hiç kavga etmek istemiyordum. Gerçi bana böylesi sözler söylemiyorlardı bana sen bizim dilimizi iyi konuşuyorsun bizimle birlikte oynuyorsun ayrıca düşünce ve davranışların da onlarınki gibi değil diyorlar. Onlar bütün yabancıların kendileri gibi olmasını istiyorlar. Sanki Hollandalıların hepsi aynı mı.
Bence her insanın kendine göre bir kişiliği vardır. Kimse kimseyi benim gibi olsun diye zorlamamalı bu ayrımcılık gün geçtikçe çok zoruma gitmeye başlamıştı. Çünkü o karakafalı , pis dedikleri insanlar ve çocukları, bizim gibi başka ülkelerden buraya gelmiş göçmenlerdi. Büyüklerimiz de onların büyükleri gibi çalışıyorlar; vergi veriyorlar ve paramızı burada harcıyorduk. Anayurdumuza buradan bir şeyler çalıp götürmüyoruz ki. Üstelik anam ile babam Türkiye’ye geri dönmeyeceğiz diye bir de ev satın almışlardı.
Bu ayrımcılığın bir değişiğini de Türkiye ye gittiğimizde yaşıyoruz. Oradaki çocuklar, bizi oyunlarına katmıyorlar. Alamancı gavur, ne olacak, deyip bizi kıskanıyorlar.
Burada ve orada , ne istiyorlar bizden bilmem ki. Kimiz biz, ne kötülük yaptık bu insanlara, neden bize insan gibi davranmıyorlar.
Offff… of bunları düşündükçe kafamın içi sanki sepet gibi oluyor. Bu olup bitenlere bir türlü akıl erdiremiyorum. Yapılan bu ayrımcılıklar ister istemez beni bunaltıyor ve kafamın içinde gizli bir düşmanlığa dönüşüyor. Kin ve nefret duygularım gün geçtikçe artar oldu. Biz kimiz, bunlar kim. Neden buradayız. İnsan ne demek. pis temiz, kara kumral, türk.. artık aklıma takılmayan soru pek yok gibi ama kafamda bunların yanıtı da yok. Düşmanlığımın büyük bir çoğu da aileme karşı gelişiyordu. İçimden diyordum ki. Sanki ne var da gelmişler buraya. Keşke gelmeselerdi de, anayurdumuzda kalsaydık olmaz mıydı.
Anam babam, ninem dedem ve yakınlarıma olan sevgim, bu düşüncelerden beni bazen vazgeçiriyord., Boş ver neyine gerek, dediriyordu. Kimi zaman da; belki bir nedeni vardı da buraya geldiler, diye düşünüyordum. Ama, ben ah bir büyüsem , bak nasıl döneceğim o şirin Anadoluma. Peki ama, babam da burada büyümüş. O neden geri dönmüyor dedelerimiz neden buraya gelip yerleşmişler. Türkiye de niye bize alamancı gavur diyorlar. Gel de sen merak etme, neden bu olanlar böyle diye,. Sınıfta sıramda oturmuş,, dalgın bir biçimde bu olanları düşünürken, paydos zilinin çalması, bir an olsun beni bu duygulardan ayırdı.
Ama ben, bu göçmenliğin gerekçesini öğrenmeyi iyice kafama koymuştum.
Birazdan eve varır varmaz, bu konuyu anama soracaktım. Ama anam bilmez ki. Ona ne sorsam, hemen git babana sor der. En iyisi babama sormalıyım. Ne de olsa babam çok şeyi bilir. Eve vardığımda her anki gibi anam beni kapının eşiğinde karşıladı. Henüz bana, günün nasıl geçti yavrum demeden;
Ana babam evde mi?
diye soruşum onu ister istemez şaşırtmıştı .
Ne o yavrum yoksa, okulda bir durum mu oldu?
Yok be ana. Kafamı sürekli rahatsız eden bir konu var da, onun için babamı sordum.
Böyle deyince anam hepten şaşırmıştı.
Aman be kızım beni iyice heyecanlandırdın. Sen önce içeri gir de , şu aç karnını doyur. Eğer bildiğimiz bir konu ise sana yanıt veririz. Haydi, haydi içeri gir bakalım.
Anacığım, yemeğimi sonra yesem de olur. Siz önce bana o konuyu anlatın, ne olur biricik anacığım.
Biz kapının eşiğinde ayaküstü tartışırken, babam duymuş olacak ki, oturma odasından beri bana seslendi.
Ne o kız? gel bakalım buraya. Bizden neyi öğrenmek istiyorsun, haydi söyle bakalım.
O an, o kadar duygulandım ki. Boğazımda bir şeyler düğümlendiğini hissettim. Sonra da kafamın içindeki bütün her şeyi sorarsam bana kızarlar mı, diye korkmaya başlamıştım. Bir yandan da içimden, öğrenmeliyim, bir solukta hemencecik her şeyi babam bana anlatır diyordum.
Bu konu çözülmesi gereken bir bulmaca olmuştu benim için. Eğer öğrenirsem, içim rahatlar, mutlu ve daha güçlü olurum diye inandırmıştım kendimi.
Yine dalmış, bunları düşünürken bu kez de babamın sesi kendime gelmemi sağladı.
