İlk defa mutluyum. Hayır. Yalan bu, mutlu değilim. Ben bir problemden bahsederken, onlar problem içinde kayboluyorlar. Gerçek hiç olmadığı kadar güzel arkadaşım.
Yazmak insanlarla olan gereksiz muhabbetleri engelleme de bir kıstas. İnsan olarak gereksiz, birbirinden faydasız şeylerle meşgul olmakta, iyiliğini düşünüyormuş gibi yapıp, insanların kafasını bulandırmakta kötü. Kendi ilacımı bilmeme rağmen hâlâ aynı vartalara doğru sürünmek de neyin nesi?
Hiçbir masa insanı kaliteli yapmaz. Liyakat verilen masa ölçüsünde değil, hakkaniyet ölçüsündedir. Madem öyle, fani olandan değil baki olandan istenmeli ve ona secde etmeli.
Benimle alakası yok hiçbirinin. Bahar bu, çiçekler açıyor Anny, insanlar mutlu görünmek istiyorlar. Ben toprağın üzerinde ateş yakarım. Denizi seyrederim. Olmasan da olur, zaten olmamalıydın. Sabah olunca Paris treni kalkacak, gideceğim.
Hamamböceklerini avucumda gezdiriyorum diye iğrenç deme bana, aklımdaki onlarca sayısız kavgalardan ötürü iğrenç de. Haksız sayılmazsın, her kavgada kaç iyi niyet ölüyor bilmek istemezsin.
Kalbim bir makarna eleği gibi. Tortular var, hiç atamayacağım. Ya zihnim? Batıdan doğuya incinmiş zihnim, Yakup gözyaşlarıyla beslenen toprağa karşı vefam nerede?
Niye özlüyorum o günleri? Hem de bu kadar çok, nasıl sevmiştim her birini. Hangi dünyevi aşk bu kadar sızlatıcı olabilir?
Dünyevi aşklar... Yavşak sıvılarıyla mutlu olduğunu sanan soytarılar, etlerinde gömülü her bir insan olma ahı. Tükürük için bir dünya mahvoluyor.
Gerçek namustur. Kendi düşüncesini bile ifade edemezken, roller değişiyor, bu basit gerçekten kaçıyoruz.Kimse mükemmel olmadı şimdiye kadar. Görünür de olan herkesin tıpkı yaşayan herkes gibi temel ihtiyaçları var.
Görüntülü konuşma ne iğrenç bir şey! Karşıdakinin yüzünü görünce ne oluyor, neyin hasretliği bu. Oysa haftalarca, aylarca gelmeyen mektubun özlemiyle yanıp tutuşanlar varmış bir ara. Masal gibi sanki, hiç olmamış gibi.
Ve uzman açıklama yapıyor, yakında koku transferi yapılabilecek. Bugün bir balina kadar büyük bir mide bulantım var.
Üç saat telefonla konuşurken dahi, bir yandan da kitapta denk geldiğim o müthiş benzetmenin beni sarstığını kimseye söylemedim. Hep başka şeylerden bahsettim. Güldüm mu, biraz ama içimdeki ben o cümleye aşık olmuştum. Ne müthiş bir benzetme. Kuruyana kadar yatağını sanırım içebilirim.
Geriye saymaktan vazgeçtim. Artık sayıların bir önemi yok. Miktar ağırlığını almıyor hayatın. Gidince de, burada kalınca da, ruhum aynı beden içerisinde kıvranıyor.
Allah'ı bulmak için taşa, mekana, şehre aldanıyorlar. Oysa inanmak ve bulmak için şu yıldızlar, Ay, hatta kopekler, gücenmiş ağaçlar bile yeterli değil mi?
Sabah sabah Bülent Ersoy taklidini izlerken mutlu oluyor Yusuf ama bilerek o videoyu açmak istememişti. Bana bakıp gülüyor, bekliyor ki bende taklit yapayım eski günlerdeki gibi.
Uykusuzum. Hiçbir kafein çare olmayacak, soğuk olabilir ama nezarethane kadar soğuk değil burası. Hem paltom da var. Bir düğmesi kırık olsa ne çıkar, iki tane daha var.
Atacağım, üzerimde ne kadar kıyafet varsa atacağım.
Parmaklarımı, ayak parmaklarımın eklem noktalarından sesler gelirken, onlar da kendi varlığını ortaya çıkarıyorlar. Var olmak ne kadar da ağır bir duygu. Cansız tırnaklarım bile uzuyor, saçlarımın beyazlaşan noktaları ölümü değil, değişimi gösteriyor. Bıyıklarından çekip, okşanan bir kedi gibi yumuşacıkken gece, ağır olan kurtulamadığım insan olma hali.
Neye karşı merhametliydim? Hiçbir günahı iyi niyetler kurutup, yok etmiyor. Var olan herkes yüzleşecek.
Dükkanlar kapanacak derken kasiyer kız 'hocam yok öyle bir şey, demeyin ya' diye üzülürken, yüzü kızarıyordu. Öğretmen olacak tipim olmasa dahi alışkanlıktan hocam diyordu bana. Dükkanlar kapanacak evet ve onlar da marketi kapatmak zorunda kalacaklar. Molotofkokteyli atılmasından korkuyorlar. Kimse memnun olmasa da dükkanlar kapanacak.
