DİCLE İLE FIRAT
Dicle ailenin ilk göz ağrısıdır üç kardeşin en büyüğüdür. Diğer iki kardeş erkek olduğu halde Baba Ferhat kızı Dicle’ye düşkündür. Dicle ince uzun kuğu gibi bir kızdır. Babası Ferhat sırf kızı okusun diye İstanbul’u mesken tutmuştur. Başlarını sokacak bir gecekonduları olmuştu. Ama bu gece kondu mahallesinde çocuklar okumuyor ne iş ise. Baba Ferhat “canı sağ olsunda okumasın” dedi. Dicle de çalışacağım diyerek. İş arayışına çıktı.
İş başvurularında fiziğini gören hemen iş vermek istiyordu. Fakat oturduğu mahallenin ismini duyan hemen vazgeçiyordu. Küçük Armutlu da oturmak anarşist, terörist olmak gibi bir şeydi. Uzunca bir arayıştan sonra Sarıyer’de bir mağazada tezgâhtarlık işi buldu. Güzelliğinin yanı sıra çalışkanlığı, titizliği kısa sürede sevildi sayıldı.
Çalıştığı giysi mağazası patronu Dicle’deki fiziği görünce onu bir manken gibi değerlendirdi. Her gün işyeri açılıp temizlik faslı bittiğinde, Dicle güzel alımlı giysi giymesine izin veriyor. Oldukça alımlı bir kız olup çıkıyordu. Adeta Yeşilçam filmlerinden çıkmış gibi. Bu da civarda bütün gençlerin ilgisini çekiyordu…
Mağazanın yanında bulunan Kafe’ye semtin motosikletli gençleri takılıyor. Üç beş motosikletli genç akşama kadar cadde üzerinde cirit atıyor. Bu gençlerden atletik vücutlu bir genç dikkati çekiyordu. Bu Fırat’tı. Babası Fırat nehri üzerinde bir yerde görev yaparken doğduğu için adı Fırat olmuştu. Fırat’ın babası yüzbaşı rütbeli bir subayken, trafik kazasında ölmüştü. Fırat’ı babaannesi büyütmüştü. Fırat annesinden hiç söz etmezdi. Çünkü annesi babasının ölümünden sonra onu doğurup, babaannesine atıp kayıplara karışmıştı. Babaanne yaşlı ben doğurdum da diyememiş. Gerçeği Fırat’a anlatmış. Fırat’ta babası gibi annesini de öldü saymış. Fırat atletik vücudunu bir spor salonunda geliştirmişti. Uzun boylu bazıları ve adaleleri ile gerçek bir sporcuyu andırıyordu.
Dicle artık eli iş tuttuğu için eve katkı sunan bir genç kız olmuştu. Bir gün poşetlerle alışveriş yapmış eve giderken Fırat yakaladı. Çünkü poşetleri taşımakta güçlük çekiyordu. Üstelik eve kadar dolmuşla taşıyacaktı. Yani durağa kadar yürüyecekti. İndiği duraktan da eve yürüyecekti. Fırat ısrarla yardım etmek isteyince kıramadı. Ama Dicle’in bir şartı vardı. Mahallenin içine girmeyeceklerdi. Çünkü komşular laf söz ederdi. Buna da ailesi bozulurdu. Başta da babası Ferhat…
Babası Ferhat. Mahallede Baba Ferhat diye anıldı. Birçok kişiye yardımcı olmuş. Ekmeğini, emeğinin bölüşmüştü. Evinde kaçak devrimcileri saklamış. Hatta bu uğurda hapislerde bile yatmıştı. Kızı Dicle’nin ismi bile evinde saklayıp daha sonra vurulan devrimci bir kızın ismi imiş…
Fırat, Dicle’nin şartını kabul etmiş. Poşetleri motosikletin selesine yerleştirmiş. Arkadaşlarında edindiği bir kaskı da Dicle’ye vermişti. Dicle kask’ın kafasından çok kendisinin tanınmaktan koruyacağına sevinmiş. Öyle ya daha adını bilmediği bir adamın motoruna biniyor. Düşmeyeyim diye sarılıyordu. Nasıl geldiklerini heyecan içinde kendisi de anlayamadı. Dicle’nin dediği yerde durdular. Dicle kaskı çıkardı. Çevreye şöyle bir baktı. Poşetlere sarıldı. Bu arada Fırat, birbirimizin ismini bile bilmiyoruz. Ben Fırat dedi. Elini uzattı. Dicle kıpkırmızı kesildi. Ben de Dicle dediğinde. Fırat’ı bir gülme aldı. Daha sonra ikisi de güldü. Fırat şaka yapıyorsun dedi. Ama bu şakayı sevdim. Dicle kararlı ve sert bir ifade ile Hayır dedi. Gerçekten de benim adım Dicle. Şimdi sana kimlik mi göstereyim. Dediğinde bu kez Fırat’ın yüzü kızardı. İçinden Dicle – Fırat dedi. Dicle’yi uğurladı.
