bir akşam sensizliğim eriyip aktı bende gözlerinin cemresi karanfildir bedende kirpiklerin kuşattı bütün mevsimlerimi şimdi varsın; sızın var duranda, yürüyende kollarım gül kokulu bir baharı sarıyor acılar ki, önümde diz çöküp yalvarıyor ayrılık yapayalnız bir ülkedir evrende hüzün, terk edilmişlik duygusuyla çaresiz şimdi varsın; hayatım sende, ölümüm sende
şimdi varsın; sokaklar daha bir sıcak bana nereye git gidersen; orası ocak bana bazen bir papatyanın beyaz yapraklarından bazen bir dolunayın çehresinden bak bana şimdi varsın; ruhumu okşuyor soframda su ardımda ne yalnızlık, ne de ölüm korkusu hayatın hiç sönmeyen kandilini yak bana o eski fırtınalar şimdi sabâ rüzgarı hüzün benden habersiz, kuşkular ırak bana
ey benim aynalarda gülümseyen çokluğum nar tadında umutlar taşıyan çocukluğum gözlerinin ışığı yayıldı mahzenime ey benim can sarayım, ey benim eşsiz kuğum asil tebessümünü düşürdün izlerime müpteladır gemiler benim denizlerime gülümsedin; kalmadı kederim, burukluğum çehresinde hâtıran büyüyor bebeklerin gizemine âşina varlığım ve yokluğum
lügatini yeniden yazıyorum sevdanın binlerce çiçek açtı kollarımda yorgunluk gündönümü ruhuma ayarlandı yeniden bir çerağdır, yanıyor gittiğin her bahçede şimdi parmaklarının ucundadır baharım kutlu bir ülke verdin hayatıma özünden denizlerde sen varsın; ırmaklarda ben varım
yaprak yine hüzünle düştü ayaklarıma ağaçlardan boşandı hayatımın acısı anlamadım: Bu gökler benim göklerim değil bilemedim: Bu toprak canımda akkor gibi tutuştum hiç kimsenin yanmadığı yerde ben meğer ömür vermişim bu belalı derde ben sen geldin; avuçlarım suyla doldu ansızın sen geldin; evrenimi kuşattı sevda sızın
ders almayı bilmedim yüreğimden; yorgunum ne sana, ne kendime, ben dünyaya kırgınım dikenler saplanmıştı çocukluk günlerime gençliğim bir ejderha pençelerine mahkum kırk yaşımda, bin yılın ıstırabıyla yandım uyudum, o bembeyaz ellerinde uyandım sen geldin; birbirinden ayrıldı renk ve acı sen geldin; yine vurdu yüzüme aşk utancı
lâyıktır, her lokmayı yedirseler zehirden lâyıktır, karlı dağlar çökse başıma birden akıl, sanki içimde bana düşman bir gemi kahrın karanlığına gömdü şehlâ gölgemi göremedim; gönlümden ufkuma sızdı keder en muamma çöllerde ararken yitiğimi geldin; altın harflerle yazıldı günün adı geldin; ruhuma meftûn âvâreler ağladı
ders almayı bilmedim hayattan; bir gün ölüm öğretir o tekrarı olmayan dersi bana nasıl da uçtu ömrüm renklerin boşluğuna dal kırıldı; kökleri çürüdü servilerin duyamadım gövdenin o esrarlı sesini karayel bir yanımdan esip durdu öteye sen geldin; yağmur yağdı içime; bahar geldi sen geldin; yıllar yılı beklediğim yâr geldi
şimdi varsın, yıldızlar bana bakar derinden bozkırlarda, çöllerde çiçeklenir ellerin şimdi varsın, gecenin kan akar gözlerinden ışıldayan çehresi karardı güzellerin öteyi görmeyenler bilemez, kimle geldin sen benim kendi ruhum, kendi özümle geldin şimdi varsın, varımı varlığında sakladın dayanılmaz yüreğin esrarlı bir bahçedir şimdi varsın, içimde ebedi konakladın zariftir bakışların, bal renklidir, incedir sensizlik geçmişini anıyor; şimdi varsın burçlarımda lâmbalar yanıyor; şimdi varsın
reddini doldurursa avucuma kan gibi kırmızı bir çığlıkla yırtılır dudaklarım: ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
kırılsa da baharı bekleyen pencereler akrebin gözlerinden geçse de dehlizlerim eski bir mezarlığa gömülmeden izlerim ‘söylememeliydim biliyorum!...’
