paradoks düşünceler
uydu görüntüsüyle evin -eh hali:
-el el üstünde olur, ev ev üstünde olmaz!-
’vatandaş abuzer’ sesleniyor içerden: "n’apıyosun gecenin kör saatinde?"
-hiiiiç! yerdeki sürüngenleri öldürüyorum!-
"sen kafayı mı yedin?"
-bilmiyorum ama hakkımda ileri sürdüğün iddiaların henüz kanıtlanmamış olsa da ve aleyhimdeki deliller yetersiz bile görünse; içimden bi ses bu savın gerçeklik payının yüksek çıkacağını söylüyor!"
"vallahi kafayı yedi kadın!"
onu duymamazlıktan geldim ve karanlık koridordan mutfağa geçerek; türüne daha önce hiçbir yerde rastlamadığım böceklere basıp kafalarını ezmemiş olma umuduyla o loş, yavan ışığı yaktım...gördüğüm manzara karşısında nedense hiç şaşırmadım...küçük yavrularıyla aile gezintisine çıkmış taze çift yerdeki kırıntıları süpürüyorlardı...korku ile şaşkınlık arasında yüzümde bocalayan mimiklerimle kendi kendime hayıflandım...-ama olmaz ki böyle! senelerdir evin kirasına hiçbir katkıda bulunmadan sırtımızdan geçinip bedava yiyip içiyorsunuz!- bunları beslemekle iyi mi ediyorum sanki! yarın öbür gün işkembeyi iyice büyütüp samsa gibi koca yaratığa dönüşecekler ve bir gün evde yiyecek bi şey bulamayınca üstüme atlayacaklar!..inanır mısınız mösyö büyük baş hayvanlardan bu kadar korkmuyorum desem yeridir...tiksiniyorum da ayrıca...
öyle kıvraklar ki! de ki; lambanın düğmesine basar basmaz, gözlerim karanlık retinasında henüz ışığına kavuşmamışken, siz nasıl böyle atik davranabiliyorsunuz ? sağa-sola kaçıp nasıl bir taktik uyguluyorsunuz bana söyler misiniz lütfen ?..eminim ki önceden kendi aranızda görev dağılımı yapıp, sonra buluşma yeri olan karargâhınızda toplanarak parmağımı sokamayacağım iğne deliği kadar küçük bir oyukta yerden yürüttüklerinizi ortaya döküp çilingir sofrası kuruyorsunuz kendinize...pes doğrusu!..içimden bir ses "bırak hayvanları kırk yılın başında toplanmışlar kendi aralarında alem yapıyorlar sana ne zararları var?" dese de huzursuzum yine...varlıkları beni tedirgin ediyor mösyö elimde değil !
şimdi kara fatma ya da kırkayak olsa hadi neyse! terlikle ezer geçerim...din kitaplarında örümceklerin kutsal ve öldürülmesinin günah sayıldığı taa küçüklükten öğretildi ve kafaya öyle yerleşti -sakın öldürme yazıktır!-...e uğur böceği desen zaten adı üstünde berekettir uğur ve bolluk getirir eve..göz göre göre mutluluk havadisleri getirenlere haince saldırmak ne erkekliğe sığar ne de kadınlığıma!..kelebekleri çok sevsem de önceki halleri yine gözümü korkutuyor...yani ne bilim o kaygan yeşilimsi derinin büzüşmesini gördükçe iğreniyorum sanki...mecburen onlar da ölücek!..hadi bi ihtimal belki yavaş sürüngenlerin hayatlarını kurtarma girişiminde bulunabilirim...çok istemesem de bunu yapabilme yetkisine ve gücüne sahibim...ayaklarına ince bir kağıt parçasını uzatırım...hayvanlar meraklıdırlar...ilk başta naz ederler belki ama dört bir yandan etraflarının sarıldığını ve kapana kıstırıldıklarını anlayınca tıpış tıpış kendi ayaklarıyla gelirler tuzağıma...sonra da öldürülmediklerine şaşırıp son sürat gaz verirler o kağıdın üstünde...mendille zor oluyor bazen elimle almayı göze alamıyorum...çünkü mendilin elimden kayması veya büzülerek yere düşmesi sonucu kaç sefer başarısızlığa uğradım...öyle olunca da hemen tüyüyorlar ortadan...bulamayınca da huylanıyorum bu sefer...