Fırat şaşırmıştı. Birçok semte kuryelik yapmıştı. Ama bu semte ilk defa geliyordu. Adını çok duymuştu. Ama böyle olduğunu hiç zannetmiyordu. Duvarlarda sloganlar yazıyordu. Adeta gazetelerde ve sosyal medya da gördüğü eski sokak ve caddelere benziyordu. Sonra Dicle’nin şartı aklına geldi. ‘Demek bunun için şart koştu.’ Diye düşündü. Şart koşmasa bile ben bu mahalleye giremezdim. Düşüncesiyle ürperdi.
Ertesi gün Dicle’yi dolmuş durağından almayı kafasından geçirdi. Fakat mahalleden ürkmüştü. Dicle’yi bıraktıktan sonra takıldıkları Kafe’ye geldi. Arkadaşları Dicle’yi götürürken görmüştü. Sordular. Fırat anlattı. Arkadaşlarından biri “oğlum o varoş mahallesinde ne işin var” dedi. Diğeri “oğlum seni oraya sokmazlar, polis bile oraya giremiyor” dedi. Demek “o kız bir varoş kızı ha” dedi bir diğeri. Arkasından da ekledi “Hiçte benzemiyor, artist gibi” Fırat dayanamadı. “Adı ne biliyor musunuz?” Dedi. Herkes dikkat kesildi. Fırat bir süre dikkat kesilenlerin merakını izledi. Sonra “Adı Dicle” dedi. Herkes “vay be” gibisinde bir nidalar yükselti… Fırat söylediğine pişman oldu gibi bir duygu yaşadı. Bir yandan da hoşuna gitti. Bu kız benim der gibi olmuştu.
Birçok kızla gönül eğlendirmiş Fırat, ilk defa Dicle ciddi düşünmeye başladı. Dicle’nin taktığı kask’ı tekrar arkadaşına vermeye bile içi razı gelmedi. Ona sinen kokusunu bile kıskandı. Sürekli fırsat kolladı. Dicle çıkışçılarında bırakmayı teklif etti. Dicle elim boş, yüküm yok diye istemedi. Fırat’ta ısrarıyla Dicle’yi ürkütmekten korktu. Ama bir yandan da çeşitli bahanelerle Mağazaya gitmeye başladı. İlk gidişi babaannesine bir giysi sordu. Dicle, Fırat’ın babaannesiyle kaldığını bilmediği için biraz güldü. Sonra “biz gençlere yönelik çalışıyoruz” yanıtını oldu.
