- 912 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ORTADOĞU’NUN KUKLALARI
“sAVAŞ” denilince aklınıza hemen Ortadoğu gelir… Çünkü savaşın birinin bitip, birinin başladığı; dolayısıyla savaşın ve gözyaşının hiç bitmediği bir yerdir Ortadoğu…
Ne gariptir ki; insanlar, savaş filmi izlerken atılan bombalardan korkmuş, yıkım ve ölüm karşısında içleri ürpererek dehşete düşmüş, içleri acıyarak gözyaşı dökmüştür de, Ortadoğu’da meydana gelen olaylara/savaşa sağır ve dilsiz kalmışlardır…
Televizyon karşısına geçip izlediği bir film, senaryodan ibarettir; yıkımın ve ölümün gerçekle hiçbir ilgisi yoktur, fakat Ortadoğu’da yaşanan olaylar/savaşlar için yazılan senaryo gerçektir!
Bombalar gerçektir… Yıkım gerçektir… Kurşunlar gerçektir… Kan gerçektir… Ölümler gerçektir…
Elbette gerçekler sadece bunlarla sınırlı değildir!..
Ortadoğu için yazılan bir senaryo vardır… Ortadoğu’da güç gösterisi vardır… Ortadoğu’da işgal vardır… Bir de Ortadoğu’nun kuklaları vardır!
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; yazılan senaryo gereği Ortadoğu’da yaşananlar sonucu “dehşete düşenler yok” dersem yalan olur… Elbette vardır… Vardır, fakat bu sadece vicdan sahibi kişiler için geçerlidir. Bu da yedi buçuk milyarlık dünya nüfusunu temel aldığımızda, ne yazık ki, “yok” diyecek kadar azdır…
Azdır çünkü dünya zalimliğe alkış tutmayıp, zalimliğe hep bir ağızdan meydan okusaydı, bugün dünyanın hiçbir yerinde zulmün olmayacağı gibi dünyanın gözü önünde; göz göre göre katliam yapılamayacaktı! Hiçbir güç işgaller için senaryolar yazıp, savaşlar çıkartamayacaktı! Çünkü insanlar, görevini/insanlığını yapmadı; sustular, bakar kör oldular…
Dikkat ediyoruz, dikkatle bakıyoruz, dikkatle inceliyoruz; bütün olaylar/savaşlar Ortadoğu’da, müslüman coğrafyasında meydana gelmektedir…
Ortadoğu’da, “Allah-u Ekber” ve “Allah Allah” nidalarıyla öldürenin ve ölenin müslüman olduğu bakınca, dehşete düşmemek; korkmamak elde değil! Çünkü nefsi müdafaa olmadıkça; zorda kalınmadıkça; dini, dili, ırkı ne olursa olsun, hiçbir milletin ferdinin/insanın öldürülmeyeceğini müslüman daha iyi bilir!
İnsanlar arasında olduğu gibi devletlerin arasında sorunların yaşanması, olayların meydana gelmesi bazen kaçınılmaz olur… İki Müslümanın/devletin bir araya gelip, anlaşması niye zordur? Veya iki Müslümanın/devletin bir araya gelmesini güçleştiren, güç nedir?
Sorudaki “güç nedir?” cümlesi çok önemli! Ki, zaten bütün meselede burada başlıyor! Öyle bir zamanı yaşıyoruz ki; kardeş kardeşe düşman edilmiş, kardeş kardeşe kırdırılmıştır… Öyle bir zamanı yaşıyoruz ki; “insan hakları, özgürlük, demokrasi” gibi sihirli sözcükler ile ülkeler işgal edilmiş, milyonlarca insan öldürtülmüş/öldürülmüş ve hala öldürtülmeye/öldürülmeye devam ediliyor…
Durum böyle olunca, perdenin arkasına; senaryoyu yazanı ve iplerin kimlerin elinde olduğunu sorgulamak gerekiyor. Çünkü Ortadoğu’daki devletler kendi iradeleri ile yönetilmiyor! Bir kaç ülkeyi; Irak’ı, Libya’yı, Afganistan’ı, Yemen’i, Mısır’ı ve Suriye’yi incelediğimiz de, karşınıza ilginç bir durumlar çıkıyor… Her devlet hakkında yazmayacağım, fakat yazacağım devletlerle diğer devletlerin durumu ve akıbeti hemen hemen aynı…
Irak’la bakalım… Çünkü Irak çok önemli! Irak, yıllarca ABD ile çok yakın ilişki içinde idi. ABD, Irak ile hep yakından ilgilenmiş; Saddam Hüseyin’in her istediğini yapmış; her türlü silahla donatmıştı. ABD çıkarları ile örtüşen eylemlerde bulunduğu sürece, bu yakın ilişki devam etmiştir. Hatta İran savaşı sırasında Saddam’ın elini güçlendiren çalışmalar yaparak destek vermiştir. Kuveyt’e saldırması için teşvik etmiştir, ama…
“Ama”sı var işte!