sadece ayaklarımın altında cirit atsalar neyse!..çok affedersiniz mösyö bir de saçlarımın dalgasına dadandıkları oluyor bu dürzülerin!..gel de kaşınma!..kıvırcık saçlarımın dalgaları arasında alabora olduklarını düşündükçe onları labirentten çıkamayan şu beyaz labor farelerine benzetiyorum...sonra da acıyorum hallerine ve saçlarım kıvırcık olmak zorunda mıydı diye de kızıyorum üstelik...
birkaç sefer bu oyuna geldim mösyö...tam makasla gelişi güzel rötuşlar verecektim ki abuzer son anda bileğimden kavradı elimi...gözdağı vermek uğruna hazırda duran saç makinasını kaptığı gibi "saç öyle değil, bak böyle kesilir!" demesiyle hemen kafasına vurup kazıttı köklerini gerzek...bir hafta pul pul kırmızı benekli dolaştı öyle inek gibi ortalıkta...soranlara da "aceminin teki sakat etti bıraktı!" deyip üstten geçiştiriverdi...tedbiri elden bırakmamak için de n’olur n’olmaz diyerek makası ve keskin aletleri el altından kaldırdı çabucak...odur budur saçlarım makas yüzü görmedi ama hava sıcak ve gereğinden fazla terliyorum anlıyor musun mösyö ?..kuaförleri sevmiyorum...doktorları da...ya biri seni güzelleştirip işinin erbaplığını ispatlayacak diye kibar ve nazik vuruşlarla o makası-tarağı, erkeklik organı gibi sallayıp duracak saatlerce gözünde ya da; daha önce hiçbir moda dergisinde hiçbir starda görülmemiş harikulade bir şah eser yarattığını düşünüp egosunu okşayıp duracak aynanın karşısında...öteki desen ayrı terane!..tutar herkesin orasından burasından çıkardığı aletleri ya sana sokar ya da çırılçıplak vücudunda boş boş gezdirir...sanki mayınların yerini tespit etmeye çalışıyor pezevenk!..bi şey bulamayınca da yüksek dozlu-yan etkili bir torba dolusu ilacın reçetesini eline tutuşturup dosdoğru psikoloğa sevkeder..."biz bi şey çıkaramadık bir de orada röntgenlesinler sizi!"...işte bedeninize lâyık bulunan saçma sapan bulgular mösyö!..bunların benim vücudumda hüküm sürecek bi yerleri yok...parmak izlerini dahi görmek istemiyorum deri altlarında...uyanıklar ama eldiven takıp ip ucu bırakmıyorlar....
tıpkı yerdeki bu sürüngenler gibi...nasıl ki onların gücü bir tek bana yetiyorsa ben de hıncımı bu maymunlardan çıkarmalıyım...nasıl ki ezince hışırdayan bir ses çıkıyorsa terliğin altından ve bağırsakları dışarı fırlıyorsa aynı o şekilde yere kusmalıyım olan öfkemi...bir nebze de olsa bu şekilde rahatlayabilirim belki...huzura kavuşmam için de kuytu bir köşede sinsice oturup karanlığın üstüme çökmesini beklemeliyim ...neticede akıllı hayvanlar bunlar!..gündüzleri ayak altında dolaşıp tehlikeye atmıyorlar canlarını...orospularda olduğu gibi onlarda da gece başlıyor mesai...ekmek kapısı n’apsın, kime gitsin ?..bunlar da beni insan bilerek kapının altındaki üç-dört milimetrelik boşluktan faydalanıp içeri sızmışlar...penaların keşmekeşliği de yok üst başlarında...öyleyse anlamadığım gecenin bir vakti davetsiz misafir edasıyla evin kapısına niye dayandınız muhterem ?..hadi üç beş kişi olsaydınız idare ederdim belki sizi ama böyle hazır ol komutunda sıraya dizilmiş askerlerin güneşten kavrulmuş, benzi atmış o mahmurluğuyla başımda toplanıp medet ummuş olmayasınız sakın...elebaşınız kim lan sizin! çağırın gelsin!..kozumuzu er meydanında paylaşalım...el mi yamanmış bey mi haddini bildirelim şu hergeleye! keza arkalarını sağlama alanların haytalığı bariz biçimde yüzünüzden okunmasaydı sizi de bok yolunda harcamam gerekmeyecekti!..yine de paşa keyfiniz bilir tabi...’