Haydi kız sorsana sorunu. Niye öyle derinlere dalıp gittin.
Şey babacığım. Biz neden yurdumuzda değil da Hollanda da yaşıyoruz. Neden yurdumuza geri dönmiyeceğiz? Dönsek ne olur babacığım? Hanginiz iyi biliyorsanız bana anlatır mısınız?
Benim bu sorularımı dinleyen anam, birdenbire sinirlenip mutfağa doğru yürürken kendi kendine mırıldanıyordu.
Hıh! ben de önemli bir şey sanmıştım. Ha burada ha orada yaşamışsın, ne var bunda merak edilecek. Biraz önce ne dedim ben sana. Önce mutfağa geç de şu aç karnını doyur. Çocuk dediğin her şeyin sırrına ermemeli.
O anda kendimi suçlu gibi hissetiğimi düşürürken babam söze girdi
Bak hanım! çocuk dediğin her şeyi merak edebilir. Bunda kızacak ne var. Şimdi ben de bu konuyu bayağı merak etmeye başladım.
Anam, ‘’haydi ne haliniz varsa görün.’’ deyip mutfağa gitti. Babam ise beni yanına çekerek başımı okşamaya başladı. Babam da bana içten davranmasa neredeyse ağlayacaktım. O kadar doluksamıştım ki..
Bak kızım, anan da benim gibi bu işin nedenini tam bilmediği için sinirlendi ve hemen mutfağa gitti
Ama baba, ben kötü bir şey söylemedim ki.
Tamam yavrum. Ananın kalbini kırmayalım. Sen şimdi onun sözünü dinle, sofraya gidip karnını doyur. Akşama dedengile oturmaya gider, ona sorarız.
Neden dedeme soruyoruz babacığım.
Çünkü benden önce buraya deden yaştakiler geldi. O zamanlar ben de senin gibi küçük bir çocuktum. Böyle önemli bir konuyu senin gibi babama sorma gereksinimini hiç duymamıştım.
Siz de dedemle birlikte mi buraya geldiniz?
Hayır yavrum. Babam tek başına buraya gelmişti. O yaz tatillerinde bir iki aylığına Türkiye’ye gelir ,tekrar buraya dönerdi.
Dedemden ayrı yaşamak zor gelmiyor muydu size?
Elbette zordu. Onun izine gelişi bizim için bir bayram, dönüşü hüzün olurdu.
Onun için mi sizi buraya getirdi?
Vallahi bilmiyorum ama yalnızca şunu anımsıyorum. Deden ninene dedi ki bu yaşantıdan usandım. Sizi de oraya götüreyim de sen yemeğimizi yapar, çamaşırlarımızı yıkarsın. Oğlanlar da okur, daha sonra onlar da işçi olur, çalışırlar. Çok para kazanırız. Daha kısa sürede Türkiye ye döneriz.
Peki niye öyle yapmadınız?
Öyle yapanlar oldu da, Türkiye de perişan oldular. Bir daha da buraya geri dönemediler. Biz de o yüzden korktuk, bir türlü kesin karar veremedik.
Biz de kesin dönersek, onlar gibi perişan mı oluruz?
Ben kesin bir şey diyemem yavrum. Burada sanat okulunu bitirdim. Hemen işe başladım. Annenlede Türkiye de tanışıp evlendim. O da buraya gelmek zorunda kaldı. Ben orayı unuttum sayılır. Üstelik sen de burada doğdun. Oraya dönersek durumumuz ne olur bilemem.
Ama dedem emekli, onun maaşı bize orada yetmez mi?
Orada da hayat pahalı yavrum. O maaş ancak dedenle ninene yeter. Deden dönmek istiyor ama ninen bizden ayrılamıyor. Bu konuları birinci kuşak çok iyi bilir.
Kuşak ne demek babacığım ?
Ha ha hay .. sakın bel kuşağı anlama, bu kuşak yaşlı, genç, çocuk gibi kavramları belirtmek içindir.
Nasıl yani?
Bak! deden ve ninen birinci kuşak, yani onlar buraya ilk gelenler olduğu için birinci kuşak diyoruz. Ben ve annen yaştakiler ikinci kuşak, sen de bizim çocuğumuz olduğun için üçüncü kuşak oluyorsun
Evet şimdi anladım babacığım
Bu kadarını anladıysan çok iyi. O zaman şimdi doğru yemek yemeye. Daha sonra da Avrupa ya geliş öykümüzün baş kahramanlarından deden ve nineni görmeye gideriz.
Hemen sevinçle mutfağa gidip anamın hazırladığı o güzelim lezzetli yemeklerden yeyip dişlerimi fırçalayıp, ellerimi yıkayıp kuruladıktan sonra babamın karşısına dikildim.
Babacığım haydi gidelim. Ben hazırım .
Hele dur yavrucuğum. , acele etme. Dedengiller evinden kaçmıyor ki. Önce anan bulaşığı yıkasın, üstünü giysin öyle,. Henüz kardeşlerin bile hazır değiller.
Tamam babacığım, özür dilerim.
Peki babacığım , bizler pis miyiz?
Aman yarabbim bu kız ne kadar da geveze olmuş. Herif bu kızı hep sen şımartıyorsun.
Kızma hanım kızma. Onun niye öyle sorduğunu ben biliyorum. Sen iyi Hollandaca bilmediğin için kimi ırkçıların söylediklerini de bilemezsin.
Tamam ben bilmiyorum, ne diye sizin sözünüze karışıyorum ki, delilik işte.
Nerde kalmıştık. Ha bak yavrum, dünyada pis insan pistir, temiz de temizdir. Her milletin pisi de var ,temizi de. Demek istiyorum ki, eğer bir toplumda , temizlikten anlamayan pis kişiler varsa, o toplumun hepsi pis demek değildir. Türklere pis diyenlerin yüreklerinin ve kafalarının içi pistir. Onların toplumsal eğitime gereksinimleri vardır.
Ama babacığım neden bizim saçlarımız ve tenimiz onların renginden değil. Gözlerimiz bile ayrı renkte.
Yavrucuğum beni o kadar da köşeye sıkıştırma.Türkiyede herkesin rengi aynı mı,değil değil mi. Bu konuları biraz da okuldaki öğretmenlerine sor. Ama yine de yarım yamalak anlatayım.
Bildiğin kadar anlat babacığım, o bana yeter.
Bak kızım. Benim de bu konu çok dikkatimi çekti. Bizim gözlerimiz genellikle kahverengi, bunlarınki mavi veya yeşil gözlü. Bizim Anadolu’da hayvanların gözleri genelde kahverengidir. Ülkelerin iklim durumları kişilerin renklerini büyük ölçüde belirliyor. Eğer dikkat edersen ekvator çizgisine yakın ülkelerde, örneğin; İtalya, Türkiye, Yunanistan da kişiler birbirine çok benziyorlar. Kuzeyde yaşayan Hollandalılar, Danimarkalılar ve Norveçliler de birbirlerine çok benzerler. Bunun tek sebebi bence yüzyıllarca aynı iklim koşullarında yaşadıklarından renkleri soyaçekime dönüşmüştür.
Babacığım kişilerin esmer ya da kumral olmaları çok önemli midir.
Hayır yavrum. Kişilerin renkleri değil insan olmaları. İnsancıl olmaları önemlidir.
Ben babamla iyice dalmış konuşurken, anam içeri girdi.
Haydin bakalım, ben hazırım. Gitmek istiyorsanız gecikmeyelim.
O akşam dedemgile gittik. Karşılıklı hal hatır sorduktan sonra. Babam dedeme;
Baba, bu akşam size gelişimizin asıl nedeni neydi biliyor musun?
Neydi oğul? Hem ben nerden bileyim.
Hemen ben söze karıştım.
Benim için geldik dedeciğim.
Evet baba, bu bizim kızın büyük bir derdi vardı da, onun iç in geldik.
Vallahi çocuklar, beni çok şaşırttınız, hem de heyecanlandırdınız. Neymiş bakalım derdiniz?
Bizim kız merak eder durur be baba.
Evet dedeciğim, her gün merak eder dururum o konuyu.
Neymiş yavrum , anlatın da ben de meraktan kurtulayım.
Biz Avrupa ya neden geldik., niçin burada yaşıyoruz?
Onu her gün merak eder dururdum. Bugün eve gelince babama sordum. O da dedi ki; yavrum bu konuyu en iyi deden bilir. Biz de kalkıp, size geldik.
Çok iyi ettiniz yavrucuğum. Gel bakalım şöyle yanı başıma, gel gel. hımmm öpsün bakalım dedeciğin yanaklarından.
O ara dedemin iki gözünden yaşlar, yanaklarına doğru süzülürken, burnunun üstü kızarıp, gözleri gözyaşlarıyla dolmuştu.
Ah yavrum ah! sen o günleri hiç sorma bana. O günleri anımsamak bile, işkence görür gibi geliyor bana. Şimdi sizler de yakınımdasınız da, eskiye göre biraz olsun rahatım.
Dedeciğim eğer üzülürsen anlatma. Ben bu konuyu anımsayınca üzüleceğini hiç sanmamıştım.
Önemli değil yavrum. Benim gibi binlerce dede o günleri yaşadık. Şimdi ben de sana anlatmazsam ,buraya geliş nedenimizi nasıl öğreneceksiniz. Her ulus gibi,ailenin de bir tarihi vardır. Avrupa da ki öteki Türkiyelilerin tarihi de hemen hemen bizimkinin aynıdır. Onun için size tarihimizi anlatmak zorundayım. Dedi. Ve nineme seslendi.
Gız hanım şu benim eski albümü bir getir hele
Ninem,albümü dolaptan aldı geldi, dedeme verdi. Vardı anamın yanına oturdu, söyleşiye daldılar. Babamınsa sanki bir kulağı onlarda bir kulağı bizdeydi. Dedem;
Bak yavrum işte bu fotoğraf benim buraya ilk geldiğim zamanki durumum.
aa. aaa.. burada amma da genç gözüküyorsun dedeciğim.
Evet yavrucuğum, o zamanlar çok gençtim.
Kaç yaşındaydın o zaman?
Henüz 32 yaşındaydım
Şimdi kaç yaşındasın?
57 yaşındayım
Desene dedeciğim sen buraya geleli 25 yıl olmuş
Evet yavrum , aşağı yukarı ömrümün yarısı bu memlekette geçti.
Dedeciğim sen neden Türkiye de yaşamadın da buraya geldin?
Yoksa orada suç işledin de devlet seni buraya mı sürdü. Avrupa ya geliş nedenini o kadar merak ediyorum ki.
Senin bu yaştaki merakın beni çok duygulandırdı, sevindirdi.Onun için ben sana yaşantımı tek tek anlatacağım.
Anlaştık dedeciğim. Hiç usanmadan seni dinleyeceğim.
Benim yaşımdaki kişiler çok iyi bilirler Avrupa ya geliş öykümüzü . Yalnız öncelikle şunu belirteyim ki, biz anayurdumuzda suç işleyip de buraya sürülmedik. Suç işleyen yalnızca devletimizdi.
Ama dedeciğim hiç devletler suç işlerler mi?
Elbette yavrum, diğer insanlar gibi devleti yönetenler de suç işleyebilir.
Nasıl yani!?
Eğer devlet, vatandaşlarını işsiz bırakmış, daha sonra da bu işsizleri, kimi zengin devletlerle anlaşıp ,oralara göndermek için her çabayı göstermişse, o devlet suçludur.
Dedeciğim sizi buraya zorla mı gönderdiler?
Zorla değil ama, bir kişi evinin geçimini sağlayamaz, yoksulluk içinde yaşar, yöneticiler de buna yurt içinde çözüm sağlayamaz, dışarıya gidin, kurtuluşunuz orada ,derse ne olur.
Evet seni anlıyorum dedeciğim. Burada onun için devlet işsizlere de maaş veriyor, değil mi?
Bak şimdi anlamaya başladın. İşte biz de; devletimizin teşvik etmesiyle buralara, yoksulluktan kurtulup varsıl olmaya gelmiştik. Birkaç yıl kalıp, biriktirdiğimiz paralarla dönecektik, ama halen dönemedik işte.
Dedeciğim, daha önceki yaşantımı sana anlatacağım, demiştin. Haydi Türkiye’den başlayıp, bu zaman kadar anlat olur mu?
Ben de zaten ninenle evlendiğim ve köyde yaşadığım o güzel günlerden başlamak istiyordum.
Sen köyde de mi yaşadın dedeciğim?
Evet yavrum. Bir zamanlar ben Anadolu nun küçük bir köyünde tarımcıydım. Orada babamdan kalma bir tarlamız vardı. Köyümüzün nüfusu azdı ama çok güzel bir köydü. Yemyeşil dağları, ovası, yaylaları, gür mü gür ormanları, şırıl şırıl akan çayları, türlü çiçekler kokan tertemiz havası vardı. Her türlü pislik ve gürültüden uzak şipşirin bir beldeydi.
Orası ne güzel yermiş dedeciğim . Şimdi o köyde yerimiz var mı?
Çok güzel yerdi. Orada ne bir karış yerimiz var, ne de evimiz var,hepsini sattık.
Dedeciğim senin hayat öykün de ne karmaşıkmış.
Evet öyle sayılır.
Köyde yaşayış nasıldı.
İnsanları orada ,birer kardeş gibi, dostça yaşarlar, kavga, dedikodu, hırsızlık nedir bilmezdik. Herkes birbirine her konuda yardımcı olmaya çalışırdı. Genelde kendi yağımızla kavrulur, yaşar giderdik.
Kendi yağımızla kavrulurduk ne demek?
Bir deyimdir yavrucuğum. Hiç kimseye muhtaç olmadan, yaşaman için gereksinim duyduğun malları kendin üretmen demektir.
Dedeciğim, bizim orada fabrikalarımız ve çiftliğimiz mi vardı demek istiyorsun?
Yok yavrum, onu demek istemedim ama düşündüğüne yakın bir konumdaydık.
Nasıl yani!?
İneklerimiz, koyunlarımız ve atlarımız vardı. Sütümüzü inek ve koyunlardan sağar, yoğurt, peynir ve yağ elde ederdik. Koyunların yünlerinden ip eğirir, iplerden kazak ve çorap örerdi nineciğin. Onların pisliklerini gübre olarak tarlamıza serper, tarlalarda domates, patates, biberine varana dek çeşit çeşit sebzeler üretirdik. Bizim orada büyük bir tarlamız vardı. Tarlalarda sebzemizi, ekmeklik buğdayımızı yetiştirirdik. Kendi ağaçlarımızdan meyvelerimizi yerdik. Yumurta ve et gereksinimimizin çoğunu tavuklardan sağlardık. Isınmak için gereksediğimiz odunu ormanlarımızdan sağlardık.
Ne güzel ve hoş yermiş oralar dedeciğim. Keşke orada kalıp rahat rahat yaşasaydık. Değil mi?
Evet, demesi kolay ama sonuna bak sen. O zamanlar suya, tuza para ödemezken gittikçe sorunlarımız büyüyordu. Kardeşlerim ve ben evlenmiştik. Evdeki nüfusumuz çoğalmıştı. Yerlerimizi kardeşler arasında bölüşünce her birimize çok az toprak düştü. Bu ne demek biliyor musun?
Biliyorum dedeciğim, yani evdeki insan sayısı çoğaldı toprağınız çoğalmadı.
Evet. Biz dört kardeştik. Babamın yerleri,hayvanları,ne var ne yok,her şey dörde bölündü. O zaman kişi başına düşen gelirimiz de azalmış oldu.
Buradaki çiftliklerdeki gibi bizim de traktörümüz var mıydı dedeciğim?
Hıh. Ne gezerdi be yavrucuğum. Öyle olsaydı bizim yerimiz 3-4 aileyi gül gibi beslerdi.
O zaman niye almadınız?
Traktörün ne olduğunu bilmezdik., tanımazdık bile onu. Bizim o zamanlar buradaki gibi modern tarım aygıtlarımız olmadığı gibi, tarlaya hangi ürünü ekeceğimizi bile bilmiyorduk. Anlayacağın kara düzen gidiyorduk. Bilgisiz bir köylünün toprağı olsa ne olur. Bak buradaki köylüler, el kadar topraklarda yaz kış nasıl çeşit çeşit ürünler yetiştiriyorlar. Devlet onlara ekecekleri ürünler konusunda sürekli bilgiler veriyor. Para yardımında da bulunduğu zamanlar oluyor.
Sonra ne oldu dedeciğim.
Sonunda cahillik işte, bu topraklar bizi doyurmuyor deyip köydeki evimizi tarlamızı, neyimiz var, neyimiz yok hepsini öldüm pahasına satıp kente göçtük.
Kentte ne yaptınız?
Ne yapacağız, bize kent yaşantısı yabancıydı. Baban yeni doğmuştu. Hepsi beş çocuğum olmuştu. Diğerleri küçüktü. İş bulup çalışmak için sabahtan akşama dek işçi kahvelerinde dolaşıyordum. Elimizdeki parayla kötü bir ev bile alamadan bitirdik.
Sürekli iş bulamıyor muydun?
Bulamıyordum.
Nasıl geçiminizi sağlıyordunuz?
Bizler gün çalışıp,gün yerdik. Çoğu zamanlar aç kaldığımızı iyi anımsarım. Öylesi durumlarda komşular birbirlerine yardımcı olurlardı.
Peki dedeciğim ninem de çalışıp para kazanmıyor muydu?
Nasıl olur yavrum o zamanlar işsizlik çoktu. Hem o kadındı.
O sıra ninem söze karıştı.
Elbette yavrucuğum işsizlik vardı. İş olsa bile, bu koca herif beni işe salar mıydı.
Niye nineciğim, o zaman daha fazla para kazanırdınız.
Günün birinde tekel işletmesi kadın işçi alıyordu da. Ben de yazılıp orada çalışmak istedimdi . Bu boyu devrilesi deden, ben erkeğim, asla filancanın karısı filan yerde çalışıyor dedirtmem, deyip bana okkalı bir tokat atmıştı.
A aa gerçek mi dede?!
Şey, hım… cahillik işte evlat. Ne yapalım oldu bir kere.
Ama niye öyle yaptın.?
Ninem yine söze karıştı.
Niye olacak yavrum. Çalışan kadın orospu olurmuş. Deden bana, ben boynuzları takamam deyip, dövmüştü beni.
Dedeciğim doğru mu ninemin dedikleri,benim anam da burada işte çalışıyor. Şimdi O da kötü mü?
O sıra hepsi birden kahkahayı basınca, şaşırdım. biryerde yanlış mı yaptım diye düşünürken. Dedem gülerek yanıt vermeye çalıştı.
Gel bakim şöyle yanıma, sevsin seni deden. mmmh,şöyle içten öpeyim seni. Bak kuzum, bu yaşta sendeki bu akıl o zaman bizlerde yoktu işte. Eskiden kadın çalışmaz, çalışan kadın kötü kadın derlerdi. Biz de cahil olduğumuzdan hemencecik inanırdık. İşte onun için zavallı ninen az mı çile çekti. Şimdiyse kadını erkeği kalmadı, herkes uyandı yavrum . biz de cahilliğimizi anladık, anladık ama Avrupa ya temel attıktan sonra anladık.
O sıra yine ninem söze girdi.
Ya çocuklar nihayet yıllar sonra bizim herif zamanında yaptığı yobazlığı bağışlatmaya çalışıyor.
Tamam hanım tamam, olan oldu bir kere. Konuyu dağıtma da, şu çocuğa her şeyi anlatayım, öğrensin.
Hııı. İşine gelmeyince hemen bir kılıf bulursun.
Nine, bu zamana kadar nerdeydin.
Ne yapayım kızım, fırsatını şimdi buldum. Haydi siz devam edin.
Evet yavrum. Nerde kalmıştım. Ha. İş bulmuş çalışıyordum. Ama çok az aylık veriyorlardı. Her geçen gün tüketim malları zamlanıyordu. Öyle ki; son zamanlarda durumumuz köydekinden daha da kötüye gitmeye başlamıştı. Kısacası Türkiye de yaşamak bizler için gittikçe zorlaşıyordu.
O sıralar Almanya sözü milletin ağzında sakız gibi dolaşmaya başlamıştı. Durumu biraz iyi ve uyanık olanlar benim gibilerine Alaman’a gidip çalışmamızı, orada çok para kazanabileceğimizi, kazandıktan sonra da yurda geri dönüp,o parayla bir ev ve işyeri satın alıp, rahat bir hayat sürebileceğimizi öğütlüyorlardı. Bu da bizim aklımıza uygun geldi.
