- 832 Okunma
- 6 Yorum
- 6 Beğeni
Oyalı Tüfenk
"Ağustos’un son günlerinde bile hırkasız gezilmez Ilgaz’ın serin, puslu yaylalarında. Kış öyle çetin ve öyle uzun geçer ki ne yana baksanız kavruk yüzler, koyu benizler görürsünüz. Bilekleri kalın, sesleri karttır bu dağ köylüsünün...
Koyun eğlenmez, kömüş semirmez buralarda. Varsa yoksa bir keçi bir de alabildiğine orman içre tomruk çekeni... Biraz esnaflık bileni de süpürgeci, kilimci ya da kalaycı olur başkada gelir kaynağı yoktur bu dağ köylüsünün. Ha bir de ıssız dağlarında firari mahkumlar ile üç beş eşkıya gezinir”
Atıyla tozutaraktan tozu toprağı, seğirterek gelen bir atlı görünür yamaçta.
“Bu gelen hayırsız Nakıs Hasan olsa gerek” der. Sırtını yasladığı kerpiç damda; günleri uzak vadileri seyirle geçiren Felçli Çolak Ömer.
Nakıs Hasan: Havadisler hiç hayra alamet değil Çolak Emmi...Hayırlar ola, Selamın Aleyküm
Çolak Ömer: Ve aleyküm selam. Hayrola Nakıs ne hayrı ne şerri ?
Nakıs Hasan:-Böğün zabahtan Pamuh Hacı’nın zahiresini alıverişteydim. Gözleri dolu doluydu doksanlık koca ihtiyarın.
Çolak Ömer:-Neye ola ki?
Nakıs Hasan: - Menderes’i ve kabinesini tevkif etmişler; seneyi devriyesine asacaklarmış öyle der ihtiyar ağlamaklı...
-Layıh (laik) Fikri’de kahvede çayınan leblebi ısmarladıydı ahaliye...
Çolak Ömer: -vay başıma geleeennn
Nakıs Hasan: - Heç anamam bu siyaseden, diyaneden ; Hacının gözünden düşen neyedir; Fikri’nin gırtlağına giren ne? Kim neye üzülür, neye sevinir bilemedimki... Amaan heri biz gendi işimize bahalım.
Sözümüzü n’etcez sen onu de hele ?
Çolak Ömer: Geç bakalım Nakıs Hasan, geç hele bi soluklanalım Oyalı’nın dibinde...
“ Kerpiç duvarları badanasız bu evin, bir köşesi kesme taş döşelidir. Kalan duvarlarında yer yer boyun vermiş saman parçalarıyla sanki köse yanaklı bir ihtiyardır. Sofasına köylü hayat der buralarda. Hayat, uzun bir salondur. Odaların her biri buraya açılır. Gün burada demlenir, aş burada pişer yine geceye ve rüyalara herkes buradan çekilir... Hayatın orta yerinde bir yanık soba kuruludur. Baca büklümüne gelmeden üç tel askı uzanır, üçünde yunmuş esvap asılıdır. Hemen uzanan boru hizasınca bir mahat çakılıdır, üzeri Yörük kilimiyle kaplıdır. Bağdaş kurarak oturulur buraya aksi halde uzansa ayaklar yere değmez ; mahat yerden yüksekçedir biraz.
Oyalı, bir tüfektir; dede yadigarı, şimdi taş duvarda asılı, nazlı ve suskun...”
Nakıs Hasan:-Çolak Emmi bir daha anlat hele nedir bu Oyalı’nın hikayesi, anlat da yorgunluğumuz eğlene...
Çolak Ömer:- Anlatayım Nakıs anlatamda dinle; dinle de yüreğin yumuşayıvere varsa göğsünde...
