- 554 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Buzlu Plato Rüyası
Aslında hiçbir şeye hazırlıklı değiliz. Her ne kadar eğitim almış olsak da olası bir depremde olası bir felâkette ne yapacağımızın nasıl davranacağımızın yüzde yüz garantisi yok. O anki mevcut durum ve şartların uygunluğu tahmin bile edilemez. Basitçe söylemek gerekirse, mutfakta elimizde tuttuğumuz, güvenli bir şekilde tuttuğumuzu sandığımız bir bardağın bile yere düşüp kırılma ihtimali her zaman 50/50. Bir anlık düşünce ya da dalgınlığa bakıyor her şey.
Yaşamak, buzlu bir kaldırımda yürürken ansızın kayıp düşmek gibi kayganca bir duygu... Ancak hayat yürümeyi gerektiriyor ve bu yüzden brodderleri ayağınıza takmak zorundasınız.
~~~
Bulunduğu ülke, bu sene son 10 yılın en çetin kışını geçiriyordu. Dışarısı, birkaç hafta önce buz pistlerini aratmamıştı.
O sabah, arabasını açık bir otoparka park ederek henüz sönmemiş sokak lambalarının loş ışıkları eşliğinde ayna gibi parıldayan eğimli alandan feribota doğru ilerlemeye başladı. Adımlarını hızlı ya da aceleyle değil yavaş atıyordu. Şartları göz önünde bulundurarak hesaplamıştı zamanı ve öyle çıkmıştı evden, telâşa gerek yoktu. Zaten hem varacağı yol hem de yürüyeceği kaldırımda durum farksızdı. Sabahın erken saatleri olduğundan henüz hiçbir alan tuzlanmamıştı, temkinli olması gerekiyordu. Tam bu haletiruhiye içindeyken neye uğradığını anlayamadan ayakları yerden kesiliverdi. Sırtüstü öyle bir düştü ki başı 168 santimetre yüksekten direkt buza çakıldı.
Yürürken etrafta kimsecikler yoktu. Sanki rüyadaymış gibi yattığı platoda lacivert bulutların arasında aniden karşısında bir yüz beliriverdi. Karakış ortasında ince şayaktan v yakalı beyaz gömleği, sorgulayıcı masmavi gözleri ve şefkat dolu sesiyle nefesini nefesine yaklaştırıp, “Nasıl düştüğünü gördüm, iyi misin?” diye fısıldadı kulağına… Cevap vermek üzere dudaklarını araladığında çenesini hareket ettiremediğini fark etti. Kıpırdamadan önce zihnini toparlamasının, başını ve bedenini bir süre dinlemesinin iyi olacağını düşündü. Sırtüstü düştüğü pozisyonu bozmadan öylece kaldı. O esnada vücudunun ısısıyla erimeye başlayan buz tabakasından yayılan suyun pantolonundan bacaklarına doğru sızdığını, kalçası da dahil olmak üzere belden aşağı her yerinin ıslandığını hissetti. Yerde daha fazla kalamazdı keza ıslanan bacakları havanın -14°C olmasından ötürü üşümeye başlamıştı bile… Bedenini yattığı yerden yan pozisyona çevirerek yavaşça sola döndü. Çenesini tekrar kontrol etmeyi denedi değişen bir şey yoktu, oynatmakta zorlandı. Bu arada sorgulu gözler halen gözlerinin içine bakıyordu. Muhtemelen eliyle “kendim denemek istiyorum,” gibisinden bir “dur,” hareketi yapmıştı. Çünkü gördüğü, ona müdahale etmekten çekinmiş yeniden bulut oluvermişti. Bir müddet sonra doğrulup ayağa kalkmayı başardı.