1956’dan bu yana ABD ile derin ilişkileri olan ve George W. Bush tarafından boynuna madalya takılan Saddam Hüseyin, ABD ile ters düşünce, “Irak’taki kitle imha silahları” neden gösterilerek ABD tarafından Irak’a savaş açıldı ve Saddam Hüseyin yakalanıp ABD tarafından yargılanıp, idam edilerek öldürüldü. Fakat bugün ortaya çıkan duruma bakıyoruz ki; “Irak’ta kitle imha silahlarının olduğu” sadece bir yalanmış. (Irak’la ilgili bazı hususu en son kısımda yazacağım)
Libya’ya bakalım…
Gösterişli Libya Kralı Muammer Kaddafi’yi hepiniz bilirsiniz. Kaddafi 1 Eylül 1969 tarihinde Türkiye’de romatizma tedavisi gören Libya Kralı İdris El Sunisi devirerek iş başına geldi. O zamanın Libya’sına baktığımızda “27 yaşında bir Albay ülkede ki krallığı nasıl devirebilir?” sorusu akla gelebilir! Bu sorunun cevabını bulmak için yakın tarihine bakmak yeterli aslında. O dönemin şartlarında Libya’da çok büyük protesto gösterilerinin olduğunu görüyoruz. Gösterilerin sebebi ise, İngilizlerin ülkenin petrolüne yönelik baskı ve tahakkümüne karşı olmalarından kaynaklanıyordu. İşte 27 yaşlarında Albay olan Kaddafi ülkenin umudu olarak iş başına geliyor. Libya altı milyonluk çok geniş topraklara sahip, çok fazla nüfusu olmayan bir aşiret/kabile devleti, ama Kaddafi iş başına geldiğinde İngilizlere karşı büyük bir kini olan aşiret/kabile devleti… O dönem, özelliklede ülkenin petrollerinin krallık tarafından İngilizlere peşkeş çekildiği şikâyetlerinin arkası kesilmiyordu. Kaddafi’nin yönetime oturması ile birlikte ilk önce ihtiyaç sakini kesimi destekledi. Sonra petrollerden halka paylar verdi. Uzun bir süre devlet, halkın ihtiyaçlarını karşıladı ve Kaddafi halkı tarafından sevilen bir adam oldu. 48 yıl bir fiil devleti yönetti. Arap baharından etkilenen bazı kesim 2011 yılında Kaddafi’ye karşı ayaklansa da, Kaddafi’nin kılması imkânsızdı. Ama yıkıldı! Çünkü emperyalist güçlerin işine gelmeyen Kaddafi, yıkılmalıydı… Senaryo yine Irak’ta olduğu gibi aynıydı!
İddiaya göre; “Kaddafi 2003’te silah programını çöpe atsa da hardal gazı üretebileceği 14 ton kimyasal maddeyi çölde saklıyordu" da, 2004 yılında Libya’ya silah temin edip, silahla donatan ülke İngiltere idi. Hatta subaylarını Sandhurst’taki Kraliyet Askeri Akademisi’nde eğitme konusunda İngiltere ile Kaddafi arasında anlaşma yapıldığının belgeleri vardı. Fakat Libya’nın işgali sırasında -dikkat ettiyseniz- İngiltere başrolde oynuyordu. Çünkü yıllar önceki acıyı unutmamışlardı.