-Dedem Kadıoğlu kolağası imiş Osmanoğlu’nda. Daha sonraları Çerkez Ethem, Bozok yaylasına Çapanoğlu’nu tepelemeye gelende kuvvaya katılmış imiş. Civar Serkiz’in Ermeni’leri ve Difoy’un Rumları’nın bir kısmı ayaklandığında, mübadeleye kadar çatışma olmuş bu dağlarda... Şehit düşmüş Kadıoğlu dedem yanında bir manga atlı ile. Geride kalanlar bir Pamuk Hacı Dede, Layıh Fikri’nin Babası Ürüstem Ağa ve İşte o vakit toprağı bol olsunlar; kahyası Yorgo ile Taşçıoğlu karamemmet(karabet) kalmış. Yüklenmişler naaşını... Yorgo’nun da Karabet’inde gözleri kan çanağı iken dönmüşler Obaya...Rivayet odur ki dedem Kadıoğlu’nun alnının kanı, tüfenginin dipçiğinde, hilal üstüne gül goncası olmuş...Yorgo bu yüzden şehit olduğunu anladım dermiş o vakit.
Karabet ise kanlı motiften gül kokusu aldıklarını... Hatırasına sahip çıkmışlar sağolsunlar. Cenazeden sonra Yorgo; verniklemiş tüfengin dipçiğini, pas tutmasın bozulmasın diye... Karabet Emmi de bulabildiği kadarıynan aha bu kesme taş duvarı örmüş ;hatırası incinmesin, nazlı nazlı asılı kalsın deyü. Gönlü kerpice yakıştıramamış gari...
Nakıs Hasan: Bu Karamemmet (karabet) Emmi dediğin şey değil mi ?
Çolak Ömer:-Evet o !
Bizim Emine’ye Fransa’da sahip çıkan Sevan’la Tevfik’in ( Tevfik Müslüman olmuştur.) dedesidir. Sağolsunlar. Fransa sefaretlerinde imdi işittiğimiz mevkuf Zorlu’ya da (Fatin Rüştü Zorlu) hökümet ricaline de faydaları dokunasıya danışmanlık eder, mihmandar olurlarmış.
Nakıs Hasan -Hey gidi hey eskiler... Eskinin gavuru bile bizden Müslümanmış desene Çolak Emmi. Neyse Çolak Emmi laf lafı açtı bizim mesele geri kaldı gene. Hani artık bağlasak şu işi uzatmasak ...
Çolak Ömer:-- Tamam tamam Nakıs anaadık lafın gerisini... Ama sende bizi anla heri, halımız ortadadır. Feride’nin de hali ortadır; ateş gibi kıvılcımlı zaar.. Hem bilmez misin yeni muallimi? Muallim Cahit’i garşımıza almak olmaz; tövbe bismillah müsaade etmez Feride’nin mektebi bırakmasına. Ya sonra cendermeye ihbar eder bizi...
Hemi şunun surasında iki yılı kalmıştır ilk mektebi bitirmesine...Zaten çiçekten mustarip olanda üç yıl geç başlamış garibim...Mezun olanda inşallah yaşı da erişe biraz, sonrası kolay, tamam ederik o işi ...
Nakıs Hasan:-Bana bah hele Çolak !
- Ben bilmem mektep falan.. Muallim Cahit kim ola ki hem gız senin gızın deal mi? Bi gızına söz geçiremen mi bre ihtiyar Çolak ?
Çolak Ömer:-Benim (h)elbet ! Benim gızım emmeee...
Nakıs Hasan:-Hemi bah...Cendermeye kiraladığın beygirde yorgun düşmüş ellaam yeni
- karakolun inşaatından; ondan kelli çok yaşamaz benden dimesi....Zaten bir taburluk inşaat ederlermiş bitmesi anca Mart’ı bulur derler.
Çolak Ömer: Taaam tamam anladık Nakıs
Nakıs Hasan:-E anladıysan o zaman bağlayalım şu işi artık. Emanet bileceksem sözünü, emanet isterim kıymetlini...
Çolak Ömer: Bre nakıs görmez misin halımızı ? İki atım var biri yorgundur, iki çift de kocamış keçim. Üç dönüm çayırım var ki otu ağıla yetmez... Ha bir de bu oyalı tüfenk baska nem var ki ? Ne verem sana, söze emanet ?
Nakıs Hasan : İyi ya işte meşhur Kadıoğlu’nun oyalı tüfengini veresin.
