- 697 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Münferit Saatler
Saat .. kaçtı acaba?
Zaman kavramı,gece karların kesif kuşatması altında belirsizleşip gitmişti. Sıkıntıyla doğruldu,pencereye uzanmak istedi ama hemen vazgeçti. Neyi görmek istiyordu yada neyi görecek ti ki! Kuşatmaydı. Gittikçe tırmanan ve gittikçe yakınlaşan bir alev lokması. Palamarlar çözülüp kıyıyla tüm köprüler atılmıştı. Ama önce içindeki kendi kuşatmasını aşmalıydı. Kendi ben’ inin iç savaşı verilip bitirilmeliydi . Bir yığın kırıklıklarla çevriliydi her yanı. Önce güneş kırılıp loşlukta yitip gitmişti. Sonra birer ,birer o güzelim canlar. Öfkenin saatlerine sığmayan baskısıyla doğruluyordu yüreği .. Anılar çevrilip durmuştu duygular girdabında .. Kırık bir vazo parçası boydan boya çatlamış ayna ve ay ışığının boşluğa dokuduğu ince, ince ilmikler .
Bir patlama sesi daha karıştı martı seslerine. Belki de isyanıydı gri yalnızlıklara başkaldıran diri yaşam inatçılığının.
Bir kapı tıkırtısıyla bozuldu düşüncelerinin akışı. Kaos , didişme ve devinim. Sonra istekle doğruldu çabucak yerinden,kapıya doğru yürüdü. Dalmıştı. Kim o, diye sormayı bile düşünmeden anahtarı yuvasında çevirdi. Sonradan fark etti pervasızlığını ama geç kalmıştı. Koyu mavi bir gece , ocağına hapsedilmiş kızgın bir alev yalımı gibi hücum etti yüzüne. Korkuyla bir adım geriledi . Ummadığı ani bir darbe yemiş gibi sendeledi. Ama ürküntüsü fazla uzun sürmedi , alıştı. Son günlerde peşlerinde gezinen ters akışlardan birisiydi bu görüntü de.
Gözleri koyu mavi perdeyi aralayıp sessizliği sorguladı bir süre. Aşkın bir bekleyişti bu. Yine o kavurucu yılgınlık vardı havada. Kuşatılmışlık , ilk andaki coşkuluğu bekleyişini eritip bırakmıştı.
Saat kaçtı acaba ?
Gecenin bu saatinde kapıda ne işi vardı ? Buruk bir vazgeçmişlikle maviyi ne çok sevdiğini anımsadı. Nefretin ikiz kardeşi olduğu söylenirdi sevginin. Ama buna hiç inanmamıştı önceleri. Sevgi o kadar basit olmamalıydı diye düşünürdü. İnsan beyninden ve düşüncelerinden bir an içinde,bir an için parlayıp kaybolan yıldızlar gibi nasıl silinir giderdi. Paylaşılan, büyütülen ve güzelleştirilen bir dünya olmalı,derdi, sevgi. Ama galiba fazla büyütüyordu durumu. Neden hemen maviye olan nefretini sevgiye yüz çevirme manzumelerine dönüştürmüştü ki !?.
Bir zamanlar sınırsızlığının,özgürlüğünün ve özlemlerinin simgesi olan mavi şimdi kuşatılmışlığın rengi olmuştu.’’Du bakalım ’’,dedi kendi kendine . ’’Hesaplaşmalarında biraz aceleci davranmıyormu sun? Hemen kapıları sıkı sıkıya kapatmak niye? Her bulutlanan havadan fırtınalar beklemek kuşkuculuğuna sarılmak mı gerekiyor ? Hani hep barışıktın dünya ve yaşamla, hem de onca çelişkisine rağmen. Anımsıyor musun derdin ki ; insan önce sevmeyi öğrenmeli ki dönüştürmeyi başarabilsin . Nerede kaldı o özenle kurduğun ilkelerin!?. Kuşatılmışlıkta hemen teslim olmaya mı seçeceksin.
