- 1464 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
DELİBAŞ
Günlerden salıydı. İsyancı kasabanın çıkışında bekliyordu. Akşama doğru bir araya toplanan isyancılar çavuşlarından emir bekliyordu. Köpek havlaması duyan bir kız korku ile evine doğru koşmaya başladı.
“ Anne aç kapıyı. Çabuk aç. ”
Kapı açılınca “ Kızım ne oldu ne var. Niye korktun? ”
Kız “ Anne dışarıda bir köpek gördüm. İn mi cin mi belli değil. ”
Kızın adı Esma’ydı. Bir tüfek sesi duyuldu.
Anne “ Neferlerin aklı başında değil. Durmadan silah sıkıyor. ” Diye kendi kendine söylendi. Köpek hala havlıyordu. Üç el silah daha sıkıldı.
Delibaş bağırmaya başladı. “ Kim lan o züppe. Boşu boşuna havaya ateş açıyor. ”
Kapıdaki nöbetçi pencereye doğru konuştu. “ Paşam dışarıda köpek havlaması var. Ne olur ne olmaz diye silah sıkmışlar. ”
Delibaş “ İndirmeyin lan beni aşağıya. Kırarım kemiklerinizi. ” Sonra karısına bağırdı. “ Hanım yarın tarhana çorbası yap. Yap ta midemiz düğün bayram yapsın. ”
Delibaş’ın karısının adı Meryem’di. “ Tarladan söktüğüm patatesler var. Onları pişirsem. ” Delibaş “ Yok ben onu yemem. Tarhana daha iyi. ”
Delibaş enfiye kutusunu çıkardı. Bir tutam avucuna döktü. Burnuna çekti. “ Bu ne güzelmiş be. ” Diye söylendi.
Ayağını oturduğu minderin üzerine uzattı. Aklında yan komşunun kızı Fatma vardı. Karısı ona hizmette niye kusursuz değildi ki. Keşke karısı geçimsiz olsaydı. Onu hemen bırakıp komşunun kızını kendine nikahlardı. Kimsede karışamazdı. Buraların padişahı oydu. Dediği dedik astığı astık kestiği kestikti.
Kasabanın girişi ateşin alevi ile aydınlıktı. Nöbetçiler “Geliyorlar geliyorlar. Acele et acele et. Hendeğe girip saklanalım. ”
İçeri Çumra ’ dan gelen iki atlı Kuvayi milliyeciydi. Beş yüz metre ileride durdular. Atlarından inip hemen yol kenarındaki ağaçların arkasına geçtiler. Atları ağaca bağlayıp gecenin karanlığında sürülmüş tarlada kasabanın arkasına doğru koşar adım ilerlediler. İsyancılar hileyi fark edememişlerdi.
Kasabanın ortasında eğlence vardı. İsyancılardan bir ozan başına toplananlara saz çalıyordu. Beş altı kişi elinde kaşıkla söylenen türküye ayak uydurarak oynuyorlardı. “ Şu birmiş samanları ah yaksam ah yaksam. Dumanları içime dolsa ah çeksem ah çeksem. ”
Kuvayi milliyeci iki nefer ağacın arkasındaydılar Türküde oynayanların teker teker nereli olduklarını seçmeye çalışıyor ve yörelerini yüzlerinden tanıyıp deftere not ediyorlardı. Bunun yanında neferlerin sayısını da kaydediyorlardı. Tam yedi ilden asker kaçağı tespit edebilmişlerdi. Neferleri adedi ise yedi yüz civarlarındaydı.
Kuvayi milliyeci iki nefer hemen oradan çekilip atlarını bağladıkları yere doğru koşmaya başladılar. İki isyancı hileyi hala fark edememişti.
İsyancının biri “Mehmet niye gelmiyor bunlar. Yoksa Ankara bir şeyler mi planlıyor?” Mehmet “Beşir ağam onlar bizden akıllı mı yoksa biz mi farkında değiliz?”
Beşir “ Onlar düdük çalmayı bile bilmez. Değil mi lan Hüseyin ”
Hüseyin “ Aman delibaş duymasın. Bizi hemen ipe asıverir. ”
Beşir “ Niye öyle dedin? ”
Hüseyin “ Delibaş düşmana saygılıdır. O bizim padişahımız. Padişahımızın siyasi işlerine karıştık mı gitti o gidiş. ”
Delibaş her gün kazanlarla pişirdiği etli pilavları neferlerine kendisi dağıtırdı. Herkes yemeğine oturunca “ Afiyet olsun arkadaşlar. Unutmayın ben padişahınızım. ” Derdi. İsyancılar hep bir ağızdan “ Padişahım çok yaşa “ diye bağırdılar. Bu Delibaşın çok hoşuna giderdi. İsyancılar etli pilavlarını yemeye başladı. Kasabanın giriş ve çıkışlarında nöbet bekleyen neferlere de pilav taşındı.