Baharda da Feride’yi mektepten alırsın. Bende sana yeni bir at, yavrulu üç geçi daha veririm ha bir de oyalı tüfengini geri veririm (nasılsa Oyalı Feride’yi..) öhhö Feride’yi nikahlarsın artık bana. Müstakbel damadın olmadık mı artık gayri daha ne ola ...
öhhö öhhhöö ööö bi suyunda mı nasip olmaz ihtiyar ?
Çolak Ömer:- Asuman ! -Asumaaannnn ! - Asu gızım bah hele beri (gene nere gayboldu bu yunmuş gız ..)
-Asu gızım, (gözleri göğkeçemen gızım) bah hele ...
-Nakıs Emmine accık su, bi lohum bi gayfe pişirsen de yola düşse...
“ Ocak başında Asuman. Bi kulağı, hayatta babasından gelecek buyrukta Asuman’ın. Kalan tüm mevcudiyeti ve İki yeşil boncukla pür dikkattir. Büyük ablası Emine’den postalı romanı; kahramanı J’DARC’ın hikayesine dalmıştır Asuman.
J’DARC son kuşatmaya hazırlanıyordur... “Alsace” bataklığını geçerken çok zayiat vermişlerdir ama bu şerde bile bir hayrı görmüştür bu cesur savaşçı kadın. Zira aşılmaz görünen bataklığı aşacak bir çare bulmuştur. Şehitlerin ve atlarının bedenlerinden bir köprü kurmuştur bataklık üste, J’DARC ordusunu bu yığın üzerinden geçirecektir....
J’DARC : “ Haydi ileri... ileri Aslanlarım ileri ...Yetsin namınız... Yetsin bilekleriniz, yetsin zulme gayri”
Asuman: (babasının nidasıyla irkilerek yerinden ) - Yettim bubam yettim daa...
- hemen tez ederim gayfeyi de lohumu da.( Ah o şehitler, ya o güzelim atlar meğer köprü olcakimiş...)
“Tomruk çekende ikindi güneşi alçalır; kavruk yüzünden, gölgeye düşer Feride’nin. Vakit akşama eğlenir artık. Feride’nin aklı dönüş yolunda Çolpan anasına ne diyeceğindedir. Zira cenderme yokuşundan inmesi kolaydı ama bu sarı toprak yamacında bu yorgun atla gidişat hayli zorlaşmıştır. Mesaisinden yorgun hayvancağız, terinden öksürüğe atmıştır kendini; hali hiç hayra alamet değil. Ha düştü ha düşecek, vakitte çok geç. Aksilik bu ya, her işi ters gider bugün... Oyalısıda yanında değildir, geç vakitte bu dağ yamacında.”
"Biraz sonra, terpoşlu kazanda üzüm, yanında bayram artığı sarı lokum ve bakır fincanda sade kahve ile gelir. Asuman.”
Asuman: Buyur ! Naaa şeeey ... Hasan Emmi buyurasında acı ola tez kalkasın.
Nakıs Hasan: Tövbeee şunun ettiği lafa bahele Çolak ... Senin gızların hepsi bi alem yahu. Dilleride maşallah er olanda yok böylesi. Sahi gözlerde göğkeçemenmiş bunun maazallah.
E sen karasın, çolpan anada ala gözlüdür kime çekti ki bu gız ?
Çolak Ömer:- Nakıs bu benim son beşik , zemheride doğduydu bi görsen aha bu kadar; el kadardı yavrucak.
Ebem,” yaşamaz bu ! Yaşasa da sakat kalır Göksu dereye götüründe efsunuyla yunsun “ dediydi... Üç aylıkken Göksu dereye götürdük el kadar bebeyi. O kar kıyamette yavrucağı derede yurken, o ayazda nerde çıktı bilinmez, göğ keçemen( Yeşil zehirli kertenkele) atladı dereden.O an da sustu ağlamaları... Bize öyle gelir ki o gözler, ondan alamettir bizim ufaklığa...Adı Göksu’dan, gözleri göğkeçemenden alamet Asumanım’a. Gözlerinin yeşilinden mi yoksa suyun efsunundan mı bilinmez; az işitir ama çok okur bizim tekne kazıntısı. (Gülüşmeler... Kahkahalar)
Nakıs Hasan: - Bahalım hangi abasına çekecek bu Çolak Emmi, Feride’ye mi Emine’ye mi?