Eli kırık cam parçalarının serpildiği sehpada, gözleri pencereye dikilmiş öylece oturuyordu. Bir kurt gibi beynini kemiren , sorgulayan düşüncelerden kurtulmaya çalıştı. Kısaca alınmış gibiydi kafası . Saatlerce orada oturmuş gibi her yanı sızlıyordu. Belki de iğneleri ve kuşkularıydı koyu maviliğin. "uzansam değer mi yıldızlara elim?" , diye düşündü "onun delişmen erişilmezliğine"..
" Hayal mi görüyorum ",kuşkusuna kapıldı bir an ."Gerçeklik neydi ve kusursuzluk ve kusursuzluğu kovalama inatçı bir çabayla." Yakaladığını , dokunduğunu sandığı anda kaçıp uzaklaşan sanrılı düşünce oyunlarımıydı yoksa ? Ama tarih ne oluyordu ? Yaşanılan bunca bir süreç ! Spartaküsler, Robespierre’ler ,Martin luther’ler ,ipte sallandırılan taze bahar uyanışları ve isimsiz insanlık onurları ? Hepsi beynin kıvrımlarındaki şeytanın ayak izlerimiydi, bir serap mıydı tüm yaşanmışlıklar?
"Bırak artık ",dedi kendi kendisine,içindeki arsız gevezeliğe."Gerçekliği yakalamak, kendi kuşatılmışlığını aşmak inkarla başlamazdı ki. O zaman bu , kendi varlığını da reddetmek anlamına gelmez miydi?
"Neden hep kolay çözümler düşlüyorsun ki",dedi içindeki ben,"Bak dokun elinin altındaki çam kırıklarına. Bastır parmağını ve hisset duyacağın acıyı. Yaşadığın kuşatılmışlığın en somut gerçekliği değil mi bu? Çevrendeki onca güzelliğe can çekiştirmiyorlar mı? O kadar kör mü oldun? Uyan artık! Kendi yarattığın cehennemde kavrulmak mı istiyorsun . Aptalsın sen öyleyse. Labirentleri de açıklığı da insan kendisi yaratır Çözümsüzlük hiç sana çözüm olur mu?
Elleri dudaklarına gitti gayri ihtiyari. Kıvrımlarını yokladı usulca . derin , terkedilmiş ırmak yatakları gibiydi kurumuş dudakları. Sevdalısının öptüğü yerlerde izleri duruyor mu hala? Yokladı,sıcak bir gül kokusu tadını aldı bahardan . Hep baharın çiçeğe durmuş zamanını anımsatırdı onun gelişleri . Irmağın mavi tenine tutunmuş nazlı Nilüferler gibi......
Kapı çalıyordu yine. Umutla doğruldu yerinden Sessizliği uyarılarını duyumsamadan, tüm duygu ve düşünceleri bekleyişle bütünleşmiş kapıya yürüdü. Rüzgara kapılmış sonsuzluğa sürükleniyordu. Yeniden yeni den uyanacak nisanlara .Oydu gelen. Biliyordu. Göz bebeklerinin kır çiçeklerinin bayıltıcı kokusuyla doluşundan anlamıştı bunu. Gözlerinin bayıltıcı kokusuyla doluşundan anlamıştı bunu. Gözlerini kapayıp anahtarı yavaşça çevirdi . Sonsuz dinginliğinin kıyısındaydı. Fısıltılarını duyuyordu. Tüm güzelliklerin.
Kapıyı araladı. Yüzüne çarpan ışık seliyle irkildi göz kapakları. Yavaşça açtı gözlerini. Karşısındaydı o! Yağmur tanesi gibi saf ve özenliydi duruşu . Güneşe örülmüş mısır püskülü gibi saçlarında dolaştırdı elini . Dingin ve mağrurdu gülüşü. Bakışları , sanki nerede olursan ol hep yanındayım diyordu. Hep gözlerindeki o gizemli derinliği çözmeye çalışır ama her defasında yitip giderdi o ılık sonsuzlukta.
İçeri çağırmak istedi ama bir türlü aradığı sözcükler çıkmıyordu dudağından. Sanki konuşmayı unutmuş gibiydi. Binlerce yaşanmışlığın ağırlığıyla kilitlenmiş gibiydi konuşma yetisi. Çığlık çığlığa bağırmak istedi , içeri doldurmak istedi güneşi , baharı , ırmakların denize olan sevdasını ve boyun eğmez umutlarını . Olanca yalnızlığıyla ürkütücülüğüyle koyu mavilik örtmeliydi gök kuşağını.