Kafe’ye bir şeyler içmeye davet etmeyi düşünüyordu. Ama Dicle’nin rahatsız olacağını bildiği için vazgeçiliyordu. Meraklı arkadaşlarının onu rahatsız edeceği düşüncesi de Fırat’ı rahatsız ediyordu. Bir akşam çıkışta yakaladı. “Bir yer de şeyler içelim mi?” Dedi. Sonra akşam olduğu ve Dicle’nin aç olabileceğini düşünerek “veya bir şeyler yiyelim” dedi. Dicle asıl ben “ısmarlamak isterim” Diyerek, geçen gün eşyasını taşımasını hatırlattı. Dicle’ye hemen bir kask ayarladı. Motosikletin arkasına attı. Meraklı bakışlardan uzaklaştı.
Dicle bu ikinci kez Fırat’ın motoruna biniyordu. Önceki heyecanı geçmişti. Şimdi daha rahattı. Belki de mahalleye gitmemenin rahatlığı olsa gerek. Beşiktaş’ta bir restorana oturdular. Acele ile karınlarını doyurdular. Çünkü Dicle’nin fazla vakti yoktu. Geç kalmadan eve gitmesi gerekiyordu. Oradan çıkıp yemek üstüne bir şeyler içmek için bir Kafe’ye oturdular. Bu birbirini tanımak için oldukça iyi bir fırsattı. Fırat ortak noktaları nehirden başladı. Kendi adının nasıl takıldığını anlattı. Dicle’ye sıra gelmişti. Dicle gerçeği anlatma istemiyordu. Vefat eden bir yakınımızın anısına takılan bir isim diyerek geçiştirdi. Biraz da havadan sudan konuştular…
Atladılar motora Küçük Armut’lunun yolunu tuttular. Fırat önceki gibi dolmuş durağında indirdi. Çevrede bir iki meraklı uzun süre onlara baktı. Fırat bundan Dicle’ye söz ettiğinde, o meraklı kişilerin mahalleyi korumak için nöbet tuttuğunu söyledi. Fırat biraz daha ürkmüştü. Dicle ile sık sık birlikte olmak için sabah alıp, akşam bırakmak istiyordu. Fakat mahallenin bu durumu onu ürkütüyordu. Ayrıca arkadaşları da korkutmuştu. En iyisi Dicle ile Mağaza’nın bulunduğu Sarıyer’de buluşup görüşmekti.
Fırat sık sık Dicle’yle buluştu. Görüştü konuştu. O kadar kaynaştılar ki, sevgili olmuşlardı. El ele tutuşuyorlardı. Fırat, Dicle’yi seviyordu. İlk işi Dicle için bir kask aldı. Bu kask Dicle’ye özgüydü ve özeldi. Dicle’nin sevdiği Kırmızı bir kask’tı. Arkadaşları Fırat’ın nasıl olup da bu kask’ı aldığına şaşırdılar. Oysa Fırat kendisine bile çok sonraları kask almıştı. Uzun süre kask’sız kaçak motor sürmüştü. Bir süre arkadaşlarının kaskını kullanmıştı. Aslında Fırat’ın doğru dürüst bir işi gücü yoktu. Haçlığını bir adresten bir adrese kuryelik yaparak çıkarıyordu. Bu eziklik ile Dicle’ye fazla yanaşamamanın sıkıntısını taşıyordu. Dicle de onu motorlu görünce zengin çocuğu sanıyordu. Oysa durum hiçte öyle değildi.
Kask’sız, kaçak dolaştığı bir gün motordan düşmüş başını kötü şekilde vurmuştu. Bir süre hastanede kalmış ve tetkikler tamamlanmadan hastaneyi terk etmişti. Zaten ondan sonra kask edinmenin kaçınılmaz bir gereksinim olduğunu kavramıştı. Arada bir başı korkunç derecede ağılıyordu. Hastaneyi sürekli ihmal ediyor. Bilmediği oradan buradan edindiği ağrı kesicilerle başının ağrısını dindirmeye çalışıyordu. Ne zaman Dicle’yi tanıdı. Dicle ile uzun bir yürüyüşü düşünerek hastaneye muayeneye gitti. Doktorlar kendisini sürekli aradığını ve ulaşamadığını söylediler. Motor kullanmaması konusunda kendisini uyardılar…
Motordan düşme sonucu kafasından aldığı darbe sonucu beyinde bir hasar olabileceği ve bu nedenle bir dizi tetkik yapılması gerektiğini söylediler. Yapılan tetkiklerde vücut geliştirme salonunda kullandığı ilaçlarından da kaynaklanmış olabileceğini söylediler. Fırat pek aldırmadı. Dicle aklını başından almıştı. Ne motoru bıraktı, ne vücut gelişimini bıraktı. Ayrıca bu iki etkinliğinden kopması demek çevresinden kopması demekti. Bu etkinlikler onun çevresiydi. Alışmış olduğu yaşamdan kopmak ona göre değildi. Motorunu bir atlının atı sevmesi gibiydi. Üstelik her iki pazısında motor dönmesi vardı. Vücut gelişimi ise formunu korumak ve dikkat çekmek için gerekliydi. Üstelik arada bir o spor salonunda çalışmalara yardımcı oluyor. Haçlığını çıkarıyordu.
Zorunlu olmadıkça yani Dicle’nin yükü oldukça Küçük Armutlu’ya gitmiyordu. Bunu Dicle içinde yapıyordu. Zira bir süre sonra bu ilişki Dicle’ye zarar verecekti. Sonra Dicle de böyle istemişti. Sarıyer de buluşup, sahil boyu gezip konuşmaları onlara yetişiyordu. Yorulduklarında bir çay bahçesinde yorgunluk çayı içip dinleniyorlardı. Artık geleceğe ilişkin planlar yapıyorlardı. Fırat’ın düzgün bir işi olmaması bir pürüz gibi gözüküyordu. Oysa asıl pürüz Fırat’ın sağlığı idi. Fırat kesin bir durum olmadığı için Dicle’ye bu konuda bir şey söylemiyordu. Zaman zaman baş ağrıları, migrenim var diyerek geçiştiriyordu…
Dicle haklı olarak Fırat’ı sıkıştırıyordu. Bu ilişkiyi uzadıkça tatsızlaşıyordu. Çünkü mahalleyi gözetleyen kişiler haberi babasına iletmişti. Babası ve annesi bu ilişkiden haberdardır. Ayrıca rahatsızdır. Bu rahatsızlık diğer komşuların da öğrenmesiyle daha çok rahatsızlık verecekti. Babayı anneyi en çok rahatsız edense Fırat’ın kızları ile gönül eğlendirmesi idi. Üstelik Fırat’ın davranışları da oldukça garipti. Özellikle aileden kaçar gibiydi. Bunun Dicle de farkındaydı. Fırat aile ile tanışınca iş ciddiye binecekmiş gibi bir durum doğuyordu. Bu nedenle karar verdi. Fırat’ı ailesi ile tanıştıracağını söyledi. Fırat kem küm etti. Ama daha fazla kaçamadı. Fırat’ın asıl rahatsızlığı ailesi yoktu. Hayatta bir tek babaannesi vardı.
Babaannesi seksenine merdiven dayamış sevimli bir ihtiyardı. Hafize Ana da Fırat gibi kimsesizdi. Zaten Fırat’ı kendisine benzetip, ona daha çok bağlanmıştı. Yaşama tutunma sebebi gibiydi. Eşini tek çocuğu olan Fırat’ın babasını kaybetmişti. Akrabaları da bütün bağları koparmış kendi başına kalmıştı. Kocasından ve oğlundan kalan miras ve maaşlarla geçiniyordu. Sarıyer de bir apartmanın giriş katında küçük bir dairede yaşamaktaydı. Fırat elinde büyümüştü. Onu çok iyi yetiştirmeye çalışmıştı. İstediği gibi olmamıştı. Annesiz babasız bir çocuğu ancak bu kadar yetiştirebilmişti. Çocukluğundan beri bisiklet tutkusu, motosiklet tutkusuna evrikmiş. Kuryelik gibi basit işlerle bu yaşa kadar gelmişti. Bir askerlik nedeniyle Fırat’tan uzaklaşmıştı. Bu uzaklıkta fazla sürmemişti. Askerliği İstanbul’a çıkması nedeniyle evci olmuştu.