ölmek var dönmek yok!’ deyip susma hakkınızı kullanırsanız sizi anlarım beyler!..bir de kim kime dum duma dolaştığınız kadar kör kütük aşık olanlarınız da öyle çok ki rahatsız oluyorum muhterem...tamam aşıklara saygım sonsuz eyvallah!..ama bari geceleri yapmayın bunu..hem de kendi evimde...bakıyorum da pek bir rahatsınız..oh ne güzel yaylanın öyle bütün mallar ortada üstelik!..ben bile yatarken pijama falan giyiniyorum...bakın doktorlara bile güvenmediğimden ötürü sizi de ilaçla zehirlemek gibi zerre kadar kötü bir art niyet taşıyorsam içimde namerdim...bu kadar müsamaha göstermeme rağmen sizin her kuytu köşede işi pişirip, hiçbir koruma metodlarını uygulamadan duvarlara spermlerinizi, deliklere de yumurtalarınızı bırakmanızı anlamış değilim açıkçası...iğreniyorum sizden mösyö !..ben ki taa çocukluğumda kara fatmalardan yeterince nasibini almış biriyim... zaten canım burnumda bir de siz musallat olmayın lo !..valla tek tek çeker vururum sizi!
saat: 03:03...bu zamanlamayı istesem de tutturamazdım...tahminimce yerde üç dört günlük bir yavru, ondan yaşça büyük bir abi diğeri de sıska kızkardeş olmak üzere -yalnız cinsiyetlerini-cibiliyetlerini tam kestiremediğim için aşağı yukarı bir tahminde bulunuyorum yanılıyor da olabilirim- tam tamına üç leş serdim arkamda...bir delikten onlardan daha iri yarı bir ayı attı kendini ortaya....zannımca anneleriydi...biran tutulmakla davranmak arası soğuk terler boşaltıp kısa bir tereddüt yaşadım ve afalladım....anne yüreği işte! gece yarısı atmış sokağa kendini köşe bucak yavrularını arıyor...hiç acımadım çektim kaltağı da vurdum...-alnının ortasına demek daha fiyakalı olucaktı belki ama bunlarda alın malın ne gezer!- sen misin çocuklarını tek başına sokağa bırakan...acımayacaksın böylelerine...gözünün yaşına bakmayacaksın!..mecburen karnına birkaç tekme sallayacağız artık...oysa anneler çocuklarından önce ölmek isterler mösyö!..hanım! hanım! öğretmediler mi sana bu altın kuralı!..yoksa babasız mı bıraktım garibanları!..içimi kemiren bir başka soru...lütfen yalvarıyorum! yarın olur da su içmek için ayaklanır, patavatsızlık edip mekânınızı dağıtırım falan ya benim gözlerim çıksın ya da siz saklandığınız delikten hiç çıkmayın...uzatmayın dışarı öyle antenli kafalarınızı...yok yani bana bi şey olmaz...istersek el birliğiyle gül gibi geçinip gideriz sizinle!..bu yaşta rezil kepaze etmeyin ulan beni!..-olacağım kadar olmuşum zaten-...ahiret günü canını-ahını aldığımız, günahına girdiğimiz her canlının tekrar dirilip üstümüze çullanacağı veya yürüyeceği yahut suratımıza tüküreceği -hoş bu daha makbule geçerdi ama-, "bunu neden yaptın? iyi ama neden yaptın ?" gibisinden türlü türlü sorularla yüksek makamların huzuruna çıkacağımızı düşündükçe gözlerimi açacak yer bulamayacak oluşumdan ürküyorum peder!..çok fena şeyler dönüyor dünyada anlıyor musun ?..hani bi cehennem ateşinden bu kadar korkmuyorum dersem günaha gireceğimi de biliyorum ama aklımdan geçenleri de saklayamam ki mösyö!