Çolak Ömer:-Feride’m gibi kuvvetli ola, dik ola başı; Emine’m gibi azimli ola, açık ola zihni daha ne isterim Nakıs...
Nakıs Hasan: -Ya Çolak Emmi vallahi şaşılacak adamsın sen ! Nasıl gönderdin bi başına Emine’yi ta Frenk denen gavur memleketine? Peylesofu mu olacak ? Olacak da ne olacak başımıza ? Gadın kısmısının yeri beyinin yanı deal mi? Ne işi ola gavur ellerinde...Civar köylünün dilinde bile senin gızlar gonuşulur...
Çolak Ömer:-Ne varmış Nakıs benim gızlarımda ? Neyi gonuşurmuş boşboğazlar de hele ?
- Nakıs Hasan: Derler ki, Feride cendermeye kiraladığın beygiri götürüp getirirken köyün uşaklarıyla yarışa tutuşurmuş her defasında amma maşallahı varmış daha geçen bir er oğlu çıkmamış içlerinde ... Hayret bir şey ...O yorgun at ile nasıl çatar, nasıl aşar uşakları şaşılacak şey doğrusu...Uşakların hepsi hizaya girer ama tek kelam edemezlermiş sözünün üstüne.
- Çolak Ömer: Tabi ya Kadıoğlu’nun torunu benim gızım at binmesini de bilir söz söylemesini de ,ne sandın Nakıs
- Nakıs Hasan: - Emine’yi de derler lakin... Layıh Fikri’nin gızı ve yeğeniyle mülkiyede beraberlermiş ya hani
Çolak Ömer:- Eee ne var bunda?
Nakıs Hasan:- Eesi Fikri’ninkiler kaymakam müfettiş olasıymış da senin gız ille de felosopbbe dermiş neyse artık o?
Çolak Ömer: Felsefe o felsefe filozof ilmi tahsil eder...
Nakıs Hasan: Neyse ne ! Ben anlamam sofudan feylesoftan falan; adını da değiştirmiş derler zaten
Çolak Ömer: Ne demek adını değiştirmiş?
Nakıs Hasan: Pamuk Hacının Oğlu Bahaddin, Baha yapmış ismini senin gız da Mine olmuş...
- Soranlara da “Ankara garında emanete bıraktık “ derlermiş Din’i ve E’yi ..Zorbonadan dönünce alacaklarmış geri.
- Çolak Ömer: Zorbona değil Nakıs Zorbona değil... Sorbone onun aslı Sorbone ( Edebini bırakmaz benim kızım var bi şey bu işte...Zorladılar mı acep yoksa yeni modamıdır bu?)
- Nakıs Hasan: Neyse ne ! Ben bilmem... Sen beni düzelteceğine gızına sor yeni ismini, berikinin dinini, cismini...
O halde Oyalı tüfengi emanet alırım; yolum uzun gayri bana müsaade...
Çolak Ömer: Müsaade senin, tabi müsaade ...( müsahibi ecinni olasıca, yel alanda kök dibine düşesice adam. De hayde şeytan göre yüzünü...)
“Gün ağaranda cenderme dayanır kapısına Çolak Ömer’in. Cenderme Çolak Ömer’i tutuklamaya gelmiştir. İhbar gelmiş akabinde yeni Muallim Cahit, dere ağzında vurulmuş vaziyette ölü bulunmuştur. Maktulün hemen yanı başında oyalı tüfenk ile Çolak Ömer’in cansız beygiri yan yana yatarmış. Tüm şüpheler Feride’yi işaret etmekteymiş çünkü Feride ortalıklarda yokmuş.”
Çolak Ömer: Ne dersiniz ağalar ? Hiç olur mu öyle şey benim Feride’m heç gıyar mı muallime hemi de biricik Cahit Hocasına kim demişse iftiradır bu , inanmayın müfterilere inanmayın sakın ha... Vah başıma geleeen...
“İşin aslı Nakıs’ın planı en başından belliymiş. Sabah Pamuk Hacıdan sonra kahveye, kahveden sonrada karakol çavuşuna yaltaklığa gitmiş hergele. Hediye namına aylık rüşvetini verirmiş namussuz çavuşa. Tesadüf, o vakit Feride’nin kiralık beygiri almaya geldiğini ve tüfeksiz olduğunu görmüş. O anda aklına düşmüş hinliği, zalim planı... Doğrudan atını sürmüş obaya... Babasının yanına varana kadar kurmuş tezgahı kafasında.
Oyalı tüfengi alan Nakıs, okulun üst katında bir lojmana çevrilmiş muallim evinin kapısını çalar. Muallim Cahit’e dere ağzı mevkiinde Feride’nin atının baygın düştüğünü, bir başına yardım edemediğini söyler. Veteriner olmayan bu köyde Çolak babasının elinden bir şey gelmeyeceği için ve dahi gece vakti eşkıya endişeside sarmışken beraber gitmek lazım geldiğini salık vermiş.
Muallim Cahit tamam der hiç düşünmeden endişe ve olanca heyecanıyla... Nakısın atının terkisine biner, yola düşerler... Dere ağzına vardıklarında ise Nakıs içinde sürpriz olur; sahiden de Feride’nin atı yığılmıştır çünkü arka sol ayağı kırılmıştır hayvanın... Feride başında çaresiz ağlamaktayken bulurlar onu, Nakıs ile Muallim Cahit. Artık çok geçtir ve atın vurulması icap eder.. Feride vazifeyi üstlenir; kimselere bırakmak istemez son vedayı...Gözlerini yumar Feride;
arkasında Muallim Cahit ve onun arkasında Nakıs seyrederken... Gözlerini yumar ve basar tetiğe Feride... Bir çift göz daha yumulur aynı anda ah ile...... Feride yummuştur gözünü zoraki basmıştır tetiğe ama aynı anda iki tüfek patlamıştır sanki ... Feride atı vurduğunda Nakıs da Muallimi vurur hemen ardında ve aynı anda kafasına bir kurşun ile...
Feride tüfeğini yere atıp geriye döndüğünde Nakıs’ın, yivli namlusundan hala dumanlar çıkan tüfeğiyle göz göze gelir. Maktul hocası ise yüzükoyun kanlar içinde, yerde cansız uzanmaktadır.
Nakıs, korku, ve şaşkınlıktan dili tutulan Feride’ye o an bir tokat atar. Atılan tokatın şiddetiyle zaten dere yamacında bulunan Feride, dengesini kaybeder önce yamaçtaki kaya parçasına başını çarpar; oradan da akan derenin suyuna düşer ve kanayan başıyla baygın sürüklenir... Nakıs Feride’nin de öldüğünü sanır ve korkuya kapılır. Atına biner, hızla oradan uzaklaşır... Nakıs, yayla yolunda Karakol postasından dönen kasabanın Posta Memuru Cevahir ile karşılaşır, selamlaşırlar usulca... Nakıs’ın her zamanki gevşek ve kaba saba hallerinden farklı bir hali vardır; hiç olmadığı kadar suskun ve hiç olmadığı kadar endişelidir gözleri. Bu vaziyet Cevahir’in pek bir dikkatini çeker (kısa bir süre önce işittiği tüfek sesi gelir aklına bir el mi yoksa iki el miydi patlayan tüfek ? ) Sohbete kalmadan yollarına devam ederler... Gücünü, sırtın yasladığı rüşvetçi çavuş ile dağda beslediği eşkıyadan alan Nakıs, son anda şeytani bir başka planla aklı başına gelir ve çatal ağzından dönerek atını hızla Karakola sürer.
Cevahir’i derin bir şüphe kaplar; kendi alamaz bu huzursuzluk halinden aklı kısa süre önce işittiği tüfek seslerinde (evet iki el olmalıydı) ve Nakıs’ın tuhaf halleriyle git geldedir.
