- 1509 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
EĞİTİMDE ŞİDDETİN YERİ YOKTUR
Okullarımızın teftişi sırasında, sınıflardan birinde, öğrencilerin uzunluk ölçüleri ile ilgili kazanımlarını görmek istemiştim.
Masanın üzerinde duran 30 cm.lik cetveli öğrencilere göstererek, “bu nedir” diye sordum. “Cetvel” dediler. “Peki ne işe yarar” dediğimde, koro halinde; “onunla öğretmen çocukları döver” diye cevap verdiler.
Öğrenciler masumca ve dürüstçe doğruyu söylemişlerdi. Gözlerinin içi gülüyordu. Çünkü dövülmeye alıştırıldıklarından normal görüyorlardı. O yüzden rahattılar.
Fakat öğretmenimiz huzursuz olmuştu, hemen atılarak çocukları susturmaya çalıştı. Öğrenciler bu davranışa şaşırdılar. Hata yaptıklarını anlamışlardı, ancak öğretmenlerinin niçin tedirgin olduğunu kestiremiyorlardı.
Konuyu değiştirerek derse devam ettim. Zil çaldıktan sonra öğretmenimizle sorunu yeniden irdeledik.
Eğitim öğretime, sevginin, hoşgörünün, sabrın, toleransın katılmasını, şiddetin her türlüsünün uzak tutulması gerektiği üzerinde konuştuk. Çocuklara dürüstlüklerinden dolayı kızmaması gerektiğini de, söyledim. Konuşmalarımızdan ikna olmuştu. Umarım bu hatasından vaz geçmiştir.
Okullarımızda az da olsa hala çocuklara; kızma, bağırma, çekiştirme, aşağılama, vurma vb. şiddet türlerine rastlanmaktadır maalesef.
Azda olsa “metal çubukla öğrenci döven”, yaralı olduğu için “çekerek kulak kopartan” vb. öğretmenlerin soruşturmalarına üzülerek tanık oldum. Disiplin cezası aldılar, ayrıca yargılandılar. Bu tür insanların eğitim camiasında asla olmaması gerekir.
Öğretmenlerimizin sorunlarının oldukça çok ve karmaşık olduğu bir gerçektir. Özellikle son yıllarda öğrenci davranışlarında şaşırtıcı ve çok miktarda sorunlar gözlenmektedir.
Okullar, anne babalardan, diğer paydaşlardan yeterli desteği göremiyorlar. Ebeveynler bir çocukla baş edemezken, öğretmenler 30, 40, yerine göre daha fazla mevcutlu dersliklerde stres altındalar. Öğrencilerden, öğretmenlere tehditler, saldırılar, darplar artmıştır.
Basın yayın, internet, sokak, öğrencileri menfi yönde etkilemekte, otoriteyi tanımaz, sorumsuz, saldırgan kılmaktadır. Bu olumsuzluklar öğretmenlerin işini zorlaştırmaktadır.
Eğitim öğretim kurumlarında mutlaka rehber öğretmen bulunmalı ve rehberlik servisleri oluşturulmalıdır. Ayrıca psikolog vb. uzmanların da bulunması elzemdir. Artık öğretmenler tek başlarına karmaşık sorunların üstesinden gelememektedirler.
Disipline edilememiş, demokratik bir ortam oluşturulamayan dersliklerde, eğitim öğretim elbette sağlıklı yapılamaz.
Bunlara rağmen öğretmenlerimiz, kendi evlatları dâhil, yaşamlarında, eğitim öğretim ortamında asla şiddeti kullanmamalıdırlar.
Sadece öğretmenler değil elbette. Anne babalar, bakıcılar, kreşlerde görev yapanlar vb. çocukla muhatap olan kim varsa, başta sevgi olmak üzere, sabrı, hoş görüyü, affetmeyi, merhameti vb. güzel hasletleri gönüllerine yerleştirmeli, çocuk terbiyesinde şiddet içermeyen bilimsel yöntemleri uygulamalıdırlar.
Günümüzde, bakımevlerinde ve kreşlerde çocuklara yönelik şiddet türlerine daha çok rastlanmaktadır. Buralarda çalışan personel pedagojik formasyondan, yeterli bilgiden ve sevgiden uzak kişiler.
En büyük sorun da evlerdeki çocuk bakıcılarıdır. Devlet çocuk bakıcılığı yapabilme kıstaslarını belirlemeli, “çocuk bakımı” hakkında yeterlik belgesi/diploması olmayanlara izin vermemelidir artık.
Çocuklara vurulan tokadın yerinde gül bitmiyor maalesef. Aksine yıllarca bilinçaltında korkuya, öfkeye, nefrete dönüşerek topluma negatif yansıyor.
Amerika’da kulak kesen birini yakaladıklarını okumuştum. Niçin kestiğini sorduklarında, çok ilginç ve bir o kadar da korkunç olan “çocukken öğretmenim kulağımı çekerek çok incitirdi, ben de O’na benzeyenleri gördükçe öcümü alıyorum” cevabını vermiştir.
Öğretmen de insan, kızabilir, üzülebilir. Fakat bilgi ve tecrübe birikimlerini, sevgisiyle birleştirerek bu tavrını, asla eğitim ortamına, çocuklara yansıtmamalıdır.
Sevginin egemen olduğu dersliklerde, bütün duyu organları ve yürekler eğitim öğretime istekli ve hazırdır.
Öğretmen, grubun sevilen sayılan değerli bir üyesi, rehberdir. Korku, endişe, isteksizlik yoktur, bireyler rahattır. Herkesin kendine güveni tam olduğundan, öğrenmeye ve başarmaya odaklanmışlardır.
Böyle ortamlarda “öğrenmeyi öğrenme”, “tam öğrenme” gibi etkinliklerin gerçekleştiği ekip ruhu oluşur elbette.
Birkaç istisna olsa da, gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki öğretmenlerimizin büyük çoğunluğu şiddet türlerinden uzak, sevgiyle yoğrulmuş özverili bir yürekle görevlerini sürdürmektedirler. Eli öpülesi, kıymet biçilemeyen gönül insanlarıdır O’nlar.
Okulları ziyaret ederseniz, öğrencilerin sevinç çığlıklarında, mutlulukla bakan gözbebeklerinde mutlaka öğretmenlerini görürsünüz.
Diyeceğim o ki, istisna da olsa eğitim kurumlarında artık şiddetin en hafifine bile rastlanmasın. Anne babalar üzülmesin, çocukların yaşama sevinci solmasın, öğretmenlerimiz ceza almasın, vicdan azabı çekmesinler.
Çocuklar geleceğimiz, nadide çiçek O’nlar. Hiç solmasınlar, üzülmesinler, kırılmasınlar.
Gelin hep birlikte serpilmelerine, güzel kokular saçmalarına, gülümsemelerine katkıda bulunalım. O’nlar vefalıdır, verdiklerimizin karşılığını katbekat bize geri öderler.
Sevgiyle kalın…
YORUMLAR
Güzel ve çok anlamlı, son derece yararlı bir yazıyla çok önemli bir konuyu çok içten bir duyarlılıkla işlemişsiniz sayın Seyfettin bey. Aydınlarımız, bilhassa da böylesin ehil ve değerli eğitimcilerimiz eğitim konusunu olabildiğince çok sık işlemelidirler.
Çünkü bir toplumun en önde gelen ihtiyacı eğitimdir. Eğitim, insan ve toplum yaşamında her şeyin başlangıcı ve temelidir. Onun için, ilk önce eğitmenin çok iyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş olması gerekir. (eğitmenden eğitim ve öğretim ordularında görev alan eğitim ve öğretim elamanını, yani başımızın tacı sayılan ÖĞRETMENİ kastediyorum.)
Öğretmenin bir toplumda güzide bir sanat eseri gibi yetiştirilmesi gerekir. Ve de bu işin başında yapılmalıdır mümkünse. Bu gerçeği en iyi anlayan ve uygulanması için ikinci kurtuluş savaşını başlatan baş öğretmen ATATÜRK tür, bilirsiniz. Toplum bireylerinin; aş kadar, ekmek ve su kadar, hatta onlardan da önce eğitilmeğe, bilgilerle donatılmaya ihtiyacı vardır. Çünkü aş ve ekmeğin kazanılması için, yaşama tutunabilmek için, eğtilmiş akla, geliştirilmiş bir bilince ihtiyacı vardır insanın.
İnsanı ve toplumları yöneten yöneticiler olarak öncelikle bu ihtiyacını sağlayacaksınız, insanınızın. İnsandan - insana aktarımın ve geri dönüşümün başlangıcıdır bu. Almak için önce vereceksiniz. Bu süreci kopmayacak bir zincir olarak sürdürdüğünüz taktirde, bunda mutlak ısrarlı olmanız halinde, çağdaş, birikimli, muhakeme kudreti yüksek insanı yetiştirmiş olursunuz.
Bu taktirde kaygısız olabilirsiniz; çünkü insanınızı, ön yargılardan, kötü ve olumsuz koşullardan uzak, güvenli bir şekilde eğitecek bir eğitim elemanınız, her halükarda, insanı - insan olarak düşünen ve kendisi gibi, hatta kendisini de aşan bilgilerle yetiştirmek zorunluğunu hisseden insanlarınız vardır.
Bunu böyle düşünüp gerçekleştiren toplum ve devlet yöneticilerine ne mutlu. Toplumun her bireyi onlara minnet ve şükran duyar.
Mutlak ihtiyacımız budur her şeyden önce, eğitilmiş bir toplum olmak. İnsan en büyük mücadeleyi bunun için vermeli. Çünkü eğitim, bilgi ve donanım insanın her şeyidir. Bunlarsız insan hiç bir şeydir, saman çuvalı gibi; söylemesi acıdır ama, ormanlarda, yaban koşullarında yaşayan mahluklar gibi.