sen zaten yabancı değilsin peder...evimizin halini, içimizi-dışımızı çok iyi biliyorsun...bunları yazdırmana da hiç gerek yoktu aslında...laf aramızda sana da dargınım biraz...yapacak bi şey yok...beynimin aniden idiotça düşüncelerin hışmına uğradığı ve altından kalkamadığı oluyor bazen...zaten yediğimiz her haltın yukardan gözetlendiğini ve her düşüncenin kayda geçtiğini biliyoruz...sen de çok iyi biliyorsun...bana öyle masum ayakları yapma peder yemem bu numaraları!
saat: 03:30 yoksa sen bana bi şeyler mi ima ediyorsun...yok yani öyle bi durum varsa hiç çekinme gözüm...derken ışığı yakıyorum mutfaktan yatağa uzanabilmem için hayli bi yol katetmem lazım..koridor uzun...lanet olası dilim ve ayaklarım da...istesem atlayıp geçerim üstünüzden ama yere çakılmış birinizden daha huy kaptım şimdi...boğazlamasam kaşıntı tutar yine...kalleşçe yanına yaklaşıp mendille üstüne atladım ama bu sefer hedefi tutturamadım..elimden ucuz kurtuldu şerefsiz!..şerefsizsin işte!..öyle olmasan şu saatte cilveleşip oynaşmazdın benimle!
saat: 03:45 hey güzel allah’ım! nedir bunlardan çektiğim...paranoyaklaştım iyice...uyuz köpekler gibi kaşınıyorum resmen...susuzluktan gebereydim de kalkmaz olaydım nedir bu başıma gelenler!...her yeri istila etmiş namussuzlar! her göz göze gelişte fingirdeşip duruyorlar ayıptır yahu!..arsızlar sizden başkaları da yaşıyor heralde bu çatının altında!..
saat: 03:56 bu sefer yandan ıskaladım şıllığı...die blöde insekten!..hanııım! sana demedim mi el el üstünde olur, ev ev üstünde olmaaaz!..nah şöyle teneke bağlarlar adama yoksa!
p.s: bu sabah terlik altında kabuğu çatlayan cesetleri kürekle toplamayı unuttum...ölüler gömülmek istemiyorlar azizim!
-hayvanları sevelim-
meral gül...
Do.9 Juli 04:05
YORUMLAR
tutacaksın bunları antenlerinden, götüreceksin Eyüp'e, sıkacaksın topuklarına. bak bi daha gelebiliyorlar mı?
ama benim Aysel'im öyle miydi ya? tabiki yine ortaokul yılları, bir gece tuvalette rastlamıştım ona. böyle, nasıl diyim, ilk görüşte... bakışmıştık bi süre, sonra elimi uzattım ben, ve gözümü kırptım, "hadi gel" der gibi. öyle Rıfkılar gibi değildi Aysel, bi akıl vardı... hemen tuttu elimi o incecik bacaklarıyla. sonra boynuna o ipi bağladıysam... kötü niyetim yoktu valla, sırf kaybolmasın, başına bi iş gelmesin diye. cebimde sıkıldıkça bi ıslık çalıyodu, anlıyodum hemen. ipinden tutup gezdiriyodum. öyle sevimliydi ki, başımız hiç boş kalmıyordu, hep de kızlar, "ay ne sevimli şey, adı neler, azcık sevebilir miyimler" havada uçuşuyordu. sinirleniyordum ben. "ne münasebet" diye kaldırıyordum elimi hemen, "ben sizin ananızı, bacınızı sevsem, hoşunuza gider mi?" seveceklermiş... terbiyesizler! neler yaşamadık ki rahmetliyle. bi sabah bi uyandım, Aysel'i gitmiş, kapkara bir fatması kalmıştı, odamım çıplak zemininde.
yukarda anlattıklarımı bi yana bırak, bu yazı kafamda ciddi, garip, güzel fotoğraflar oluşturdu. ayrıca türler arası etkileşim bi yana "mösyö"yle aynı paragrafta kullanılan "lo" aracılığıyla kültürler arası bir etkileşim de söz konusu.
Gule
Atilla İlhan'ın "Aysel git başımdan ben sana göre değilim!" demesiyle bu isim zorluyordu bir zamanlar akılları...ki çokta güzel yakışıyor şiire ya da bir öyküye bu isim...tıpkı senin hikayende olduğu gibi...
teşekkürler olricx...burda olmana ayrıca sevindim...
Gule
teşekkürler canım...