Ne yapalım yavrum, bir yanda yoksulluk bir yanda gurbet. Buralara zamanında gavur yurdu, bunlara da gavur diyorduk. Ama şimdi birlikte yaşıyoruz.
Gavur ne demek dedeciğim?
Müslüman olmayanlara o zamanlar gavur diyorduk işte.
Peki dedeciğim, biz hıristiyan olmadığımız için, onlar bize ne diyor?
Mmm, bilmem ki neyse o konuyu kapat. Diyeceğim yoksulluk itti bizi buralara. Devletimiz de ülkemize çok döviz gelsin diye, sağolsun bizlerin buralara gelmesi için çok uğraştı.
Dedeciğim bizim hükümet, niye size iş vereceğim demedi. Niye oralara vatandaşımı gönderemem demedi?
Ne bileyim yavrum. O zaman hükümetimiz de çok yoksulmuş.
Öyleyse şimdi desin. Hani sen bir kere bizim devlet çok zengin oldu, varlıklı oldu demiştin ya.
Kızım benim aklım bu işlere hiç ermedi. Sen boş ver o konuları. Benim adım o zamanlar işçiydi. Şimdi de,yine işçi .
Tamam dedeciğim. Buraya nasıl geldin.?
Ona buna sordum, soruşturdum. Dediler ki vilayette iş ve işçi bulma kurumu var. Oraya gidip yurtdışına kayıt ol.
Eeee
Durur muyum be kızım. Hemen gidip yazıldım. Haydi sen git, sıran gelirse biz sana mektupla bildiririz dediler. Ey tanrım. Bekle bekle ,aylar geçti, bir haber yok.
Neden dedeciğim.
Neden olacak meğer oradaki memurlara, sıraya girmek için rüşvet vermek gerekiyormuş.
Rüşvet nedir dede?
Rüşvet, para kızım para. Kimine göre çok değerli eşya da olabilir. İşim olsun diye memura gizlice verilir.
Yani rüşvet hırsızlık gibi bir şey mi oluyor.
Hırsızlıktan daha da beterdir.
O halde sen niye verdin dedeciğim?
Ne yapayım yavrum köprüyü geçene kadar eşeğe dayı diyeceksin . biz de öyle yaptık işte.
Eee sonra ne oldu?
Ne olacak., ben de gittim. Eşten dosttan biraz borç para buldum. Götürüp memura verdim. Aradan on beş gün ya geçti ya geçmedi. Bir gün evde otururken postacı kapımızı tıkladı. Gözün aydın müjdemi isterim. Sana işçi bulmadan mektup var, demez mi. Hey gidi hey !..o anı hiç unutamam yavrum. Postacının boynuna sarılıp herifi şapur şupur öpmeye başladım. Tamam koçum, hele bir Alamana gideyim, sana malbora sigarası getireceğim demiştim.
Alaman ne demek dede? biraz önce yine Alaman demiştin.
Yavrum biz eskiden Hollanda, Belçika, Fransa, İsveç ve öteki Avrupa ülkelerinin adını hiç duymamıştık. Hani şu Almanya dedikleri komşu devlet var ya, biz oraya Alaman derdik. Ne bilebilirdik bu kadar çok devlet olduğunu.
Eee nerede kalmıştık.
Hani mektup almıştın ya.
Evet şimdi anımsadım. Mektubu açtık baktık ki ne Alamanı, Hollanda yazıyor. Hem de altı fotoğraf ile nüfus cüzdanı ve buna benzer evrakları, haftaya filan gün filan saatte al, işçi bulma kurumuna gel, doktor denetiminden geçeceksin, diye yazıyordu.
Ama buraya gelmeye çok korkuyordum. Ya beni orada keserlerse, döverlerse diye bin bir türlü korku geliyordu aklıma. O sıra birkaç tanıdığım zengine ve öğretmene Hollanda yı sordum nasıl bir yer diye. Demesinler mi. Ohho, sen bayram et, orası güllük gülüstanlık. Çok zengin bir devlet. Korkma, hiç bir şey yapmazlar. Orası Alamandan daha iyi. Çağrıldığım güne kadar belgelerimi tamamladım. İşçi bulmaya gittim. Sıradan adlarımızı okudular. Orada bizi asker gibi ardı ardına dizdiler. Hepinize, çırılçıplak soyunun demezler mi.
Ay anam! o niye dede?
Niye olacak yavrum. İyi atın ağzındaki dişlere, iyi işçinin de hem ağzındaki dişlere hem de çıplak vücuduna bakarlarmış.
Aydaaa. Böyle şeyi de ilk defa duyuyorum.
Babam o sıra söze girdi.
Vallahi bana fabrikada öyle şeyler yapmadılar.
Dedem de ona.
Sen ne gördün oğul. Avrupa bizi seçti seçti aldı. Bu gördüğün otomatik makineler o zamanlar bir hayaldi. Bizler bileğimizin gücü ile gece gündüz., tozun toprağın içinde ölümüne çalıştık. Bu gördüğün fabrikaların otomatikleşmesinde biz yaşlıların alın teri büyüktür oğul,çooook büyük.
