ÖN YARGI-SON YARGI
Naz yapmadan önce kazağını, sonra atletini çıkardı, çoraplarını ayağından sıyırırken gözlerinden mahcup olduğu anlaşılıyordu.
Utanmıştı bes belli.
Sonra kemerini açtı ve kadife pantolonunu çıkarıp yan tarafındaki sandalyenin üzerine attı, gelişigüzel bir şekilde.
Kahverengi çamaşırını çıkarırken yüzü kızarmış, elleri titriyordu.
Beyaz örtünün üzerine sırt üstü uzandı.
Gözlerini yumdu.
Bağırmamak için dudaklarını ısırmaya başlamıştı bile. Orta yaşlı adam eline aldığı aletini arkasına birazcık zorlayıp "cük" diye içeriye itti.
Çıkan sıvıyı bir camın üzerine sürdü ve "Bu laboratuara gidecek, gelecek sonuca göre tedaviye başlayacağız" dedi.
"Sağ olun doktor " diyebildi zar zor.
Doktor elindeki çelik aleti hemşireye verdi. Eldivenlerini çıkardı " Ne zamandır bu şikâyetler var" dedi.
Uzun yıllar vardı bu derdi fakat her defasında erteleniyor, bir kaç ağrı kesici ve sabır ile unutuluyordu.
Bir kaç gün sonra sonuçlar geldi.
Son evresiydi hastalığının. Doktor "Memleket git, sevdiklerinle vakit geçir, ağrın olursa..." diyerek çıkardı hastaneden.
Memlekete gittiğinin sekizinci günü vefat etti.
Köy mezarlığında ona da yer vardı.
Memeleri görünce heyecanlanıyordu. Önce elleriyle yokluyor, sonra da uçlarını ağzına alıp emiyordu. Duyduğu hisleri tarif edecek kelimelerin henüz çözememişti.
İşte en güzel şey diyordu içinden. En sevdiğim bu işte.
Bir yandan da baygın gözlerini memelerin sahibine yuvarlayıp, onun duyduğu mutluluğu da görmek istercesine hafiften tebessüm ediyordu.
Bırakmak istemiyordu memeleri.
Ölene dek böyle kalabilirim mi diyordu içinden, kim bilir?
Bir müddet sonra gözlerindeki baygınlık artarak, göz kapaklarını iyice ağırlaştırınca, memenin ucu ağzında uyudu kaldı.
Ara sıra olduğu yerde silkinip memeyi tekrar ağzına alıyor,fakat o huzur ve mutluluk ikliminde uyku ağır basıyordu.
Midesi anne sütüyle dolunca sırtına dokunan melaike ellerin tesiriyle bir de yüksek perdeden sesli bir gaz atınca iyice uykuya daldı.
Şimdi o envai çeşit kelebeğin ve çiçeklerle dolu bahçede arkadaşları meleklerle oynuyor, bazen tebessüm ediyordu bir ay önce geldiği dünyaya.
Bana "abi" de diye tembih etti. "Ailenden de izin alman lazım madem burada bizimle mesaiye kalacaksın"
"Seni iş bitince ben bırakırım evine kimseye güvenemem"
"Bu zamanda hiç kimseye güvenemem" dedi sanki olabilecekler gözünün önünden geçiyormuşçasına hiddetlenerek.
Annesi ve babası bölge müdürünün isteği üzerine gelmişlerdi kızlarını staj yaptığı kuruma. "Anne İdris bey çok sert ve ciddi bir adam" diye uyardı kızcağız.
Odaya girdiklerinde idris bey çatık kaşlarıyla karşıladı aileyi.
"Ben olsam bırakmam, fakat çocuk işleri öğrenmek için gayretli, çalışkan, terbiyeli de, zaten biraz laubali olsa hemen atarım, şimdi bana müsaade ikindi namazı geçiyor" dedi ve yan tarafındaki etajerden çıkardığı seccade ile doksan dokuzluk tespihi eline alıp toplantı odasına geçti.
Babası içinden "Allah yüzümüze güldü, böyle ciddi, efendi, müslüman adamı bulmuşuz" dedi.
İki ay sonra fedakâr çalışmaları karşılığını buldu kızcağızın. Çalıştığı kurum ödül olarak Antalya’daki beş yıldızlı otelde tertiplenen seminere gönderdi.
Genel müdür gözlerini ayırmıyordu üzerlerinden.
Yanlış hareket, alkol almak, geç saatlerde dışarıda kalmak cezalandırılacaktı.