Su gibi duruyor hala her sabah. Yarın içilecek bir su. Gün gelir içinde ezilecek insan, ruhu çitlerden çekilen pamuk gibi. Nasıl dayanabilir insan buna?
-Her anında ölecek gibi ama yarını da görecek gibi ol.
Ölen en yakınına dua eder insan belki, her şeye rağmen ümit besler. Çünkü O'na zor bir şey yoktur.
Kötü bir şey, birisinin üzerine sinen kokuyla seni yargılaması. Gitare mi? Hayır, bulmak zor. Winston kaçak kalsın ve camel hala en kahverengi şekliyle duruyor. İlgisiz durmaya çalışıyorum.
Garibanlık insanın boynunu büküyor. Ömer olması lazım adı, on beş yaşında ama sekiz yaşında gibi duruyor. Babası felçli, eve ekmek parası götürmesi lazım. Cuma namazı çıkışı kaç arkadaşıyla beraber boya için sıraya girmişlerdi. Ayakkabı boyatmaktan nefret ederim, yani bir başkasının karşısında, onun çömelip ayaklarına eğilip, ayakkabılarını boyaması iğrenç, ama Ömer terlik veriyor, giyin de ben ayakkabılarınızı boyayayım diyor. Yine de boyatmıyorum. Elime geçtikçe ona sadaka veresim geliyor ama bu sefer de o sadaka kelimesi içimi burkuyor. Nefret ediyorum bu insanlık tiyatrosundan.
Fatmanın aklına ihtiyacım var. Sadece aklına. Fakat o da bana 'seni çok iyi, hatasız, dünyanın en iyi insanı ' sanmıştım ama sen hiç biri değilmişsin demişti. En ağırını içine gömdüm, onun o en ağır sözü aslında bir taraftan beni hayata karşı kamçılıyor. Fatma, hayat ne garip! Oysa sen benim sözümü dinlemiş olsan, asla o iyi insanı kaçırmayacaktın elinden.
Hz. Platon'u, Hz. İbrahim'i, Hz. Musa'yı ve Hz. Muhammedi daha iyi anlıyorum her geçen gün. Ruhu sevmenin, Ensar muhacir ittifakını, adaleti, adanmayı, ahlakı ve aşkı.
Gece ikide sıcak poğaça çıkacağını bilerek, sokaklarda caddelerde avare avare dolaştığım günleri özlüyorum. Ne sıcaktı yüzüm, ellerim ne canlı, ruhum aşkla yaşamak inancında. Nerendeyim ey yaşamak?
Dilim Türkçe olabilir, az çok diğer dillerde saçmalayabilirim de ama özümüzde insan olmak mayası var. Gülümsemek.. Hangi dile çevirebilirsin insan olmaktan başka.
Cumartesi 1, pazar 3, pazartesi 5.. Gerisini karıştırdım. Cuma 11 olmalı, fetih suresi okununca Salih niyetlerin kabul oluyormuş. Salih, doğru dürüst bir niyetim bile yok.
Birileri yaşıyor diye sevinirken, ölenler için birileri üzülüyor. Keşke domuz derisinden sıcak bir kaputta yumurtalar spermlere birleşse, çocuklar cam şişede doğsaydı.
Saçmalarken dahi gerçeği es geçmemeli insan. İşte en gerçek yanım; etten, kandan, kemikten ibaret vücudum. Ruhuma ulaşmak için ölüp, tekrar dirilmem mi lazım?
Saatler nasıl da aynı 360 derecelik yörüngesini dönmekten sıkılmıyorsa, ben de yaşamaktan sıkılmamalıyım. Hala öğrenecek çok şey var ama bir yandan da eksik kalacağı, her şeyin yarım kalacağı düşüncesi var. Eğer cennet gibi bir yere girecek kadar şanslıysa şu ruhum, elbette öğrenmek isteyecektir, talep edecektir ama cennette belki de bunlara lüzum olmayabilir. Sahi, kuran okurken insan farkına varıyor ki, birkaç ayette tasvir ediliyor cennet ama daha çok düşünmek, günah işlememek, şirkten, yalandan, gıybetten, sapıklıktan uzak kalınmasını öğütleyen ayetler çoğunlukta. Demek biz zavallı kullar ne kadar da günaha yakın yaşıyoruz ki, Rabbim bizi ciddi manada uyarıyor.
Oysa ne kadar da uygun yazmak için vakit dedikleri mefhum. Gecenin kollarında uyumak için direniyorum Beni yanına çağırıyor, karanlıkta onu pek göremiyorum ama göğsünün biri açık; soğuk ve sert bir kaya gibi ucu. İç diyor, iç ve uyu.
En güzel kelimeleri insan bir tene yazmalı. Örneğin hiç sırtında şiir yazılı bir gün geçirdim mi, hayır. Sırtım benim duvarım, yaslanıyorum ve korkarım kimse oraya şiir yazmayacak. Yıkacaklar, duvarımı yıkacaklar.
Bana bazen olduğundan daha fazla uzaksın. Bilmiyorum, oysa hala insanın aynaya baktığında seveceği bir şeyler olmalı. