BİR ŞUBAT SABAHI
BİR ŞUBAT SABAHI
Sarı, yeşil, kırmızı, mavi…
Bir rüyaymış sadece. Bahar gelmiş şehre, herkeste bir bayram coşkusu, alınan yeni oyuncağı arkadaşlarına gösterip hava atan bir mahalleli çocuk edası. Gurur ve heyecan… Doğa ana rengârenk süslemiş o asfaltsız, gariban sokakları. Sevgililer misafir olmuşlar denize habersizce. Geri çevirememiş denizde onları “gidin” diyememiş. Yorulmuş artık yalnızlığını sahile vurmaktan, sevgisini deniz kabuklarına sarıp oradan oraya savurmaktan. Vefasız çıkmış deniz kaplumbağaları, uğramaz olmuş ay ışığı kırgın bedenine. Oda şikâyet edememiş bu mevsimlik sevgililere ne yapsın. Bir kalp daha resmedilmiş yaslı çınarın gövdesine. Biraz canı yanmış, kurumuş cildi, geçen zaman onu da yıpratmış ama karşı koyamamış bu rengârenk aşklara. “nasıl olsa kış gelir ve silinir isimler birer birer kalplerden” demiş kadere boyun eğercesine. Salıncakta bir küçük beden karşı koymaya kalkmış yerçekimine kendince. Yüzünde kışı zaferle atlatan bir karıncanın takındığı haklı gururu, hastalığını yenip hayata tekrar sarılan deyim yerindeyse ölümden sıkılıp yaşamaya karar veren bir babanın tarifsiz hayat sevinci var. Bir banka oturup seyrediyorum küçük kızı. Gözlerine bakıyorum ister istemez, o büyümüşte küçülmüşlük bu kızda da var galiba diyorum kendi kendime. Hemen de nasıl anladım, nasıl böyle bir kanıya vardım bilmiyorum. Ama dedim ya rüyaymış sadece. Bahar gelmemiş şehre. Siyah, gri, kahverengi…
Yağmurun sesiyle uyanıyorum. Soğuk bir şubat sabahından daha feci ne olabilir ki (seveniniz vardır elbet şubatı ve yağmuru ama benim aram pekiyi değil) . Yollar yine çamur içinde. Bakkala gidene kadar ıslanmamak için ne numaralar çektim görmeliydiniz. Bir şemsiye bu kadar ustalıkla kullanılabilirdi. İçim sıkılıyor gökyüzüne bakınca. Gün elinden geleni yapıyor içimi çocuksu bir sevinçle doldurmamak için sanki ya da taktım ya ben bu şubat ayına ne yapsa yaranamıyor zahir. Tek tesellim halamın bahçesinde ki ıhlamur ağacından toplanan ıhlamurlar oluyor. Sıcak bir ıhlamur çayı gibisi yoktur. Zaten o ağacında hakkı var üzerimde nasıl hayır diyebilirim ki. Şaka yapmıyorum ağaca tırmanmayı o öğretmişti bana, sonra bir kabahat işlediğimde bilirdim ki o korur beni iri cüssesiyle. Hani birinin elinde büyümek vardır ya işte bende o ıhlamur ağacının elinde büyüdüm resmen. Bir tırmanışımda fena yere çakılmıştım, düşerken dalın birine sürtündü kolum sanırım, bir hatıra bıraktı bana kolumda biraz kötü gözüküyor ama önemli olan taşıdığı anlam değilmi. Baksanıza o hala yanımda. Yıllar geçse de, birbirimizi eskisi gibi sıklıkla göremesek de, ben artık kabahatlerimi onun arkasına saklamasam da… Bir şubat sabahı, içimde ise bir ıhlamur ağacı…
Sanırım kendimi fazla kaptırmışım gördüğüm rüyaya. Bir mevsim bu kadar büyük bir etki bırakabilir mi insan psikolojisinde? Bu sorunun cevabına en büyük örnek ben olsam gerek ama bazen bir karartı kaplıyor içimi. Kendimi öyle bir bilinmezliğe sokuyorum ki sonunda kaybediyorum gerçeği, karıştırıyorum doğruyla yanlışı. İşte o zaman o pek sevdiğim güneşli günlerde fayda etmiyor eskiye dönmeme. Eskiye, hani o sevinmek için oldukça fazla sebebimizin olduğu yıllara, acımızın ilacını yara bantlarında bulduğumuz yıllara… İşte bu yüzden büyümekten nefret ettim ben. Yaş ilerledikçe hayata olan sorumluluklarımız artıyor, düşünmemiz gereken o kadar büyük sorunlar çıkıyor ki karşımıza sonunda ne kendimizi düşünecek zaman bulabiliyoruz, nede bahardan tat alabilecek dingin bir kafa.
Nedenlerimiz artıyor büyüdükçe. Yaşamak için bir neden, çalışmak için bir neden, hayata küsüp bir kenara çekilmek için bir başka neden… Açılan her yarayı kapatmak için bir başka yara açmamız gerekiyor ve üzücü ama hiçbir yara bandı şifa olamıyor bu acıya. Bazen o salıncakta sallanan kız çocuğunun yerinde olmak istiyorum. Saatlerce ileriye geriye gitmek, bir küçük tebessümle etrafa “bakın canımı yiyiyorum bir yerlere uçabilmek için fakat yine olduğum yere geliyorum ama buna rağmen çok mutluyum” diyebilmek istiyorum. Adam yerine koyulmamak istiyorum. Yaptığım yanlışları görmezden gelinip, bir iki nasihat la geçiştirilmek istiyorum. Bir pamuk şekerle kandırılıp, mahalle takımının en çok gol yiyen kalecisi olmak istiyorum. Benim hiç öyle yükseklerde gözüm olmadı zaten. “1–0 olsun bizim olsun” diyen kesimdenim yani.
Bırakın kansere falan çare aramayı da şu zamanı durdurun beyler. Her geçen yılda omuzlarımıza binen yükte gözle görülür bir artış yaşanıyor. Gelecek kaygısı aldı başını gidiyor siz hala yok domates yiyin ölü hücreleriniz canlansın, yok patlıcan kanserli hücrelerin çoğalmasını yavaşlatıyor, yok tatlı yeme, tuzlu yeme, mümkünse şu mezarını da ayarla da bize sadece gömmek kalsın diyorsunuz. Bugün idare edin beni üzerimde bir ters taraftan kakmışlık var. Dokunsalar bana isyan edip sokaklara çıkarak hayatı boykot edecekmişim gibi geliyor. Yaşlılık işte… Bir insan daha nasıl çekilmez olabilir onun ispatı içerisindeyim galiba.
Son olarak bir şey söylemek gerekirse; içinizdeki ıhlamur ağaçlarına sahip çıkın. Arada bir hatırlayın geçmişi ve bazen ne kadar kötü bir güne başlasanız da bir teselli bulun kendinize. Bir fincan ıhlamur çayı derde tasaya devadır benden söylemesi. Sağlıcakla kalın.
akin çkrn.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.