Soğuk demirin geceye meydan okuyan umarsızlığını elinde hissetti. "Ben buradayım !",diyordu . "Teslim olmadım-olmayacağım da sessizliğe. Hadi ne duruyorsun öyle ikircimli ? kaldır başını ve anla neyi yaşadığını. Bir rüya ,bir hayal oyunu değil bu . Tam ortasındasın korkuya meydan okuyacak yol sapağının . Yen artık şu kopuk ,kopuk yaşadığın aldanışları !! "Hayır!" ,dedi "aldanım değil bu ". nasıl bu kadar katı ve duygusuz olabiliyorsun ?!!
Sınır taşına gelmiş gibiydi. Atacağı son adımla ya kendisi patlayıp sonsuz hiçliğe karışacaktı ya da bastığı yer havaya uçup taşlaşmış kabuğu çatlayacaktı. Kararsızdı. Usulca yeniden çekti elini kabzadan. İki can yoldaşı öylesine sessiz , öylesine güzel yatıyordu ki yanı başında .. Hala ayrımında değildi onların bir daha dönmemecesine onu terk edip gittiklerinin. Uyumuşlarda ses edince sıçrayıp kalkacaklar ve sevgiyle,güvenle ona yeniden gülümseyeceklerdi. Kaygının içine doluşması için yeterince zamanı geçmemişti,henüz. Bırakıp gidilmeyi , duyguları, düşünceleri ve mantığı kabul edemiyordu . Uzanıp yavaşça okşadı saçlarını.
Kulak kabarttı ,yine kapısı çalınıyordu. Ne çok ziyaretçisi gelmişti bugün gecede. Şaşkın, şaşkın mırıldanarak kapıya doğru ilerledi. Bir an durup kapıyı dinledi , Kanat sesleri geliyordu hemen kapının önünden. Meraklanmıştı . Hızlı ,hızlı çevirip kapıyı açtı . Açmasıyla birlikte gümüşi parlaklıktaki kanatlarını çırparak iki martı daldı içeriye . Afallamıştı. İlk defa martıların kapı çaldıklarını ve eve girdiklerini görüyordu. Deniz kokusu damlayan kanatlarını çırparak bir süre odanın içinde dolaştılar. Köpüklü bir serinlik ve sonsuzluk çağrısı taşımışlardı odaya.
Göz göze geldi martıların biriyle. Ilık bir su damlası gibi ıslak ve saydamdı martının gözleri. Sanki bir yerlerden görmüşlüğüm var bu bir çift gözü diye düşündü, elleri kesişen alın çizgilerinde dolaştı , ama hayır hala çıkartamıyordu. Martı hala bakıyordu. Buruk bir gölge dolaştı gözlerinde. Anlamamanın üzüntüsüydü bu.
"Neden öyle bakıyorsun ? Beni bu kadar çabuk mu unuttun ? Hal bu ki yıllarca koyun koyuna yaşamıştık seninle. Anımsasana ben senin özgürlüğünüm! Kıyıları az mı dolaştık seninle sokakları ve sınır tanımaz uçuşlarımızla dağları. Öylesine mi tutsak oldun iç kuşatılmışlıklarının? Senin erişilmez en değerli varlığın değil miydim ? "Bak kanatlarım üstünde köpükleri duruyor dalgaların !" Küçük kırmızı lekecikler vardı beyaz kanatlarının üstünde. "Ulu çınar yine o yalnız ve mağrur sevda ezgilerini söylüyor tenhalaşmış meydanda . Yıldızlar yine her doğuşta yol göstereceği yolcusunu arıyor. Sözcükler yitirdiği anlamını arıyor kapı ,kapı . O kadar mı unutkan oldun!Ne çabuk koptun onca yaşanmışlıktan.
Yutkundu, titriyordu . Sözcükler kat re kat re içine işlemişti. Nasıl bir yanıt verebilirdi ki !? O kadar çok gerçeklik vardı ki çevresinde , neye nasıl inanacağını şaşırmıştı. Zaman,uzam ve mekan kavramları tek bir çizgi halinde kaynaşmış belirsizleşmişti. En başta korularından kurtulmalıydı. Belki de anılardan . Sonra kuşkulardan ve unutuluşlarda . Belki o zaman ,zaman ,uzam ve mekanı gerçek anlamıyla yerli yerine oturtabilirdi. Sahi ya saat kaçtı ?..