Aynen Irak gibi Libya’da, “nükleer silahlar” yalanıyla işgal edildi. Emperyalist devletler bire bir olmasa da, NATO adı altında müdahale yaparak Kaddafi’yi devirdiler…
Gelelim Mısır’a…
Mısır’da başlayan olaylar sonrasında görevinden istifa eden Hüsnü Mübarek’in ardından geçici hükümet kurulmuştu. Halkın şeffaf bir seçim süreci istediği, kargaşa ortamının bir nebze dindiği günlerde halk yeni başkanını seçmek için sandığa gitmiş ve 28 Kasım 2011 tarihinde yapılan Halk Meclisi seçimlerinde Müslüman Kardeşler’in siyasi kanadı olan Hürriyet ve Adalet Partisi oyların %47’sini almış, böylece 508 sandalyeli Mısır Halk Meclisi’nde Müslüman Kardeşler 235 milletvekili kazanmıştı. Müslüman Kardeşler’in siyasi kanadı olan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin adayı Muhammed Mursi idi. 16-17 Haziran 2012’de yapılan Mısır cumhurbaşkanlığı seçimlerinde toplam oyların %51,73’ünü alarak seçimleri kazanmıştı. Böylece 30 Haziran 2012 tarihinde Tantavi’den görevi devralan Mursi, Mısır’ın beşinci Cumhurbaşkanı olmuştu. Seçim sonrası Mısır’da başlayan halk gösterileriyle birlikte Mübarek yönetiminin sona ermesinin ardından 19 Mart 2011 tarihinde anayasa referandumu yapılmış ve halkın %77’si parlamento seçimlerinin yapılması ve yeni bir anayasanın yazılması için evet oyu kullanmıştı. Ancak Muhammed Mursi’nin görevinin birinci yılının dolduğu günlerde, eski rejim yanlısı ve askeri yönetim destekçisi grupların gizliden bir araya gelip vatana ve devlete ihanet için gizli hareketlerde bulunduğu günlerdi. Çünkü onlar eski düzenin sürmesini istiyorlardı. Halkın desteğiyle demokratik çerçevede, eski baskıcı rejimden uzak bir politika güden ve yeni anayasa ile halkın haklarını geri iade etme sürecindeki Mursi, eski rejim destekçilerini rahatsız etti.
Rabia meydanında Mursi desteklenirken, Tahrir meydanında Mursi karşıtları vardı. İki meydan arasında yeniden kanlı günler yaşanır mı diye tedbir duyuruları yapılırken, beklenmedik bir biçimde Mısır ordusu seçimle gelen hükümete el koydu. “Darbecilere asla boyun eğmem.” diyen Mursi’nin, darbe yanlısı askerleri ordudan temizlemesi bu darbenin yaşanmasının en büyük sebebiydi.
Kendi yerlerini garanti altına almak isteyen ve yaptığı hukuksuzluklarla yargılanmak istemeyen askerler, işlerin yoluna girdiği günlerde 2. darbeyi gerçekleştirdi ve 3 Temmuz 2013 günü Mısır halkının ve dünyanın şaşkınlıkla şahit olduğu günler de, Mısır’ın seçilmiş hükümeti, başkanı ve cumhurbaşkanın yetkileri askeri darbe sonucu feshedildi. Darbelere ve darbe yönetimlerine karşı olduğunu her fırsatta dile getiren ABD, ne hikmetse Mısır’da darbe yapan darbeci General Sisi’ye hiç sesini çıkarmadı. Sesini çıkarmadı çünkü darbeci Sisi’yi atayan, darbe yaptıran onlardı.
Ortadoğu’da devlet liderlerinin biri gidiyor, biri geliyordu. Fakat gidenler hep ABD’nin/Emperyalistlerin işine gelmeyen yönetimlerdi. Bugün aynı şey Suriye içinde geçerli.
Suriye, İsrail’e karşı dişe diş direnen tek ülke konumunda ve adeta Arapların İsrail karşısındaki tek temsilcisi olarak görülmektedir. Bu nedenle Suriye’nin İsrail ile olası dostluğu Filistin-İsrail barışından bile daha zordur. Ki, bugün Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas İsrail ile gül gibi geçinmektedir.
ABD, dün olduğu gibi bugün de Irak, İran ve Suriye’yi şer üçgeni olarak görmektedir. Çünkü İsrail’in güvenliği veya güvenliğini sağlamak için ABD’nin göze alamayacağı şey yoktur. İsrail için büyük tehlike arzeden Beşar Esad gitmeli, Suriye bölünmelidir. Bugün Suriye’deki iç savaşın veya küresel boyuta gelmesinin sebebi budur.
Burada tek istisna İran’dır. Çünkü ABD’nin Ortadoğu’da her devlete uyguladığı işgal sistemi İran için baya zordur. Zordur çünkü bu zor, hatta imkânsızlık, İran’ın geçmişten gelen tavizsiz devlet kültüründe saklıdır.
Bir ülkenin işgali için iç savaş/etnik çatışma gibi ortam hazırlandığı veya “kitlesel/nükleer silah olduğu” bahanelerinin yanı sıra Ortadoğu’da devletin nasıl kontrol altına alınıp, yönetildiğini görmeniz için Irak’la ilgi şu bilgiler çok önemlidir:
-Irak Cumhurbaşkanı Fuat Masum. 2014’e kadar İngiliz vatandaşıydı şimdi Kanada vatandaşı.