Cevahir daha fazla kararsız kalamaz; dere ağzına, tüfek seslerinin geldiği yöne çevirir atının yönünü ve gayretle dehler atını. O korkunç olay yerine çeker kader, Cevahir’i.
Bir süre sonra iç huzurunu kaçıran, endişelerinde haklı çıkan olay yerinin buz kesen dehşetiyle karşılaşır Cevahir. Az önce işittiği sesler meğer bir cinayetin işaretleriymiş (yoksa iki mi diye düşünür.) Yerde Muallim Cahit, Çolak Ömer’in beygiri ve Kadıoğlu’nun meşhur oyalı tüfeği yatmaktadır tüm bunlar nasıl bir araya gelebilir ? Hocayı kim neden vurmak istesindi? Peki ya Feride’nin atı buradaysa kendisi neredeydi; üstelik ata yadigarı tüfengini yerde koyarak nereye gitmiş olabilirdi ? Bi an sonra maktulün az ötesinde belli ki Muallime ait olmayan, dere yamacı kayalıklarda ki kan lekelerini fark eder Cevahir. O an her şey oturur kafasında , hızla atına atlayan Cevahir hızla dere boyuna sürer atını, gözleri yol boyunca dere yatağını tarar bir iz bir işaret arar... Ve bir süre sonra bir söğüdün suyun sığ kısımlarında üste çıkan kök ve dallarına takılmış Feride’yi bulur. Baygın olan Feride’ye neler olduğunu, vaziyeti öğrenme merakına ait onlarca soru birikmişken atının terkisine başı ve ayakları iki yanından sarkar vaziyette bel üzere yüklemiştir Cevahir ve yardım alabileceği en yakın yere karakola sürer atını.
Karakola vardıklarında tüm yüzler bir araya gelmiştir. Hesapta olmayan ise karakol inşaatının son halini teftişine gelen bölge jandarma Komutanında aynı anda karakola varması olacaktır.
Uzun sürmemiştir cinayet kovuşturması bayılan Feride’nin kendine gelmesi, Çolak Ömer’in oyalı tüfeği öğle vaktinde Nakıs’a söze emanet kıymetli olarak verdiği ve Cevahir’in de Nakıs’ın vaziyetinde gördüğü şüpheli halleri tutanaklara geçtiğinde Nakıs’ın kaçabileceği ne bir yer ne de sığınabileceği bir çavuş kalmamıştır. Son hamlesi idama giden yolda avenesi ve yardakçılığını yaptığı Çavuş’u da ihbar etmek olmuştur Nakıs’ın...
Bölge Jandarma komutanı tüm bu olan biten içerisinde, acı bir tesadüfle tanışmış olduğu bu gariban köylüyle bir süre daha vakit geçirir, hikayelerini yakından dinler. Harbiye’de ki öğrencilik yıllarında da duyduğu Meşhur Kadıoğlu’nu, torunlarını, onun kıymetli yadigarı oyalı tüfengi ve pırıl pırıl okuma hevesinde olan üç kızıyla, kızlarının eğitimi için müthiş alaka gösteren Çolak Ömer’i tanımaktan mesut olmuştur. Bununla birlikte Şerefli Türk Ordusunun içine sızmış bedbaht, rüşvet yiyen çavuşun halinden ötürü ise pek bir mahcup olmuştur bu onurlu, asil komutan.
Derhal Genel Kurmay Başkanlığı’na yaşanılan elim hadiseyi resmi tutanak ve raporlar ile izah eder. Devamında köylünün genel vaziyetine değinir; uğranılan haksızlıkları ve gariban köylünün onca mahrumiyete rağmen eğitime olan adanmışlığın anlatır. Kendisi içinde bir ilk olan bu yazışmada hem bir devlet adamı şuuru, hem de bir baba duygusallığıyla özür mahiyetinde yapılmasında büyük fayda umduğu talebini arz eder.
Aradan geçen altı ay sonrasında olanca şiddetiyle koca bir kış atlatılmış ve Ilgaz’ın eteklerinde karlar erimeye başlamıştır. Yer yer karlar altında baş veren rengarenk kardelenler sökün etmektedir. Köy ahalisinin yüzlerinde ise tıpkı baharın müjdecisi filizlenen ağaçlar misali heyecanlı ve bir o kadar huzurlu bir gülümseme belirir.