Geceye doğru. Delibaş odasında sigarasını içip bitirdiğinde gaz lambasını söndürdü. Sonra derin bir uykuya daldı. Rüyasında isyancı neferlere hep sövüyordu. “Uyanın lan. Kırarım kemiklerinizi. ” Kimine tekme atıyor kiminin üzerine tükürüyordu.
Sabahtı Güneş henüz yeni doğmuştu. Birkaç horoz sesi bir iki köpek havlaması. Delibaşın askerlerinden kaçacak yoktu. Kasabanın iki tarafı da tutulduğu için yunan zulmünden kaçan kuvayi inzibatiyecilerden yolu kasabaya düşenler içeriye alınıyor ve bir daha dışarıya çıkarılmıyordu.
Delibaş ordusunu böyle büyütüyordu. Her yakalanan inzibatiye neferine kurana el bastırılıp “ Allah peygamber üzerine hiçbir yere kaçmayacağıma dinim imanım üzerine ” diye yemin ettiriliyordu. Sonra kendi tüfekleri ile talime katıyorlardı.
Delibaşın şansına bir hayli inzibatiye askeri yakalanmıştı. Delibaş neferlerin ismini deftere kaydediyordu. Bazı isimlerin altını hatırlamak çiziyordu. Onlar kolaylıkla emir verebileceği ve isyancıları çevirip yönetebilecek yardımcılardı. Delibaş isyancılardan bir çoğunun ismini de bu sayede ezberlemişti.
İsyan saati gelmişti. Yardımcıları Delibaşa “ İsyan ne zaman paşam ” diye sordular
Delibaş “İyice emin olalım” dedi. Emin olmak dediği şey isyan olayının cesaretiydi. İsyan sonu zaten belliydi. Yeter ki Delibaş adını sanını duyurabilsin ve büyük bir isyan çıkartabilsin. Delibaş düğün dernekte gibi davul ve zurna çaldırarak neferlerini teftiş etmeye başladı. Sonra köstekli saatine baktı. Sürekli susuyordu. Delibaş atına atladı. Yürüyün isyan başlıyor. ” Dedi. Bir saat gecikmeyle yaya süvarilerin arkasından atlı süvariler harekete geçti. İsyancılar Konya ’ ya doğru yol almaya başladılar.
Delibaş Kaçak beyinsiz neferlerin eline tüfek teslim etmeliydi. Bunun için tüfek ticareti yapan tüccarlara gidecekti. Çünkü kaçak neferlerin çıktıkları birlikten kendilerine zimmetli tüfekleri kışlalardan çıkarmaları zordu. Tabi ki nöbetçiler onları bırakmaz yoklama yapardı kaputlarını.
Bulunan tüm tüfeklerle birlikte nefer sonu da gelirdi. Kısa bir yargılamadan sonra nefer kaçakları savaştan kaçmaktan hüküm giyer, kurşuna dizilirlerdi.
Ne acıydı kurşuna dizilmek. Önce dirsek teması dizilirler son arzuları sorulur. Onlar “Allah bizi affetsin” derler kaçak neferlerin oranında muvazzaf neferler hazır olurlar, tüfekleri ellerinde, başlarında subay, “Nişan al. Ateş.” Derdi. Subay belki içinden acır “Keşke güfteli gitselerdi. Trampet olsa daha iyi olurdu.” Derdi.
“Ama böylesini akla getirebilecek, çekip çevirecek, bir emir, bir yönetmelik yok ki.. Keşke olsaydı. O zaman ölenleri daha iyi anlardık” derdi.
Neferlerin kışlalardan kaçması böylesine artık zordu. Delibaş önce köylerden Kaime-ı Nakdiye-ı Mutebere toplamalıydı. Bunun için ilk adım yanına önceden aldığı birkaç adamıyla köyleri basıp zorla kaimeleri toplayacaktı. Kaimeler onun için önemliydi.
Yanında götüreceği adamlarına topladıkları kaimeleri içine dolduracakları birer torba temin etmeliydi. Baskın akşam olmalıydı ki kimseler görmesin, gidip inzibatlara şikayet etmesin. O zaman işleri zora girerdi. Kaimeler toplanmadan tüm planları suya düşerdi. Yarın baskın kararı verdi.