Onun için bizi Türkiye de, fabrikaların özel doktorları tepeden tırnağa muayene ettiler. Hele gürbüz, ellerin nasırlı olmasın. Bir dişi eksik olanı bile buraya almadılar. Biz öyle sıkı denetimden geçip de buraya geldik. Bak şimdi de belimin ağrısından duramıyorum.
Keşke gelmeseydin dede.
Ne yapayım yavrucuğum. Dedim ya, şu yoksulluğun gözü çıksın. Yoksulluk itti bizi buralara. İlk defa uçağa binip,fabrikanın şefiyle geldik Hollandaya.
Şef de türk müydü dede?
Yok kızım. Bizi işçi olarak çağıran fabrikanın doktoru, şefi hepsi Türkiye ye, bizi seçmeye gelmişti. Buraya gelirken de yanımızda geri geldiler.
Ninemler buraya senden sonra geldiler, değil mi?
Ohho… ninegiller yıllar sonra geldiler. İşte ilk geldiğimizde bizleri fabrikanın pansiyonlarına yerleştirdiler. İlk zamanlar çok zor geldi bize. İlk defa gurbetçi olmuştum. Nineni , çocuklarımı öyle özlüyordum ki, o zamanlar telefon ne gezer, mektuplarımız bir ayda ancak ulaşırdı yerine.Hele bu internet denilen şeyin adı bile yoktu.
Yemeklerinizi kim yapıyordu.
Fabrika bize Bolu’lu bir arkadaşı, aşçı olarak verdi. Yemeklerimizi o yapar, birlikte yerdik. Onüç yıl tek başıma burada yaşadım. Fabrikada öyle çalışıyordum ki, haşa eşek bile öyle çalışmazdı.
İnsan o kadar fazla çalışır mı dedeciğim. Yorulmuyor muydun.
Ne yorulması yavrum, hani bizim bir hayalimiz vardı ya, bir ev bir de dükkan almaktı. İşte ben o on üç yıl içinde iki katlı bir ev bir de dükkan yaptırdım.
O zaman niye dönmedin Türkiye’ye. hani dönecektin ya?
Dedim ya kızım. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Amcaların., halan ve banan büyüyorlardı. Onların geleceğini düşünmek de bize düştü. İki katlı bir ev ve bir dükkan nelerine yeterdi. Onları buraya getirmeliyim diye kafama koymuştum. Çünkü onlar da büyüdükleri zaman işsiz kalıp, benim eski günlerimi yaşayacaklardı. Bir yandan da ninen, başımın etini yiyordu. Ben de oraya gideceğim,senin orada sarışın karın var diye. Her mektubu gözü yaşlı, sitemli geliyordu.
Öyle olduğu doğru mu dede?
Yok yavrum. Kadın aklı işte.
Ninem öbür taraftan patladı.
Seni gidi hınzır seni. Hanginizin dostu yokmuş burada he. Söyle bakalım sizi önce davulla zurnayla karşılayıp şimdi niye defolun diyorlar he. Kırdığınız yumurta kırkı geçmiş burada.
Tamam hanım tamam ben torunumla söyleşiyorum. Hadi sen işine bak hele.
Elbette işine gelmeyince hep böyle dersin .
Haydi dede sen bizim konuyu anlat. Ninemi ve çocuklarını niye getirmiştin?
Yavrum ben düşünmüştüm ki, ninen bizim yemeğimizi pişirir, üstümüzü yıkar. Oğlanlar da büyüyor. Okula giderler, okulu bitirince de hep birlikte çalışır, daha çok para biriktirir, onlara da birer ev, dükkan alır öyle döneriz.
Tabii kızım deden öyle düşünüyordu ama o düşüncesi o zamanlardı. Bir de şimdi sor, nasıl düşünüyor.
Elbette şimdi öyle düşünemem. Türkiye ye dönünce orada nasıl bir iş yapabiliriz benim yaşım gitmiş ahım kalmış. Babangiller de Türkiye ye yabancı oldular . ortaokulu burada bitirdi. İşi de var evi de var. Üstelik çocukları da var.
Olsun dedeciğim, ben Türkiye yi çok seviyorum. Burada bize pis türk diyorlar.
Bak yavrum Türkiye’yi tüm Türkiyeli vatandaşlarımız seviyor. Yurdumuza canımız kurban olsun. Ama bizim ve siz çocukların sağlıklı, özgür yaşayabilmeleri için de bazı koşullar gereklidir. Bunu da hepimiz burada bulduk. Eğer kimi cahiller, pis türk diyorsa, hepsi de demiyor ya. Sen de pis demeyenlerle arkadaş ol. Pis diyenlere de, çok ayıp biz size pis diyor muyuz de, utandır onları.
Ama biz yabancıyız burada, bizim yurdumuz başka.
Biz yabancı değiliz artık yavrucuğum, göçmeniz göçmen. Buranın devleti bizi çağırdı, biz de geldik. O çocukların dedeleri ve babalarından daha çok bizim emeğimiz geçmiştir bu devlete. Bunu bunların yaşlıları çok iyi bilirler.
Siz ne yaptınız da emeğiniz çok dede?