simsiyah bulutların arasından ansızın çatlayan yüreğime koydu susuzluğunu ver allah’ım bana ver o’nun sonsuzluğunu hüzünlü bakışları şafağımda tebessüm gündüzümde ışığı, gecemde hilali var evimin tenhasında büyüyen melali var kum fırtınasında mı, selde mi yürüyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
gemilerde aradım yüzünün görkemini martılarla yoruldum, tayfalarla vuruldum kalbimi morga koydum bir liman köşesinden nefesini aradım dalgaların sesinde tutundum hayatımın çürüyen yıllarına bakıp bakıp ağladım boş kalan yollarına beni anlamaz diye kabuslar görüyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
ciğerimde bir köz gibi taşıdım yokluğunu ver allah’ım, bana ver suya küskün kuğunu mor lekeler bıraktı solgun yanaklarıma kartal kanı bulaştı rüyalarıma bile fırtınalar diner mi ulaşmadan sahile hayalin bozkırında kurtkapanıydı ömrüm nasıl da bir başıma kopardım dikenleri nasıl da acımasız köprülerde yürüdüm uzaktan gülümseyip deniz fenerlerine sonunda mahkum gibi kapandım ellerine kirpiklerimden sızan hicranı siliyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
ısrarlı denizlerin dibinde volkandır aşk kesif bir muammayı öğretir balıklara balıklar derde düşen aşığı avuturlar aşık ölünce kuşlar uçmayı unuturlar güneşle buluşmayı göze alan, derinde yağmur yüklü bir ömür paylaşır göklerinde eleğimsağma renkler düşürünce şehrayin başlamalı yeniden içimizde bir ayin belki de döndü talih, çözüldü bilmeceler tükenecek siyaha baş koyduğum geceler umarım, kaybettiğim devranı buluyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
ah, allah’ım gösterme bana soğukluğunu nicedir bekliyorum dağlar ardında o’nu nefesimde rüzgarın gölgesidir dağılan kanımda gözlerinin hasretidir boğulan bir zamanlar benzerdik muhabbet kuşlarına dalardım o gizemli, mahmur bakışlarına gittiği gün sokaklar içinde kaldım, sefil öldü kafeste bülbül; soldu nergis karanfil bedevi kahramanlar yurdundan geliyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
melekler en çaresiz anımda buldu beni gaflet şarabı içtim, aşikar kıldı beni baykuşlar dahi mutlu bu habersiz dönüşten hangi yokuş daha yar olabilir inişten doruktaki saraydan koyar mı beni mahrum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
bu son yürüyüşümdür yarına kalmaz umut allah’ım, bir gül gibi o’nu baharımda tut esrarlı bir evimiz olsaydı fildişinden beyaz bir gölge gibi yürüseydim peşinden desturun var mı diye dururken eşiğinde bizim olan bir kalbi bulsaydım beşiğinde bu nehir yine sarhoş akar mıydı ülkemden bir deprem ortasında sarsılır mıydı beden korkarım ki, dergahtan yine kovuluyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
biliyorum, yalnızlık ekecekler bahçeme biliyorum,yağmurda yürüyecek kötürüm biliyorum, mülteci türküler duyacağım biliyorum, gülerse, o’nunla ben de hürüm acı hatırasından bile kam alıyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
unutulan kalplerin tahtında rüyadır aşk gözlerime bakarsa, görür ki, deryadır aşk ah, ölüm habercisi beyaz parıltılarım ah, azrail çağıran çizgileri yüzümün ah, paslanan kılıcın dudağında sönen mum ah, yolcuyu hüsranla buluşturan uçurum kim bilir kelebeğin kanadından bakanı kim bilir baldıranda misk ü amber kokanı sanki aynı hüzzamla yüz yüze kalıyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