Önce İçeri Çumra’ya yerleştirdiği adamlarına haber göndermeliydi. Mahmut, Sadık, Ali, Mustafa, Durmuş, Ramazan, Hasan Hüseyin, Konya’nın Güneysınır ilçesine bağlı bir köyde torunlarını bırakan namı diğer Sarı bacak İsmail Efe, Ahmet, Mustafa, Eski ismi Sarı Ören Boyalı olan Ali, Akören’den Arif, Akören’den İsmail, Akören’den Tenekeci, Hadim’den İsa, Hadim’den Ramazan, Hadim’den Yasin, Hadim’den Kemal, Hadim’den İnayet, Anamur’dan kaçan, koç Ali, kardeşi Emre, Manavgat’tan kaçan Yusuf oğlu Mustafa, İzmir’den kaçan Sadettin, İstanbul Bakırköy’den kaçan ajan Mahmut, Yunanlardan kaçıp gelen Haydar, Kıbrıs’tan kaçıp gelen Hasan Hüseyin, Antakya’dan kaçak nefer İnayet, Karabük’ten kaçıp gelen Cevdet, Dersim’den kaçıp gelen Nizami, Şamdan kaçıp gelen nefer Hüseyin, Medine’den kaçıp gelen nefer Yusuf hepsi buradaydı. Delibaş isimleri kağıda çiziktirip bir kenara koymuş, onlara görevleri için İçeri Çumra’ya ve civarlarında gece ve gündüz tetikte durmalarını tembih etmişti .Onlar da Delibaş’ın tavsiyelerini tutmuştu.
Geriye kalıyor onlara tüfek ikmal etmeliydi. Şimdilik yerlerinde bir dursunlar hele. Mustafa Kemal’in hesabı elbet sorulacak, ilan ettiği cumhuriyeti ele geçirecek, tek başına Ankara’ya gidip mebuslara konuşma yapacak. Kapıda askerler, içeride ki mebuslar silahsız. Onlara “Cumhuriyeti ele geçirdim. Kabul etmezseniz hepinizi öldürürüm. ” Diyecekti.
Şimdi Ankara’ya gitmeye hazırdı. Atlarla beraber Konya’yı geçti. Ankara’ya doğru son sürat vardı. Doğruca Meclis binasına vardı. Hazırladığı askerler onu kapıda karşıladı. Meclis binasına girerken herkes onu alkışladı. Delibaş bizzat kaleme aldığı ve imzaladığı belgeyi okudu. ”Efendiler bu gün Delibaş Cumhuriyeti’ni ilan ediyorum. Emirlerime itaat edin.” Dedi.
Allah hiçbir şeyi unutmuyordu. Her şeyi bir deftere yazıyordu. Onun kaydı Allah’ın katındaki levh-i mahfuzu Ramazan bayramlarında şeytanların kaderi değiştirmemeleri için (bazı şeytanlar buna muktedir oluyordu. İnsanların kaderini değiştirip onlara kötülük yapmanın yollarını buluyordu.) okuyordu. Allah levh-i mahfuz ilmini kuranda bildirmişti. Bazı evliyalar Allah’ın izniyle kendi menfaatleri için değiştiriyorlardı.
Elbet kaynak hazreti Muhammet’ti. O Cebrail’in bildirdiğini kuranı kerime yazdırmış her şeyi açıkladığı gibi bazı şeyleri gizli tutmuştu. Bu müminlerin ilmin şiddetine dayanamamaları ve ölüp gitmelerine izin vermemesinden dolayıydı. Allah’ın katında bir kütüphane düşünün ve odacıkların birinde de kuranı kerim vardır. Elbet Allah kuranı da okuyor. Diğer kitapları okuduğu gibi.
Ve Allah bu şekilde peygamberine öğretti. Peygamber bir levha alıp gizli ayetleri levhanın üzerine kazıttırdı. Levhayı gizli bir yere sakladı. Ve peygamber bu levhayı her Ramazanda okumaya başladı. Ve Ramazan bayramlarında şeytanları Antakya’da bir araya toplayıp zincirle hapsetti. Şeytanlar artık Müslümanlara ve diğer Hristiyanlara zarar veremiyordu.
Delibaş bütün bunları düşününce peygamberine salavat getirdi. “Rabbım ne güzel yaratmış. Ben de bir gün Ankara’yı yeniden inşa edeceğim. Belki bana mazide yardım edici gaip bir er çıkar.” Delibaş meclis odasında kahvesini içerken yanına gelen meclis çaycısından bir pet şişe su istedi. Az sonra sipariş geldi. Delibaş suyunu içti. Kahvesini bitirmişti. Yanına gelen kurmaylarını oturttu. “Oturun şöyle.” Kurmaylar oturdu. Delibaş sağ elinde on yedilik kalın taneli teşbihini çekmeye başladı. Kurmaylar pür dikkat Delibaş’a kulak kesildi.
“Arkadaşlar az önce Cumhuriyetimi ilan ettim. Ne dersiniz buna?” Kurmaylardan Adnan Menderesin cumhur başkanı Celal Bayar söz aldı. “Paşam sizi sultanımız seçmek istiyoruz. Ama önce Atatürk’ü öldürmemiz lazım. Bunun için Anıtkabre gidip Atatürk’ün gizli odasına girip onu hemen cellatla başını keseceğiz.”