Kurum her geçen gün daha çok sahip çıkıyordu bu güzel ve çalışkan kıza. Giyimi kuşamı değişti gün geçtikçe.
Dilini de değiştirdi.
Eczacı hanım "pozitif" dedi," gözünüz aydın, hamilesiniz"
İkisi de heyecanlandı. Biri anne olacağı için, genel müdür ne yapacağını bilemediğinden.
"Şu boğazdan haram lokma geçmemiştir ve Allah’ın izniyle geçmeyecektir musalla taşına uzanana kadar"
Elleri çatlarcasına alkışlanıyordu milletvekili.
"İşte bakın biz cebimizde bu kutsal kitabi ve Esma-ül Hüsna’yı taşıyoruz"
Ağlayanlar gözyaşlarını mintanlarına silip bir yandan da alkışa devam ediyordu.
Yaptığı hayırlar ne kadar gizlese, reklam etmek istemese de duyuluyordu. nasıl duyulmasın, yetim çocuklara aldığı giysileri görünce komşular, köylüler soruyorlardı; "Nerden buldunuz lan, çaldınız mı yoksa ?"
Çocuklar da "Yok ya ne çalması mebusumuz Hayri bey aldı, harçlık da verdi" diyorlardı ya, yayılıyordu bu haber köyden kente.
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır!” ile başlayıp “Vatan bölünmez, bu can bu bedende durdukça” ile devam edip genç yaşta toprağa verilen fukara çocukların kanlarının yerde kalmayacağına kadar uzanan nutuklar dinleyenlerin iflahını kesmişti.
Bir yanda ağlayanlar, çığlık çığlığa slogan atanlar, cezbeye kapılıp bayılanlar bile vardı.
Akşam kapıyı çalan yaşlı adam “mebus beyimize Nusret ağamızın naçizane hediyesidir, selam ve hürmetleriyle” diyerek elindeki siyah deri çantayı kapıyı açan delikanlıya teslim ederek, trençkotunun yakalarını kaldırıp sokak lambaları altında köşeden kayboldu.
“Saymaya gerek yok “ dedi Mebus bey,”Nusret ağa sağlamdır o konuda”, gülüştüler.
Nusret ağanın işi halloldu. Yeşil alanı devletten kiraladı.
Bir yıl sonra mebus bey trafik kazası geçirdi.On altı yaşında oğlu takla atan aracın altında kaldı,öldü.Mebus bey boynuna aldığı darbe sebebiyle felç oldu.Şimdi Nusret bey’in çay bahçesine bakan eski evine gelen tek tük ziyaretçilere “ Harammm, günafff” diyor.
Anlaşılmayan bazı sözler de ediyor ya,millet eski günlerin hatırına eski vekillerine “He..heee” diyor sadece, çaktırmadan gülüşüyorlar bu arada.
Kedileri sevmemesine rağmen evinin etrafını saran kedi tayfası yiyor emekli maaşını dul Nedime hanımın.
Eskiden büyük şehirlerdeki gazinolarda şarkı söylermiş diyorlar. Başı açık,makyaj da yapıyor o yaşına rağmen.
İlçedeki bayanlar pek sevmez. Günlere çağırmaz. Kandil geceleri evinde kedileriyle sohbet edermiş diyorlar.
Her gün mahallenin kasabına uğrar. Hazırlattığı ıskarta etleri hafif haşlar, tabaklara doldurur ve bahçenin muhtelif yerlerine koyar.
Güvercinler de memnun ondan. Onları da yemliyor.
Sıkıntısı komşulara aksediyor. Zira onun balkondaki kaptan zahireleri yiyen kuşlar, komşularının balkonuna pisliyor.
Kediler iştahla yerken o içinden dua eder.
Eski bir gazino sanatçısının duası da kabul olur mu sanki.
Bir sabah “ Nedime hanım, başımıza bela ettin kedileri. Bütün ilçenin kedisini köpeğini buraya topladın. Güvercinler de çamaşırlara pisliyor, seni belediyeye şikâyet edeceğiz “ diyen komşularına pencereden sesleniyor; “ Hacı hanım bilir misin Peygamberimizin de kedileri vardı”
Bir sabah kediler aç kalıyor. Kuşlar boş kaplara bakıyor.
Kapıyı kıran polis bozulmaya yüz tutan cesedi buluyor.
Eski camide kılınan namazdan sonra ilçenin mezarlığına üç beş kişiyle giden tabutu sarıyor binlerce kuş.