Bizim geldiğimizde; pis, ağır,yorucu işlerde buranın yerli işçisi çalışmazdı. Onun için bizleri getirdiler. Bizler de yıllarca son gücümüzle, hangi iş olursa olsun, para uğruna çalıştık ve fabrikaların otomatikleşmesini sağladık. Bu sayede bu memleket daha da varsıllaştı. İşte onun için o çocuklar gibi senin de ülken sayılır burası. Ama geldiğimiz yeri de unutma ,,insanları ve doğayı da sev.
Dedemin yorulduğunu fırsat bilerek babam başladı benimle konuşmaya.
Bak kızım, anan ve ben burada fabrikada çalışıyoruz. Kardeşlerin de burada okula gidiyor . şimdi biz diyelim ki yurdumuza döndük. Ananla ben orada,hangi işte çalışıp para kazanabiliriz .Daha geçen yaz tatile gittik,çoklarını işsiz-perişan gördüm.
Ninem.
He oğul he. Eski kültürümüz hiç kalmamış orada, her şey bozulmuş. Bizim zamanımızda hiç bu kadar kötülükler yoktu. Ben bile memlekete dönmeye korkuyorum.
Anam ise
Vallahi bana milyonları verseler yine dönmem. Burada işim var gücüm var. Eve geldiğinde düğmeye bas kaloriferler yansın. Ya orda. Halen sobayla uğra, bulaşığa,çamaşıra su ısıt... her yük kadının sırtında. Fırsatını bulsalar oradakiler de kaçarak Avrupa ya gelecekler.
Babam yeniden söze girdi.
Bak Türkiye ye izine gittiğimizde çocuklar bile sizi oyunlarına katmıyorlar. Niye, çünkü onlarla oynarken sık sık Hollandaca konuşuyorsunuz. Onlar da sizi bunlar bizden değil diye düşüyorlar. Ayrıca, siz orada onlara karşı biraz da çalım satıyor, onları kıskandırıyorsunuz.
Dedem de
Doğru söylüyor baban kızım, diyerek babamı destekledi. Bir o var, bir de orada okula gidecek olsan onların her söylediğini anlıyamazsın. Kitaplardaki çoğu sözcüğü de anlıyamıyacağından birkaç yıl bocalarsın. Ama burada öyle bir sorunun yok.
Anam da .
He yavrum, dedi. Buradaki koşullar oradakinden daha iyi. Karnın nerde doyarsa vatanın orasıdır.
Ninem
Oku kızım oku. Burada size her olanak var. Bak, Türkiye de yüksek okulları bitirenler, boşta geziyorlar.
Evin içini bir süre sessizlik almıştı. Çoğumuzun başı öne eğilmişti. Sanki hep birlikte şöyle düşüyor gibiydik. Ne olur bizim yurdumuz da aynı böyle olsaydı da, rahat bir yaşam sürüp uzaklara gelmeseydik.
Dedeme baktığımda, gözleri dolmuştu. Buruk bir sesle şöyle dedi;
İşte böyle çocuklar, biz yaşlılar bu zamana dek, hep paranın ve yurda geri dönmenin düşünü yaşadık. Buranın dilini bile öğrenemedik . o yüzden bizler halen buralara uyum sağlayamıyoruz. Siz de Türkiye ye uyum sağlayamazsınız. Çünkü sizler burada doğdunuz, burada okuyorsunuz. Uyum burada sizler için ekmek arasına peynir koyup yemek gibidir. Size tek diyeceğim bizim gibi olmayın. Burada yerli halkla dostça, ayrımcılık yapmadan yaşamaya bakın. Anadolu benim yüreğimde bir özlem olarak kalacak. Ama… bizlerin buraya gelmesine neden olan vatan haini yöneticileri de tarih asla bağışlamayacaktır. Dilerim ki ; dünyada insanlar, işsiz, aç, perişan olmayıp herkes vatanında mutlu yaşasın.
Ninem ayağa kalkıp ona doğru.
Sende neler varmış herif de,ben bilmiyormuşum. Haydi bu konuları kapatın, bitsin artık. Gel kızım sen de, mutfaktan sizin için yaptığım keki getir,masaya koy. Ben de çayları getireyim. Artık tatlı yiyelim ,tatlı konuşalım.
Son sözler üzerine,kafamdaki soruların yanıtını bulduğuma, Türkiye ye dönüş yapamıyacağımıza da iyice inanmıştım. Ben mutfaktayken teypten en çok sevdiğim özlem türküsünün sesi geliyordu.
Ozan şöyle söylüyordu.
Söyle neden yaşıyoruz yurttan uzakta
Anadolu dar mı geldi da mı bizlere
Kucak açmış nedendir Avrupa bize
Anadolu dar mı geldi da mı bizlere
Yemyeşil dağları, ovaları, yaylaları var
Gürül gürül gürüldeyen ırmakları var
Türlü türlü sebzeleri, meyveleri var
Anadolu dar mı geldi da mı bizlere
Turnalar gibi her yaz yollardayız biz
Anayurtta, avrupa da horlanırız biz
Vergi, gümrük, askerlikte vatandaşız biz
Anadolu dar mı geldi da mı bizlere
20Haziran2000-Hollanda
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.