Hayattayız. Önümüzde uzuvlu direkleriyle korkunç bir gökkubbe; Dışarıda, yaramaz bir çocuğun ağlarkenki duruşuna benzeyen salyalı bir yağmur, -ufukta yolculuk görünüyor kaptan biraz Kleopatra sürmüş dudaklarına, bakışı endişe saçıyor. Bakışı kaptan, alabildiğine mahmur.
Odasına kapanmış genç adamın kendi teninin özel arazilerine gömdüğü topraktan taşan melek koleksiyonundan bir parçaydın, coğrafyası esmer koynuma fırlatıldın. Çılgınca sevildin. Çılgınca, tüfeğini temizleyen adamın ellerinde ateş aldın. O kadar çok ısıttın, o kadar çok yaktın ki, hep, Güney'de kalmış bir trajedi olarak anıldın.
Suyuna bakışlarımı karıştırdığım fotoğrafın meyve vermeye başladı. Şuan biz çılgınca sevişiyoruz evet, ama asıl aklımda dallarına kuracağım salıncağın heyecanı.
Dışarıdayız. Her zaman bir şarkı olmayabilir dudaklarında, müzik dersinden kaçıp yağmura sığınan bir nota. Eğlendiler benimle, eğlendiler onunla; Şarap için çok ucuza satıldım. Böyle tüberküloz havalarda, kaç ereksiyona geç kalıp öğretmenim söyleyin kaç ereksiyondan atıldım.
Kremalı bir pastanın en havalı yerini yemiş gibi hâlâ bahar kokuyoruz. hafızana her dokunuşumda yeniden icat ediyor kendini gök. birgün yeniden hatırlanacak olmanın rahatlığıyla unutuluyor her aşk erezyonu. Bırak bu gece tüm korkaklar birleşip sunni bir teneffüs yapsınlar tabutuma sunni bir teşekkür. Nasılsa unutulmuş bir dil gibi yeniden görücüye çıkacak o gece, o, çığlık koleksiyonu.
Düştüm. Olunmaz yarıklardan sıyrılıp altı pas içinde mor bir özleme düştüm. Kimbilir belki de görülmemiş bir düştüm; karabasanları paklanmaz. Korkunç kompozisyonlar yazdım öğretmenim, gerdanınıza benzeyen yıldız değeri yüksek bir beş almak için. Öğretmenim ben dörde küstüm. Konum: Güneye benzeyen uçurumların özlem bağlamında iz düşümü. Temam: uslanmaz!
Boşaldık. Tüm şelaleleri arkamıza alıp, ölümün fay hattına doğru onları kıskandıracak bir kuvvetle boşaldık; meyve veren dallarına sinmiş kuşlar gibi kızıl bir uzaktık. Ah, şimdi yüksek topuklarıyla her melek endamıyla eziyor hassasiyetimi. Öldüm: yataktaydık. Tenine gömebilirsin artık cesedimi..
Cinayeti arzunun üzerine atıp duran, otopsi masasında unutulmuş bir çift gözdük. Büyüdük, rüya olduk. Çıplak gözle görüldük.
Bir küçücük kız çocuğu morella... Soluk gri renkli eteği bacaklarına dolanmakta ve sahibi olduğu kelimeler kadar ağlamakta... Ağlamakta ağlamakta ve hep ağlamakta...
Uykusuz gecelerin balkon rüzgarlarında, selüloz kokulu uyku mahmurluğunda, kırılgan düşlerinin tadında ve bir nesirin ortasında... Hayatın nesire emanet ettiği yitik bir gülüştü o, nasıldı, üşüdüğünde ağlardı "yalnızım" dememek için... Yalnızlığına kaçmalı mıydı.? İnsan hayatta kaç defa inanırdı ve bu inanışların kaçı aldanışla sonlanırdı? Adını hayat koyduğumuz bu uzun yol öyle sancılı ertelere gebeyken, kaç aldanış hangi depresyonu tetiklerdi? İnanmamak için daha çok, daha çok mu siper etmeliydi gövdeyi? Ya bu hayasız akınlar hiç durmazsalardı? Ulu da olsak, korkmasak da, ya böyle bir imanı boğmak için sandığımızdan güçlü silahları varsaydı? En son inanışı uğur getirsindi artık... Ve bitsindi elem de keder de sorular da onların can sıkmaya meyilli cevapları da... Eş görevli sözcüklerin arasına konulan virgüller kadar işe yarama arzusuydu bu ya da kurum ve kuruluş isimlerinden sonra gelen çekim eklerini ayıramayan kesme işaretinin küskünlüğü kadar mahzun...
Sayfanın sağındaki scrollbar usulca adımlarken aşağı doğru, morella uykudan yanan gözlerini kırpıştırdı. Su almak için karanlık koridordan geçip mutfağa vardığında da böyle el sallardı göz kapakları ve uzun kirpikleri içindeki loşluğa... Elleri boşlukta yüzerken o saçlarında minik bukleler oluşturup bunlarla oynamaktan keyif alırdı. Aynı anda sol ellerde telefon, sağ ellerde bir tutam saç olması kadar şirindi, çok tatlıydı, aman yarabbimdi ya da otobüstü. Bütün büyü "b" ile birleşen "ü"de miydi? Yoksa kokusunu duyduğu sesin görkeminden miydi bir tutam sözcükte erimesi?
Hadi gökyüzünden doğan denizde yüzmenin vakti... Başınla üstteki tuğlalara vurup gökyüzüne uzanan sarmaşıklar oluşturmanın ve bulutlarda yürürken altınlar toplamanın vakti... Buggs ve bunny olmanın bütünlüğünde birleşme vakti... Vakit, günlerce aralıksız yağan yağmura ilk otobüse atlayıp şemsiyesiz gelmenin vakti... Ve bu şiddetli sağanağa uçarcasına salınmanın...
Erik ağacının yola bakan ekşi dallarına kurulmuş asi bir kız çocuğu morella. Kireçle boyanmış dış cepheyi kavak yapraklarıyla yeşile boyayan haylaz ve heyecanlı aynı zamanda...
"Dünya bir düştür ah evet dünya.. dünya bir masaldır.."
Morella masallar okur 8 yaşında hayatı güzel bulan çocuklara... O hâlâ 8 yaşında genç ve güzel bir kadındır. Hiç gül almamış bir genç kız edasında ya da egzoz salınımlı bir İstanbul ayazında... Maviden mora, mora ve mora... O morların kraliçesi... Morella..
Saat 02.27 olmuşken bile lüks faytonu bal kabağına dönüşmeyen sahici bir peri o... Morella...
gerçi sevdicek de imitasyon ama:) olsun bea belki atilla ilhan diğer tarafta gözlerime bakarak "ben sana mecburum bilemezsin" demek için dört gözle beni bekliyodur:) ahhh morella hüznüm geceyle seviyor ben nefrofili bir utanmazlıkla acımın saçlarını okşamaktayım...
morella yağmurdur... yağmur yağınca uuzn zamandır yüreğime imitasyon hüüznler çökmekte... morella düştür... içinde sevdiceğin olmadığı her düş imitasyondur... morella sevgilidir... cinsiyeti önemli dğeil:)
az kaldı bak
karneni alacaksn:)
transkriptini yani:)