Delibaş “Ne münasipse yapın. Atatürk gavuruna tahammülüm kalmadı.” Celal Bayar askerlerine emir verdi. Söz dinleyen askerler acele ile Anıtkabre yol aldı. Anıt Kabirdeki nöbetçiler geri çekildi. Elinde yazılı emri olan er kağıdı okudu. “Bu emir Delibaş sultanımızındır. Hemen Atatürk’ün katli vacip oldu.”
Nöbetçi askerler yanında celladın eşliğinde Atatürk’ün gizli odasına girdiler. Atatürk odasında masasının başında kitaplıktan bir kitap seçmiş viskisi ile kitap okuyordu. Cellatları görünce ayağa kalktı. Askerler Atatürk’ün ellerini yakaladılar. Hemen yandaki odaya geçtiler. Orada bir kılıç duruyordu. Zeminde tahta kütük. Atatürk’ün başını kütüğe koydular. Cellat hızla kılıcını indirdi. Haber hemen Delibaş’ın köşküne ulaştırıldı.
Delibaş o an televizyon izliyordu. Atatürk’ün katlini izlemişti. “Şükür rabbıma.” Dedi. Delibaş yeni kanunlar hazırladı. Anayasanın ilk maddesine ‘Delibaş bu cumhuriyetin sultanıdır. Ülke monarşi rejimine geçmiştir.’ Yazıldı.
Ne güzel, ülke yeni baştan inşa edildi. Delibaş Konya platosuna beş adet piramit dikilmesi için emri verdi. İşçiler ayarlandı. Başlarına baş mühendis Cemal Usta atandı. Her şey hazırdı. Dev kamyonlar Toros dağlarından taş taşımaya başladılar. Konya platosuna yığılan taşlar mermer ocaklarından getirilen makinalarla düzeltildi.
Delibaş inşa sürecine zaman koydu. İnşa bir yılda bitecekti. Bir yıl sonra piramitler inşa edildi. Önündeki düzlüğe Çatalhöyük adı verildi. Önceden uzaydan çağrılan bir ufoyu, içindeki gri uzaylı ile çatalh0üyük platosuna gömdürdü.
Piramitlerle iletişim uçan daire ile sağlanmaya başladı. İlk olarak internet akımları kesildi. Ardından radyo akımları devamında cep telefonun akımları. Geriye kalan yepyeni akımların başlatılması.. Cep telefonundan yazı mesajı gönderildiğinde oluşan radyo dalgalarından akan nuru Delibaş rabıta yolu ile bir demir zincire kilitledi. Delibaş buna hiyerkiza ismini koydu.
Platonun içine gömdüğü uzaylı her şeyi ayarlıyordu. Yeni enerji türü hiyerkiza işlenmesine başladı. Gelecek tek bir dalgadan akan nur ile tüm dünya bundan faydalanacaktı. Önce Amerika’nın kartları görülmeliydi. Onlar oyunda çok hile yapıyordu. Delibaş düzeni takip etmek için profesör Kemal Tütüncü’nün odasına bağlandı. Ondan bazı görüşler aldı.
Kemal ona “Önce yeni bir düşünce icat etmelisin. Yeni insan ırkına Homo Fornox demelisin. Buna bağlantı yapan insan denir. Artık Homo Fornox ırkı dünyadan yok olmayacak. Yok olacak olan Homo Sepience’dir. Bu girdabı geçmeyi başaranlar hayatta kalacak.” Dedi.
YORUMLAR
Kurgunun da bir mantığı olur.
1921 yılında bizzat kendi adamları tarafından gebertilen, gebertildikten sonra da kuyuya atılan biri ''“Ne münasipse yapın. Atatürk gavuruna tahammülüm kalmadı.” Diyor, 1953 de ancak bitirilmiş olan Anıtkabir'e hem de o Anıtkabir'in yapılıp tamamlanmasını sağlayan Celal Bayar'ı gönderiyor...
Yani atmasyonun da bir sınırı olması gerekir.
Ha bir de 1921 yılında gebertilen biri ''Atatürk'' diye bir kelime kullanamaz. Atatürk'e bu soyadı 1934 yılında verilmiştir.
Bana kalırsa siz Atatürk'ü, kuvay-i milliyeyi boşverin de Elwis Perestley'i anlatın. Belki onu daha mantıklı bir senaryo ile sunarsınız bizlere.
Aynur Engindeniz
elvistuna
elvistuna
Ataturk'un kafasını almışsınız delibaş isyanında..Hainlerin sonunu iyi okumamışsınız..E oykuler biraz niyet de taşır yazarın zihninde..Yazı sonunu surrialiteye bağlamak kurtarmıyor sizi..Komiksiniz..