Fırat’la Dicle evlilik kararı almıştı. Fırat ne olursa olsun evlenecek bir işe girecek bir yuva kuracaklardı. Fırat durumu Hafize Ana’ya anlattı. Kadın bir çocuk gibi sevindi. Bu yalnız hayatta aileye bir kişinin katılacak olması onu çok mutlu etmişti. Bunu gören Fırat cesaretlendi. Hafize Anayı aldığı gibi bir taksiyle Dicle’nin evine gitti. Dicle’nin önerisi ile hiçbir şey saklanmaksızın anlatılacaktı. Karar verildi. Bütün tanışma faslı Hafize Ana’ya bırakıldı. Aile bu sevimli kadına ısınmıştı. Fırat’ta Efendi, yakışıklı bir gençti. Fırat’ı vücut çalıştırıcısı olarak tanıtınca fiziğini de anlatmış oldular. Dicle’nin anne babası bu vücut çalıştırıcısını pek anlamayandılar. Ama biliyormuş gibi bunun bir çeşit güreş oyuncusu sandılar.
Söz kesildi. Ama nişan, düğün gibi bütün gelişmeleri gençlere bıraktılar. Bu gelişme iki genci de oldukça rahatlamıştı. Buna en çok Fırat’ın arkadaşları şaştı. Çünkü onlar Fırat’ın Dicle ile olan ilişkisini daha önceki gibi geçici sandılar. Zaten gençler kendi kendileri ile sözleşmişlerdi. Karar verdiler arkadaşlar arasında nişan yapacaklardı. Bir süre sonra bundan vazgeçilerek bir nikâhla işi bitirmeye karar verdiler. Ama Fırat arkadaşları ve Dicle’nin mağaza arkadaşları ile küçük bir nişan merasimi yapıldı. Nişan yüzükleri takıldı.
Bu arada Fırat’ın hastane tetkikleri hiç iyi sonuç vermiyordu. Fırat’ın baş ağrıları yaşamının karartıyordu. Doktorlar Fırat’ın bir süre hastane de yatmasını tedavi süreci için önemli olduğunu söylüyorlardı. Ama Fırat buna yanaşmıyordu. Üstelik bu gelişmelerden yanı sıra Dicle ile evlilik tarihi saptamışlar ve girişimlere başlamışlardı. Dicle’nin gelin olarak geleceği evi tanıttı. Dicle küçük daireyi sevdi. İki oda bir salonluk ve üç kişiye yeterdi. Fırat’ın odasına bir yatak odası alınacak başkada bir şeye pek ihtiyaç yok gibi idi.
Dicle’nin doğum tarihi olan 15 Aralık’a gün aldılar. Davetler için kart seçtiler. Her iki tarafın yakınları için dağıtılacaktı. Kartta iki adres vardı. Biri kız evinin adresi Küçük Armutlu’lu ile biten bir adres diğeri ise Nikah salonu adresi. Kız tarafı gelenek üzerine bir kına gecesi yapmak istiyordu. Evin evlenen tek kızı olduğu için bunu kendilerine bir borç hissediyordu ev ahalisi. Bu doğrultuda Dicle’nin evinde bütün akrabaların ve mahallenin katıldığı hummalı bir hazırlık vardı. Gelenek üzerine bu kına geceleri davul zurnalar çalınır. Halaylar çekilir türküler söylenir. Öyle de oldu. Kına gecesi başladı. Ne damat orta da ne de Hafize Ana. Ne de damat tarafını temsilen birileri. Ne bir telefon ne bir haber…
Herkes damadı ve ailesinin bekliyor. Fakat ortada kimse yok. Bir haber de yok. Dicle ağlamaklı. Herkes zoraki eğlenmeye çalışıyor. Herkesin aklına birçok şey geliyor. Yoksa evlenmekte vazgeçti. Kimisi yoksa motosikletle bir kaza mı yaptı? Yaşlı kadına bir şey mi oldu? Peki, ikisinden birine bir şey olduysa hiç mi yakınları yoktu? Bu demektir ki, yarın yapılacak nikâhta tehlikede. Düğün evi yas evine dönüştü. Bütün insanlar gergin olmasına karşın gece yarısına kadar eğlence sürdü.
