- 708 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAŞ (Gezi Yazısı)
“Harpagos Lykialıların üzerine bir orduyla yürüyüp, Xanthos düzlüğüne ulaştığında, karşısına Lykialılar çıkar. Bu bir avuç insan büyük bir orduya karşı pek çok kahramanlık yaratmalarına rağmen yenik düşerek, kentlerine kapanırlar. Orada kadınlarını, çocuklarını, değerli mallarını, kölelerini kaleye toplarlar ve ateşe verip yakarlar. Bunun üzerine ölüm andı içerek dışarıya çıkan lykialılar son savaşçısına kadar savaşarak ölürler.”
Bu beni oldukça etkiledi. Bir milletin onuru bu olsa gerek.
Demre (Myra)’den geçerken (Temmuz 2002) Noel Baba’yı (Aziz Nikolaos’ın Patara’da doğduğu, Myra’da yaşadığı ve burada öldüğü bilinmektedir) anmadan Kaş’a gitmek olmazdı. Andım da nitekim. Arabamız da Demre’den az sonra çıktı zaten. Bir süre gidince, yolun kenarına yakın yerlerde birtakım lahitler gördüm. Geçmekte olduğumuz bu yer, Lykialılardan kalma bir mezarlık olabilirdi.
Her yanımız, özellikle kızıl çam ve kara çam başta olmak üzere sedir ve ardıç ağaçlarından oluşan ormandı. Biraz daha gittikten sonra Kekova yol ayrımına geldik. Az sonra da Kaş gözüktü zaten. Kaş aşağımızdaydı. Sanki cennetti burası. Dağlar yemyeşildi, aşağısıysa masmavi deniz. Deniz’de, en büyüğü Meis olmak üzere birçok ada vardı.
Şehir merkezine gelmiştik artık. Kalacak yer işini ayarladıktan sonra Kaş’ı gezmeye çıktım. Şehrin ortasında dinlenmek için çok güzel bir park var. Orada oturup çay içmek insanı dinlendiriyor. Kaş dağın dibinde kurulmuş bir yerleşim yeri. Zaten Kaş adı da bu dağla ilgili; Kasaba’nın kurulduğu yer göz kapağına, Asas dağları da yay biçiminde uzandığından kaşa benzetilerek, kasabaya Kaş adı verilmiş. Aslında asıl merkez burası değilmiş, dağın arkalarında, ilçenin iç kesiminde, Demre çayı vadisinin yüksek yamaçlarla çevrili olan Kasaba ovasının kenarında yer alan bugün Kasaba adı verilen bir yermiş. Şimdiki yer ise, ilçe merkezinin iskelesi durumundaymış. Cumhuriyetten sonra iskele önem kazanınca ilçe merkezi buraya taşınmış ve o güne kadar “Andifli” adıyla bilinen bu yere bundan sonra Kaş denmiş. Eski “Kaş Kasabası”nın adı da “Kasaba”olarak değiştirilmiş. (Şimdiki ilçe merkezinin adı ilk kurulduğunda “Antifellos”muş, Selçuklular tarafından alınınca adı Andifli olarak anılmaya başlanmış.)
Kaş’ı dolaşırken ne yana bakarsanız bakın tarihi hissederseniz. Şehri dolaşırken karşınıza Antifellos kentinden günümüze kalan lahit ya da kaya mezarları çıkarsa hiç şaşırmayın; çünkü bunlarla, ama özellikle lahitlerle çok sık karşılaşacaksınız. Başınızı dağlara doğru çevirip bakarsanız kaya mezarlarını görürsünüz.
Sonra yine dağın yüksek bir yerinde “Uyuyan Dev”i görürsünüz. Tam karşınızda dağın yüksek bir yerinde yatmakta olan çocuğa benzeyen büyük bir taş kabartısı görürsünüz. İşte buna burada “Uyuyan dev” diyorlar
Yine bu yıl ilk defa yamaç paraşütçüleri de gelmiş Kaş’a. Dağdan aşağıya inen yamaç paraşütçüleri bir başka renk katmışlar buraya. Rengarenk paraşütleriyle dağdan yükseliyorlar, Kaş’ın üzerinde birkaç tur atıyorlar, sonra da yat limanına iniyorlar.
Kaş’ın içindeki yat limanı Kaş için çok önemlidir. Yat limanındaki yatların bayraklarına baktığımız zaman değişik ülkelerden insanların yatlarını sırf bu liman için buraya getirdiklerini anlarsınız. Bu da Kaş turizmi için önemlidir.
Yat limanının deniz tarafına büyük bir mendirek yapılmış. Bu mendireğe ressam İsmail Acar tarafından dünyanın en büyük açık hava duvar resmi yapılmıştır. Yine Ressam İsmail Acar, Kaş/Antalya ve Kaş/Fethiye yollarının giriş çıkış kemerlerini sanatıyla “Anıt Kemerler” haline getirmiştir.
Sonunda akşam da olmuştu. “Geçmişten Ayak İzleri” adlı programın başlamasını dört gözle bekliyorduk. Bekleyenlere şöyle bir göz attığınızda değişik kültür yapısına sahip insanlar olduğunu görürsünüz. Hâlâ köylü gibi yaşayan buranın yerlilerini hemen ayırırsınız diğerlerinden. Zaten programı izlemek için gelenlerin yarıdan fazlası bunlar, geriye kalanlarsa ya bu festivali izlemek için gelen yerli turistler ya da yabancı turistlerdi. Yabancı turistlerse genellikle Almandı.