Kediler o kabre konulurken bebek ağlamasını andıran sesler çıkartıyorlar.
Kabrin yanı başında genç bir adam peyda oluyor.
Yasin okuyor ve kayboluyor aniden.
Komşular “Yok be yalanmış” diyor.
Mezarlığa gidenler “vallahi de billahi de okuması biter bitmez gözümüzün önünden kayboldu gitti” diyor.
Hangisine inanırsanız inanın bana ne.
Sakalları dudak kenarlarından çenesinin altına doğru beyazlamış. Beraber çalışırken sakallı değildi.
Özürlü bir oğlu vardı. Yataktan çıkamayacak durumda konuşamıyordu hem. Ona Kur’an ezberletti.
Tek maaşla dört çocuk, hanımı ve kendisi idare ediyordu.
Bir gün aç kalmadılar.
Açık kalmadılar. Mutsuz olduğunu hiç görmedim.
Daima tebessümle konuşurdu.
Yanındaki arkadaşları şirketlerden aldıkları “hediyelerden” pay vermek istediklerinde ilk defa kızdığını gördüm.
Kızınca ağlıyormuş meğer.
Arkadaşları da ona kızdı, üzüldüler haline “kardeşim özürlü çocuk, okula giden üç çocuk, ev kira, töbe töbe, kabahat bizde” dediler.
Karşılaştığımızda hasta evladının vefat ettiğini duymuştum “başın sağ olsun “ dedim.
Yine tebessümle “Allah razı olsun, Allah sizin evlatlarınıza hayırlı uzun ömür ihsan etsin”
Üzgün yüz halime bakıp “ Ben evladımın kursağından haram lokma geçirmeden sahibine teslim ettim, artık şimdi sıra onda “ dedi gülerek.
Hayata eğlence yerlerinin dans pistlerinden işyerlerinizin camından, düğün salonlarından, saçma sapan televizyon dizilerinden değil de son mekândan bakarsanız çok şey göreceksiniz emin olun.
Kendinizi musalladan bakarken bir düşünün.
Bugün neler yapmadığınız, neler yapmanız gerektiği aklınıza gelecek mi?
Ne olur bir deneyin.
Sonra sohbet ederiz:
YORUMLAR
HAYLİ ZAMANDIR VAKİT BULUP SİTEYİ DOLAŞAMIYORDUM. HEPİNİZ AKLIMDASINIZ. Bu gün bir fırsat oluşturup kısa kısaca dolaştım. Bu güzel kalemi görünce yazıyı okumadan geçemedim. Zaman darlığına rağmen bütün işlerimi erteleyip yazıya dikkatle odaklandım. Daha doğrusu yazıdan ayrılamadım.
Sarıp sarmaladı. Alıp dolaştırdı hayaller ile gerçekler arasında. Ters köşeye yatıran üslubu benim çok ama çok hoşuma gitti.
Usta işi, farklı ve çok çok hoş bir yazı.
Selam ve sevgiler değerli kardeşim. Allah cc her şeyi gönlünce yapsın.
erolabi
Sen bu sayfaların her gün görülmek,her yazının altında imzası beklenen adamısın.
Selam ve sevi ile değerli Hemşerim..
Amin..Ecmain.
erolabi
en içten saygı ve selam ile.
"Hangisine inanırsanız inanın, bana ne!" Tüm hikayelerin ortak bir mesajı var çalışmanızda. Eyvallah. Ama ben en çok bu sözü sevdim.
Güldüren düşündüren bir kalemsiniz.
Saygılarımla.
erolabi
Bizim oralarda en çok kullanılan söz olduğundandır o..
Selam ile...
Derin bir nefeste bitirdim ve yine şaşırmadan, beklentilerimin hep üzerinde haz alarak ayrıldım eserinden. ellerin dert görmesin yazdıklarından 1000 katı okusun ve alması gerekeni alsın en edebisinden. Senin bu eserine öküz böcüklerini al kurdela ile sarar sarar salarım sayfanda uçuşsunlar diye. Teşekkürler erol abi
erolabi
Selam ve sevgilerimle...
Sevgili Erolabi,
Yazınızı hayatın içinden fışkıran enstantaneler olarak algıladım . Çok beğendiğimi söyleyebilirim
Eline sağlık. saygılarımla.
erolabi
Bir de biz fışkırabilsek hayatın içinden ah...ah !
Selam ve saygı ile.