Gençler dört bir tarafa düştü. Baba Ferhat oraya koşturuyor, buraya koşturuyor. Yarın nikâhta da konuklara rezil olma tehlikesi yaşamak istemiyorlardı. Sonra olanlar anlaşıldı. Fırat, Konuklarına dağıttığı kartların kına gecesi adresini karalamış. Dolayısıyla kimse kız evine kına gecesine gelmemişti. Konuklarının Küçük Armutlu’yu görmesini istememiş. Hafize Ana’yı bile getirmek istememiş. Çünkü Hafize Ana bile Dicle’lerin mahallesini nasıl olduğunu bilmiyormuş. Bir gece taksiyle gelip bu küçük gecekondudaki aile ile tanışmıştı. Bu arada bütün olaylar bir birine karışmış. Bu kına gecesi yani nikâh arifesinde, Fırat’ın doktorları kısa bir ömrü kaldığını söylemişlerdi.
Ertesi gün nikâh salonu oldukça kalabalıktı. Her iki tarafta bir düğün için güzel kıyafetlerle gelmişti. Biraz olsun o varoş görüntüsü gizlenmişti. Nikâh’ın böyle kalabalık ve güzel geçmesi, kına gecesinin bütün gerginliğini ortadan kaldırmıştı. Özellikle Fırat’ın arkadaşları güzel bir eğlence organize etmişlerdi. Dicle’nin ailesi kendi doğu gelenekleriyle halay çektiler, türküler söylediler ayrıca davul zurnayı nikah töreninde de çaldırdılar. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. İçerde insanlar eğlenmekten terlemişlerdi. Düğün bittiğinde dışarıda hava daha kararmamıştı. Beyaz gelinliği ile Dicle çok güzeldi. Kar bir konfeti gibi iki gencin üzerinde yağıyordu. Gelin arabasına iki genci bindirdiler. Diğer gençler bir konvoyla küçük bir İstanbul gezintisi yaptılar.
Düğünde takılan takılarla bir haftalığına Marmaris’te bir balayı yaşadılar. Sonra Hafize Ana’nın yanına döndüler. Hafize Ana öyle sevinçliydi ki. Sanki kendisi gelin de Dicle kaynana gibi hizmet ediyor. Genç gelin mahcup oluyordu. Bu güzel geçen bir haftaya rağmen Fırat rahat değildi. Çünkü doktorları kısa bir ömrünün kaldığını söylemiştir. “Bir yıl iki yıl en fazla” diyorlardı. Bütün bu doktorun söyledikleri kafasının allak bullak etmişti. Bu düşüncelerle kına gecesine gidememiş, gerçekten kısa bir ömrünün kesin olduğunu bilse intihar etmeyi bile düşünmüş. Evlenmekte vazgeçmeyi bile kafasından geçirmişti. Ama Dicle’yi yarı yolda bırakmak istemiyordu. Bütün bu durumdan Hafize Ana’nın da haberi yoktu.