haddim değil güneşi götürmek kainata gökle buluşmamızı çok görür haramiler anlamazlar ki, bin kez gelsem bile hayata bu can gökte yaşayıp, gökte ölmeyi diler ah, gönül toprağıma yaprak döken serviler efkarıyla bir garip derbeder oluyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
ben raymalı ağa’yım, sözümle kırılır yay o, bir anda ruhumu altüst eden begimay lacivert bir macera değildir aradığım şahmaranın kolları sarınca çiçekleri kiralık duygulardan kefen biçer cüceler baharda yağmur olur yüreğim, güzün sarı yakamozlar içinde, kışın kar tanesidir derinden baktığında eritir aynaları sanmayın perdelerin ardından gülüyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
bana misket oynamak yakışır hüzünlerle bana binlerce yılın ıstırabıdır gelen bana dönmez yüzünü efsaneler güzeli hayal kırıklığıdır avucuma dökülen sabahın sitemiyle büyürken kaygılarım akşamın dayanılmaz yükünü çekiyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
reddiyle, çaresizlik yıkılırsa başıma nasıl mihman olurum o gün mezar taşıma sırlıdır her kapının arkasında inkisar boynu bükük kükremez, mahkum olsa da arslan her iklimde farklıdır yılanın tutkuları uçan bir ecza gibi olmamalı intizar kızıla boyanırsa yaprakları kaktüsün yanılgıya dönüşür parlaklığı her süsün duy sesimi ey yitik hazinem, ağlıyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
ah, bir tutunabilsem burçlarına güneşin sessiz yürüyebilsem zifiri gecelerde ah, küçük bir vatanım olsa kalbinde senin kundağında vuslatı yudumlasak evrenin bitmeyen bir şarkıya kenetlense gönlümüz birbirine karışsa ölümümüz, ömrümüz ipek avuçlarında uyanmak diliyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
kırabilsek sevdayı çalan oyuncakları sırtımda hamal gibi taşırım çocukları neden mahrum edelim karanlığı ışıktan neden solsun bir çölün kumlarında şakayık al bu zalim kuşkuyu efsanevi aşıktan sana tahtım da layık, bil ki, bahtım da layık titrek bir suskunluğun nidasıydı tarihim senin olsun otağım, varım yoğum, talihim giderken götürdüğün kalbimi arıyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
susmalı ayrılığın uğursuz puhuları yıkılmalı hayatı küçümseyen köprüler dönmeli, sahralara sürdüğümüz tebessüm ah, idam fermanıyla yargılanan tanyeri ah, bir gülün içimde kımıldayan elleri yarama merhem diye hüznünü sarıyorum ‘ söylememeliydim biliyorum!...’
kader umudumuzu taşımadan ırağa yürümeliyiz artık bizim olan durağa
Ey şimdi gül koması, gamlı, hüzzamlı beşik Dikenleri bağrına gömen cüzzamlı beşik Hatırla o hayalin dolunay çehresini Saba Melikesi’nin uğuldayan sesini O hayal, ummadığın anda vurmuştu seni Antika bir iskelet gibi görmüştü seni Yıllarca beklemiştin ansızın gelir diye Kollarında ışıklı bir dünya bulur diye Rakkase rubailer tutununca bahtına Oturmuştu kibirli perilerin tahtına Mısra-ı bercesteye benzerdi her dudağı Karanfiller içinde gül kokardı kundağı Ufacık bir inkisar yayılan gözlerinden İstanbul çeşmeleri süzülürdü derinden Ey şimdi tabutuna baykuşlar konan beşik Ölümlü her umudu sevgili sanan beşik Bu yılanlı karanlık biter mi, bilmiyorum Ben de tabut misali kırgınım, gülmüyorum İnfazını bekleyen ölü bir sanık gibi Yarı uyku sarhoşu, yarı uyanık gibi Sersefil uzanıyor ellerim sana doğru O öyküler güzeli bakıyor bana doğru Dedin mi: Bu ağlayan, kahraman bir delidir! Ordusunu çöllerden uçuran küpelidir Kalbimi bir kez olsun avucuna koydun mu Kirpiğini inciten gölgeleri kovdun mu Yüreğim parça parça aktı mı gözyaşında Hayyam feryad-ü figan eyledi mi başında Yandı mı İbni Sina bu muamma derdine Geceler mum yaktı mı aşığın en merdine Yoksa, elin-ayağın dolaştı mı ben gibi Çaresizlik ruhuna geçti mi kefen gibi Ey şimdi her köşede hülyasız kalan beşik Ey O’nunla tattığı mutluluk yalan beşik