Protokol yerlerini almıştır sahnede Üç kızıyla Çolak Ömer, Bölge Jandarma Komutanı ve İlk kadın savaş uçağı pilotu Sabiha Gökçen aynı anda kurdeleyi keserler.
Bu gün 8 Mart 1961 “ OYALI TÜFEKLER KIZ ÖĞRETMEN OKULU “ tüm halkımıza hayırlı olsun, kadınlar günü kutlu olsun ....
Alkışlar...
8 Mart 2021 İstanbul,
S(y)N
Bu öykünün yazımında olanca desteği ve motive eden içtenliğiyle, katkılarından ötürü nesildaşım Black_Sky’a teşekkür ederim. Öykü başta defterin sevgili kadın üyeleri olmak üzere tüm kadınlarımıza ithaf olunur sevgilerimle,
YORUMLAR
Öyküyü okuyup bitirmem saatlerimi aldı:) ya bir işim çıktı yarım kaldı ya sistemden düştüm vs vs... ama başardım sonunda:)
Üçrengimin dediğine katılıyorum; oya gibi işlenmiş, emek verilmiş. Nasıl bu kadar güzel anlatabildiniz yahu! Bence bi el atsanız, roman da çıkar sizden:)
Kutluyorum ikinizi de! Ve sevgilerimle yine ikinize de...
Sahir Neva
Roman mı ? Olabilir mi ? Neden olmasın deneriz gazı aldık bir kere :)
Çok teşekkür ederim sevgilerimle,
Ustalıkla yazılmış, oya gibi işlenmiş muhteşem bir öyküydü Sahir Neva..
Bu kıymetli armağan için de ayrıca teşekkürler..
Sevgilerimle
Sahir Neva
Ben teşekkür ederim. sevgilerimle ,
Altbilince verilen hikaye gayet başarılı... Ne ararsan var, islamistan, gavuristan,siyasistan, kültürel baskı, yadırgama,rüşvet, art niyet, liyakatli bir komutan, okumaya ve okutmaya arzulu bir kır ailesi.. Doğa anlatımı biraz düşük gelse de dağ köyünda ve hayatlarda koşuşturarak büyüyenler için eksik sayılmaz. Kimi bölümlerde kafa karıştırıcı olsa da olay örgüsü ve kısa bir yazı da çok şey barındırdığı için ayakta alkışlamak gerekir...
Saygı ve muhabbetlerimle her iki y'ce gönüllü nesildaşıma:)
Kaleminize, emeğinize sağlık efendim.
İnsani tarafından 8.3.2021 10:08:24 zamanında düzenlenmiştir.
Sahir Neva
Muhteşem!..Etkileyici bir hikaye..Eğitimi ve kadını on plana çıkarması harika...Hainlerin foyalarının ortaya çıkması yüreklere su serpen nitelikte..Ve başarının isteyen ve çaba gösteren herkese yakın olması...Veee Usta Yazarın kaleme aldığı böyle güzel bir öyküyü böyle güzel bir günde kadınlarımıza yani bizlere hediye etmesi ...Teşekkürler Sayın SAHİR NEVA..Sağlıcakla..Saygıyla..
neneh. tarafından 8.3.2021 10:29:19 zamanında düzenlenmiştir.
Sahir Neva
Ilk elden okuma şansına sahip olmak ayrı bir zevkti..
Yanı nesildaşım diye demiyorum, kalemine öyle hakimdi ki, her ayrıntıyı, her karakteri oyle güzel kurguladı ki dediği gibi öyle motive falan etmeye gerek kalmadı.
Ben keyifle böyle güzel bir öykünün doğuşuna tanıklık ettim.
Kalemine, yüreğine sağlık demek kaldı geriye...
Tebrik ederim nesildaşım.
Sevgiyle her daim.
Sahir Neva
Çok teşekkür ederim nesildaşım her zaman dediğimiz gibi eksik olma, aksi olma hep ol :)
Sevgilerimle,