– Cumhurbaşkanı eski Yardımcısı ve şimdiki danışmanı Ayad Allavi. İngiliz vatandaşı.
– Irak Başbakanı İbadi, 10 yıl Londra’da Kraliçe’den maaş aldı ve hala İngiliz vatandaşı.
– Irak Dışişleri Bakanı İbrahim Caferi. İngiliz vatandaşı.
– Irak eski Petrol Bakanı Adil Abdülmehdi. İngiliz vatandaşı.
– Irak Ticaret Bakanı Milas Abdülkerim Kesnezani. İngiliz vatandaşı.
– Irak eski Maliye Bakanı, Başbakan yardımcısı ve şimdilerde İbadi’nin danışmanı kürt asıllı Hoşyar Zebari. İngiliz vatandaşı.
– Irak başbakanı İbadi’nin bir diğer danışmanı Bahaa Al Araji. İngiliz vatandaşı.
-Halen Irak Kabinesinde yer alan 35 bakandan 18’i İngiliz vatandaşı.
Ortadoğu’daki devletlere baktığınızda, bu ve buna benzer atanmış, “kukla yönetimleri” görmeniz mümkündür!
ABD, İngiltere, Fransa, Almaya vs. Avrupa devletlerinin adının değişik olması fark etmiyor çünkü hepsinin zihniyeti aynıdır; hepsi Haçlı zihniyetidir!
Ortadoğu yapılan savaşlara veya iç savaşların geneline baktığımızda, hepsinin arkasında emperyalist güçlerin; Haçlı zihniyetinin olduğu, 2×2’nin=4 sonucunu verdiği kadar kesindir.
Çünkü Ortadoğu’daki müslüman devletler kendi iradeleri ile yönetilmiyor. Çünkü buna “demokrasi, insan hakları ve özgürlük” sihirli sözcüklerinin arkasına saklanan gizli güç izin vermiyor. Tabiî ki, ülke menfaatinden önce kendi çıkarını düşünen Ortadoğu’nun kuklaları da.
Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in bu konu ile ilgili hiç unutulmaması gereken bir sözü vardır. Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, “İdare etmek değil, idare edilmek için eğitilen kuşaklar, İslamın ilerlemesini sağlayamazlar.” diyerek Ortadoğu’da yaşanan durumu yıllar öncesinden çok güzel dile getirmiştir.
“Allah-u Ekber” “Allah Allah” nidaları ile ölen ve öldürenlerin Müslüman olduğunu veya buna fırsat verenlerin, işgale göz yumanların Müslüman olduğunu görünce, “idare edilmek için” yetiştirilen Ortadoğu’nun kuklalarını görmek için büyütece asla gerek yoktur.
#CengizKORKMAZ
YORUMLAR
Merhaba Cengiz bey, özgün yazınızı dikkatle okudum. İslam dünyasında yaşananları güzel bir biçimle betimlemişsiniz. kutlarım öncelikle tespitlerinizin yerindeliğini.
Kurtuluş çaresini de yazsaydınız bu vahşi girdaptan çok daha anlamlı olurdu yazınız diye düşünüyorum. Evet orta-doğu coğrafyasında yöneticiler dış kaynaklı. Ülkemizde de durum aynı. ABD'den hicazet almayanlar iktidar olabiliyorlar mı topraklarımızda. ABD bizim altımızı oyuyor yöneticilerimiz hala stratejik ortaklık şarkıları söylüyor! Anlayan beri gelsin bu ortaklığı.
kurtuluş için kendi kaynaklarıyla kalkınmak. İlimi ve aklı egemen kılmaktan öte bir yol yok.
Emeğe ve sanata saygımla...
Cengiz KORKMAZ
Bu makale, bir dergi için kaleme aldığım bir yazıydı.
Ortadoğu’ya ve bugün başka ülkelere atanan kukla yönetimlerle neyin, nasıl olduğunu ve hatta bu kulla yönetimlerin sonunun nasıl sonuçlandığını biliyoruz.
Bir kaç ülkeyi kapsayan anlatımla bunu anlatım...
Ne yaparız da, emperyalistlerin bu oyununa düşmeyiz; yani bahsettiğiniz çözüm yolunu, Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, “İdare etmek değil, idare edilmek için eğitilen kuşaklar, İslamın ilerlemesini sağlayamazlar.” sözüyle anlatmaya çalıştım.
Çözüm yolunu ayrıntılı anlatmakta kalksam, bana ayrılan sayfa sayısını aşacaktım...
İnşallah kısa zamanda bu konu ile ilgili çalışmamı bitirip, paylaşırım...
Selam, saygı ve dua ile Allah’a emanet olun...