Yakamadım bir meş’ale dağında Bakamadım, yüzüm soldu bağında Dilsizlerin dudağında söz oldum Ozanların kopuzunda köz oldum Ateşinde yandı sevda cinleri Ansızın vurdular güvercinler Kopsa da, bahara açılan perde Küsmek bize yakışır mı bu yerde
Ben küsemem, kurusa da köklerim Köşelerde melül melül beklerim
Cengâver fırtına ile savaşır Korkak olan korkusuna kavuşur Küskünlüğe boyun büken tanığın Mahkemeden umut kesen sanığın Yüreğinde yaralıdır yargıçlar Yeraltında kıvranıyor sorguçlar Küsüp giden ecel nerde, ruh nerde Küsmek bize yakışır mı bu yerde
Ben küsemem gülüm beni vursa da Unutamam, kanadımı kırsa da
Günbatımı kelepçeler ıslanır Her eşkıya bir tepeye yaslanır Hüznün damlasında batar kayıklar Ruhum tenhalarda O’nu sayıklar Ayaklarım kopar prangalardan Umutlarım çıkar yörüngelerden Düşsek de şifası olmayan derde Küsmek bize yakışır mı bu yerde
Civan gülüm haykırsana nerdesin Belki de bin yıllık peykelerdesin Ölü bir kobradan yeşeren toprak Bir servi dalında olur mu yaprak Yılanların yüzü neden gizlidir Kuyrukları bile iki yüzlüdür Gülümser binlerce dudakta zehir Engereğe teslim oluyor şehir İçimiz kururken menekşelerde Küsmek bize yakışır mı bu yerde
Ben küsemem, öldürse de gül beni Kapısında bıraksa da kul beni
paslı bir gülücük bile vuruyor kalbimi en ince sonbaharından bir de bakıyorum kentin yüzünde yalnızca o kızın altın şaçları binalarda o kız, yollarda o kız ondan uzak olan herşey anlamsız sonra yine zindan oluyor dünya bu nasıl işkence bu nasıl rüya o mu yok ben mi hastayım gece gündüz perişanım, yastayım tırmanamıyorum cefa dağını ölüm çeksin artık çıngırağını
İstanbul hala güneşin ardında ufuklarında birkaç kara leke birkaç kan pıhtısı dudaklarında İstanbul hala sevimli mi sevimli ve hala bir tomucuk tadında yürüyelim seninle İstanbul'da
korkusuz bir rüyadır bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü yenilgisiz bir muamma gibidir arar buluşmayan ellerimizi deli rüzgar yine sarhoş, hovarda
tam orada, Çamlıca yokuşunda birkaç bulut çekelim gökyüzünden damarlarımızdan geçirelim ve birden bırakalım suların üzerine sen bir defa konuş, sen bir defa gül kumlu ebrular yapalım seninle serpmeli ebrular, bülbülyuvası hercaimenekşe, gonca ve sümbül
yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında yürüyelim seninle İstanbul'da boğaziçi mağrur türkülerini gözlerine baka baka söyleyin martılar üşüyünce denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi
anlayabilir misin neden çıban gibi büyür bağrımda büyür de kelebek olur bu sızı kırmızıyı sevdiğini söyledin bu yüzden mi günlerdir İstanbul'da gül kokusu yayılan tepeler kırmızı, sular kırmızı
İstanbul bilmeli ki, sahillerine mehtabı taşıyan senin bakışlarındır İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler önce senin yüreğine açılır uzaklarda bir yerde toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın parmaklarında hüzün sana doğru akan nehrin ağlayan suretidir
hayallerim kıpkırmızı olurdu...