Şimşeğin gök yüzünü yırtan ışık oklarının yansımasıyla kamaştı gözleri . Sonra bir yerler yıkılıyormuş gibi şiddetli gürültüsünü duydu ’aydınlığın’ . Törenin son hazırlıkları olmalıydı bu . gökyüzü kesin kararını vermiş gibiydi . Saatine baktı . Patlamanın etkisiyle zaman durmuşçasına yaşadığı savrulup düştüğü yerde bir on dakika ya geçmiş ya geçmemişti . Saat gecenin üçüydü . yada yeni günün ilk adımları.
Dünya uyuyordu ,doğa ,insanlar ve de kuşlar ,yaşam kendi ayrıksı kanallarından akıyordu sürece. Sessizliğini dinledi mavi yapışkan suçluluğun . Sonra yavaşça sıyıp attı o iğreti mavi bungunluğu.
Kabzayı yeniden sıkıca kavradı . Onunla bir bütün oluşturmuşlardı. Dışarı çıkacaktı. Kuşatılmışlıkların kırım zamanı gelmişti işte . İç özgürlüğün serin dolaşımını hissetti damarlarında .
"Nereye, yine kolayına kaçmıyor musun !?" -Pekala biliyorsun neden bahsettiğimi ." bilmece gibi konuşmaktan vazgeç ,artık yoruldum. "-Neden yoruldun? Aramaktan mı, yaşamaktan mı ?" Hayır senin sorularından . " Nerede kaldı araştırmacılığın,inatçılığın ve hayata sımsıkı bağlılığın?" yanılıyorsun . Yaşamaktan yorulmadım ki ben. Yalnızca o koyu maviliğin anlamsızlığıyla boş yere zaman yitirmekten. Neden o’ nun alanında o’ nun silahlarıyla dövüşeyim ki! "-Yani sence en kestirme sonuç intihar etmek mi!?" nereden geldin intihara , ben intihar etmiyorum ,teslim olmuyorum ki!-Ne yaptığını sanıyorsun öyleyse! Neden daha uzun erimli bir savaşı göze almıyorsun. Sence hayatta kalıp koşullarla mücadele etmen , yine eskisi gibi -bir kelebeğin kozasını örer gibi -inat ve sabırla ideallerini yaşama dokuman daha iyi olmaz mı ?" Hayır , belki sen haklısın ,ama ben tercihimi yaptım. Belki de senin inatla söylediğin gibi , bu,bir tür intihar ; ama ben reddedişi seçiyorum . Onlara bu sevinci tattırmayacağım. Yarım kalacak o yengi sarhoşluğu . "-Yoksa daha büyük bir sevinç mi vereceksin?" Hayır. Sevinç olmayacak bu . Tam aksine yakaladıklarını sandıkları anda yitirişi yaşayacaklar . Kurdukları kapan boş kalacak . Onların gözünde, ele geçirilmiş bir av olmayacağım. Özgürlüğü seçiyorum ben . Gölgelenmemiş ve zincir ağırlığı çökmemiş bir özgürlüğü. Onları koşullarını , kurallarını ve yaşam biçimlerini ret ediyorum. Zaten beni tümüyle anlaman da gerekmiyor. Bazen yanlış da olsa seçim yapıp onu inatla kovalamak gerekiyor , bilmem bunu hiç düşündün mü? Ölüm de bir tür yaşamaktır, daha da ötesi yaşamaktır. Tamam seninle sözcük düellosuna girdiğim yeter artık !..
Kabzayı sımsıkı kavrayarak ayağa kalktı. Odadaki can yoldaşlarına .gözleriyle son bi kez veda ettikten sonra kapıya doğru yürüdü. Kolu çekip hızla mavi sis perdesine doğru fırladı . Sonra her yönden , bir biri peşi sıra patlamalar duyuldu Ölümle aradığı özgürlüğe ulaşmış (-mıy) dı.............