Bu nitelik ve sonuçları insana reva gören, toplum yöneticilerine onur kırıcı, aşağılayıcı en ağır söylem ve hakaretlerin yapılması hiç ama , hiç haksız sayılmaz. Çünkü eğitilmek, nitelikli bilinç kazanmak insanın en kutsal yaşam hakkıdır. Bu hakkı insanlarından esirgeyen her kademedeki toplum ve devlet yöneticileri en ağır toplumsal suçları işlemiş sayılırlar. Çünkü donanımsız, bilgisiz ve eğitim hakkından yoksun kılınmış her insan topluluğu, parya topluluklar olarak sömürülmekle , güdülmekle karşı - karşıya kalırlar.
BİZ TOPLUM OLARAK BU SÜRECİN EN AĞABABASINI DANİSKASINI YAŞIYORUZ ŞİMDİLERDE.
Tebrik ve taktirlerimle kutlayıp selamlıyorum sizi değerli dost, aydın ve güzel sanatlar sevdalısı sayın Seyfettin Karamızrak Kemal Polat
kempol tarafından 9/29/2014 2:05:40 AM zamanında düzenlenmiştir.
Entellektüel-41
Duyarlılık göstererek, itinayla ve uzunca yazmışsınız...
Yürekten teşekkür ediyorum...Nadide ve göz ardı edilemeyecek bilgilerle yazımı değerlendirmişsiniz...
Geç cevap verdiğim için kusuruma bakmayın lütfen...
Teşekkür ve saygılarımı gönderiyorum efendim...Mutluluk dileklerimle...
kempol
Entellektüel-41 tarafından 9/28/2014 6:52:15 PM zamanında düzenlenmiştir.
kempol
Sonsuz saygı ve esenlik dileklerimle selamlayıp yaklaşan bayramınızı kutluyorum, değerli kardeşim. Kemal Polat
Gerçekten güzel bir yazı.
Hem öğrenciler, hem de veliler dikkatle okumalıdırlar.
Çağımızın modern insanı,
şüphesiz burada tariflenenin dışında bir eğitim sistemini savunamaz.
Doğru ve asıl olan burada tarif edilen sevgi yöntemidir.
Şimdi,
gelelim işin enteresan yanına.
Ortaokul ve lise sıralarında, kendisi de ilçemiz sakini olan bir öğretmenimiz vardı.
Baba tarafından da akrabamız olurdu.
Küçük bir yerleşim yeri zaten, herkes birbirinin akrabasıydı o zamanlar.
O zamanlar terbiyeyi, sadece ailenizden değil, komşudan, öğretmenden de alırdınız.
Bir yanlışınız olsun, aileden göreceğiniz tepkiyi, noksansız komşunuz olan amcadan da görürdünüz.
Öğretmenlere inanılmaz güzel bir sevgi, saygı ve güven vardı.
Öğretmenimiz, aynı zamanda müdür muavini idi ve okulun disiplini ondan sorulurdu.
Öteki hocalarımız genellikle yabancı idiler ya, öyle sopa, şamar flan atmazlardı.
O şişlerle görevli elemen bizim öğretmendi.
Allahım,
bir yanlış yapsan var ya,
öyle bir Osmanlı tokadı atardı ki,
gökyüzündeki bütün yıldızlar ile kol kola girerdiniz anında.
Sonra,
eve gidip ailemize diyemezdik hoca dövdü bizi diye.
Babamız duysa, neden hocayı kızdırdın, neden yaramazlık yaptın diye bir de o döverdi.
Sonuç ne oldu?
Lise son sınıfta yirmi dört öğrenci idik. Yirmi ikisi yüksek öğrenim yapabildi. hem de küçücük bir Anadolu kasabasıydı ha burası.
Kimin sayesinde?
O tokadı ağır hocamızın işte.
Oğluma ben tokat flan atmıyorum tabi ki.
Ama,
bu durumu da sık sık anlatıyorum.
Geçen bayramda, bayram namazından dönüyorduk oğlumla.
Birkavşakta, yaşlı bir adam yol verdi bize. Geçince fark etim, o hocamdı.
Durdum, çıkıp elini öptüm, halini-hatırını sordum.
Çok menun oldu.
Vedalaştık, arabaya döndüm.
Haraket ettikten sonra oğluma dedim ki;
''Bak, o adam vardı ya''
''Evet''
''Sana bahsettiğim öğretmenim idi işte. Osmanlı tokadı atan işte.''
''Yaba, neden beni tanıştırmadın?Ben de elini öpseydim keşke.'' diye sitem etti.
Sözün özü,
bazen de vurduğu yerde gül bitebiliyor öğretmenin.
Ha, bir de Ankara'da yaşadığım günlerde,
küçük kızımın yaşadığı eğitim rezaleti var da,
yorum uzadı diye yazmayacağım.
Sadece şunu açıklayayım burada,
bilhassa büyük şehirlerde, okulların durumu resmen rezalet ötesi.