Doktorların çok iyi bir teşhis için hastane de yatmalısın önerisine kabul ederek, hastaneye yattı. Yeniden tomografiler, röntgenler, kan tahlilleri vs. ile üç kere ameliyat oldu. Birkaç ay hastane yatmaktan bıkan Fırat taburcu olmayı istedi. Doktorlar artık motosiklet kullanmamasını kesinlikle yasaklamışlardı. Motosikletini o kadar seviyordu ki; ondan ayrılmak zulüm olmuştu. Küçücük evin antresine motosikletin almış aksesuar gibi koşmuştu. Satmaya bile kıyamıyordu. Oysa paraya da ihtiyacı vardı. Artık eve sadece Dicle bakıyordu. Gerçi Hafize Ana tedbirli idi. Biriktirdiği paralardan Dicle’ye yardımcı oluyor. Onun üzerine fazla yük birikmesine izin vermiyordu.
Doktorlar Fırat’a “mümkün olduğu kadar rahat yaşa ne kadar yaşarsan kar say” “stres’ten uzak ol” Demişlerdi. Bekli bir mucize olabilirdi. Dicle’ye de ayni şeyleri söylemişlerdi. Aylar geçti. Evlilik yılı dönümünü kutladılar. Dicle bir çocuğun bu rahatsızlığa iyi geleceğini düşünüyordu. Fakat Fırat her seferinde bu fikre kızıyordu. Çocuğunu da kendisi gibi babasız büyümesini istemiyordu. Bu nedenle çok sıkı korunuyordu. O isteksiz olunca Dicle de ısrar edemiyordu. Doktorlar ise bu isteği kendisine bırakmıştı. Babacan bir doktor “evlilikten korkmadan gerçekleştirdin bunu da gerçekleştirebilirsin” demişti. Ama Doktor Fırat’ın öyküsünü pek bilmiyordu. Fırat’a annesizlikten çok babasızlık koşmuştu. Zaten Hafize Ana’sı ona annesizliği aratmamıştır.
Soğuk karlı bir Mart kışında Fırat sokakta düştü. Başına kaldırım taşına vurdu. Hemen hastaneye kaldırıldı. Bir hafta sonra öldü. Dicle çok üzüldü. Hafize Ana iyice çöktü. Tanrı’ya sitem etti. Kendisi durukken gencecik bir insanı almasına sitem etti. Dicle yas sırasında hastalandığını zannetti. Hastaneye gittiğinde hamile olduğunu öğrendi. Sevinse mi? üzülse mi? Bilemedi. Ama Hafize Ana çok sevindi. Fırat’ın ölümünde çöken kadın birden canlandı. Gelininin üzerine titriyordu. Daha çocuk doğmadan ismi konmuştu. Fırat olacaktı. Kız da olsa oğlan da olsa adı Fırat olacaktı. Bu konuda Dicle ile ayın fikirdeydi.
Aylar sonra Dicle’nin doğan oğlu Fırat’ı Hafize Ana’nın kucağına verdiler. Kadın sevinç gözyaşları içinde çocuğu aldı. Aslında Dicle ile Fırat’tan daha çok bu yaşlı kadının öyküsü hazindi. Bu yaşlı kadın her seferinde bir yakınını kaybetmiş. Eşinden sonra oğlunun, oğlundan sonra torununu, torunundan sonra ise torununun oğluna tutunmak zorunda kalmıştı. O tanrıya sitem eden kadın şimdi kendisini yalnız bırakmadığı iki tane armağan verdiği için tanrıya dua ediyordu. Torununu üzerine atıp kaçan gelini aklına geliyordu. Dicle’ye “kızım gençsin güzelsin bir gün birini seversen, benden sana izin. Çocuğunu da hiç düşünme ben ölene kadar o senin emanetindir. Babası Fırat gibi.” Dedi. Dicle iki gözü iki çeşme ben seni bırakmam Anne dedi.
Dicle başka bir sevgili buldu. Evlendi. Hafize Ana’yı da yanlarına aldılar. Fırat ‘a iki kardeş doğurdu. Adlarını Ceyhan – Seyhan koydular. Baba Adanalı olunca isimler de nehir oldu. Fırat koca bir delikanlı oldu. Hafize Ana öldüğünde yüzü aşmıştı. “Hep ölenler ömürlerini bana verdi” derdi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.