Gerçi Kaş’a gelen yabancı turistleri, gündüzleri pek bulmak mümkün değildir. Çünkü Kaş’ın içinde kumsal alan olmadığı için, her yer taşlıktır; çünkü, denize girmek isteyenler, çevrede kumsalı olan yerlere gidip orada denize girerler, akşam olunca da Kaş’a dönerler. Kaş’ın içinde de denize giriliyor. Büyük Çakıl ve Küçük Çakıl bunun için uygun yerler. Aslında Kaş’ın denizi pırıl pırıldır. O kadar temizdir ki suyun dibini rahatça görebilirsiniz. Bundan dolayı da Kaş’a mavi bayrak verilmiştir.
Saat 21.00’de başlaması gereken program yarım saat gecikmeyle başladı. Sahnenin tüm ışıkları söndürülmüş, ses cihazları da sonuna kadar açılmıştı. Az sonra da Kenan Işık, o etkileyici sesiyle Lykialıları anlatmaya başladı. Yazımın başında yer verdiğim sözleri söylüyordu. Sonra ellerinde meşaleler olan kızlı erkekli oyuncular, müzik eşliğinde sahneye girdiler. Sanki o an, ateşte yanan lykialılar toplanmış oraya gelmişler, kendilerini anlatan bu programı izliyorlarmış gibime geldi. Onların onurları için diri diri yanmalarını ve savaşımlarını hissettim içimde. O gece çok garip duygularla uykuya daldım.
Ertesi gün yine gezmeye çıktım. Sanki Kaş biri düş diğeri gerçek, iki ayrı şehir gibi. İnsanları da aynı; iki farklı kültür. Kaş’ı gezmeye gelenlerse daha çok tarihi özelliği için gelirler, o havayı solurlar, sonra da giderler; Kaş’ta ancak bir, bilemediniz iki gün kalırlar. Zaten Kaş kendi halinde bir yer. Sanırım ben daha çok bu yönünü sevdim.
Birkaç gün önce Kaş’ın pazarıymış. Pazarında bulunamadığım için üzüldüm. Çünkü gittiğim yerlerde pazar yerlerine uğrama gibi bir alışkanlığım var. Burada satılan malların o yörede yetiştirilmiş olanlarını öğrenmek ve onları almak gibi bir huyum var da. Yine bir başka üzüntüm de Meis adasından pazara alışverişe gelen Rumları görememem oldu. Meis adasındaki Rumlar, pazarın kurulduğu gün, sabah erkenden Kaş’a gelir, alışverişlerini yapar, geri dönerlermiş. Bu bana çok ilginç gelmişti.
Yine de pazar yerine gittim. Pazar yerinde yaşlanmış birkaç ağaç vardı ve aralarında da lahitler vardı. Hatta bir tanesi yan yatıyordu. Hiç kimsenin buna aldırdığı da yoktu. Sordum. “Burada bundan çok ne var.”dediler. Zaten neresi kazılsa orada bir şeyler çıkarmış. Çevreme şöyle bir göz attım. Bir evin bahçe duvarının taşı olarak kullanılanlar bile var. Sözde Kaş, SİT alanı. Kimsenin buna aldırdığı yok. Anlaşılan burada olup bitenleri denetleyen de yok. İsteyen istediği yere bina yapıyor. Bir Allah’ın kulu da çıkıp, “Buraya bu binayı nasıl yaparsınız?” demiyor. Anıtlar Yüksek Kurulu, Kaş’ı Sit alanı ilan etmiş, o kadar. Buna uyan var mı yok mu diye ne denetleyen var ne de soran.
Akşama doğru şehrin çarşı kısmındaki dar sokakları gezmeye başladım. Bunların içinde en bilineni Uzunçarşı. Uzunçarşı’nın yukarısında çok büyük bir lahit var. Aşağısı ise yat limanın önündeki meydana çıkıyor. Bu dar sokaklarda turistik eşya satan dükkanlar vardı. Kimi insanlar alış veriş yaparken kimileri de dolaşıyordu. Her yer cıvıl cıvıldı. Ama özellikle yat limanın önündeki meydan çok hareketliydi. Kaş’ın yerlisi olanlar mısır ya da gözleme yapıp satarlarken, kimi insanlarsa alçak duvarlara oturmuşlar, gelen geçeni seyrediyorlardı.
Siz sakın ola, bu kalabalığa bakıp da aldanmayın; kışın Kaş’ta hiç kimseyi bulamazsınız. Hatta yiyecek bir şey de bulamazsınız. Ha, bir de şunu söylediler: “Kışın burada çok kötü rüzgar eser.”
O Akşam, “Kırkmerdiven” adı verilen Romalılardan kalma antik tiyatroda bir bale gösterisi vardı. Onu izlemeye gittim. Bu antik tiyatro, adını kırk basamaklı oluşundan almıştı. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin bale gösterisi başlayınca kendimi çok farklı bir alemde hissettim. Sanki Romalılar zamanında yaşıyormuşum gibi geldi. Bir ara başımı kaldırıp gökyüzüne baktım, yıldızlar bir başka parlıyordu. İçlerinden sanki bazıları “Biz de oradaydık bir zamanlar” diyorlardı.
Kaş’ta Romalılardan çok Lykialıların etkisinde kaldım. Kaya mezarlarında, lahitlerde yatanların seslerini duyuyorum gibi oluyorum:“Bizi unutmadığınız için teşekkürler.”diyorlardı, sanki.
YAŞAR YILTAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.