200 metre uzağında bulunan feribota ulaştığında ilk yardımı oradaki bir görevliden aldı. Yaklaşık yarım saat sonra çenesini ağır ağır hareket ettirmeye, konuşmaya başlıyordu… Kafasının arka bölümünde bir ufak yumurta, sağ bileğinde irice bir misket büyüklüğündeki şişlik ve burkulmayla durumu atlatmıştı ama hakikâten ucuz atlatmıştı. Çok pis düşmüştü! Feribotta, başında bir buz torbası, bileğinde bir başka buz torbası, üstünde ıpıslak pantolonla otururken kendisine öyle kızdı, öyle kızdı ki…
Ayakkabılarının altında olması gereken brodderleri portmantoda asılı bırakmanın cezasını çok daha ağır ödeyebilirdi. Çivili bot giydiği halde buzda düşüp bacağını kıran, platin takıldıktan sonra bacağa boydan boya dikiş atılan ve 8 ay yatağa bağlı kalan tanıdığını hatırlayınca verilmiş sadakası olduğunu düşünerek şükretti.
Hoparlörden yapılan anonsta feribotun 5 dakika içinde limana yanaşacağı, starya süresinde önceliğin araçsız yolculara ardından araçlara verileceği duyuruldu.
Koyu gri, deri döşeme koltuktan kalktı. Elindeki erimiş buz torbalarını dört beş adım ötedeki plastik çöpler için ayrılan bölmeye bırakıp güverteye çıktı. Izgara merdivenlerin başında eldivenlerini giydi ve buza kesmiş çelik küpeşteyi kavrayarak ihtiyatlı bir şekilde basamakları indi. Son basamakta rüzgârla birlikte gelip giden bir müzik kulaklarını okşamaya başladı. Melodi o kadar rahatlatıcıydı ki başındaki şişlikten kaynaklanan ağrının hafiflediğini hissetti. Diğer yolcularla beraber seri bir şekilde hareket edip rampa köprüden kaldırıma geçti.
Yolcuların ardından hızla boşaltılan araçların çivili lastikleri, özellikle de tırların tekerleklerinde takılı kalın zincirler, asfaltın yer yer buzlanmış tabanına sürtünürken acı acı bağırıyor, müziğin huzur veren sesini bastırıyordu. Omuzundaki çantayı geriye atıp gürültüden korunmak için ellerini kulaklarına götürmek üzereydi ki tınıların kaldırımın sağ tarafında ayakta duran sıska, siyahî bir sokak çalgıcısının bançosundan çıktığını fark etti. Ani bir refleksle elleri ceplerine gitti. Gür ve kıvırcık saçları beresinden alnına sarkan genç müzisyen de onu fark etti hemen. Cebinden çıkardığı 20 kron ile yerdeki boş termosun boş bardağını hedefledi ancak para bardağın ağzını ıskalayarak kenarına çarptı ve epey uzağa yuvarlandı. Koyduğu yerde kalmayı kararlılıkla reddeden sarı metalin peşinden kararlı adımlarla yürüdü. Tam yakaladığını düşündüğü sırada yün eldiveninin parmak uçları gösterdiği çabaya ihanet edip buzlu zemine tutkal gibi yapışıverdi. O anda alnından süzülen soğuk ter şakaklarını ıslattı… Eldivenden kurtulup çıplak eliyle parayı tutar tutmaz omuzundaki çanta aniden kolunun üzerine devrilince metal yirmilik eğimli buz zeminden hızla aşağı yuvarlanarak sol çaprazında kalan köşegen mazgalın kar temas etmemiş bir karışıklık aralığından içeri düşüp gözden kayboldu…
Birkaç metre öteden sendeleyerek müzisyene döndü ve sorgulayıcı yeşil gözlerle, “Gördün mü?” demek üzere dudaklarını araladı. Çenesini hareket ettirebildiğinden emindi, ancak yukarıdan gelen bağırgan sesler dikkatini dağıtınca bir şey söyleyemeden aniden başını gökyüzüne çevirdi. Müzisyen, onun havada asılı kalan sorusuna, “Nasıl düştüğünü gördüm, iyi misin?” diye karşılık verirken bir çocuk, elindeki yarım sandviçi tahta bir bankın üzerini kaplayan kabarık kar yorganının ortasına fırlattı. Jambonlu sandviçi takiben iki martı, sabah yemeğinin peşi sıra çığlık çığlığa denizden karaya havalandı! Kanat sesleri alto, çığlıkları öyle tiz, öyle sopranoydu ki müzisyenin ne söylediğini bile işitemedi.
/ yüRekTen
Tønsberg, 1 Şubat
İZLER 72. Sayı
Ph. r.t.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.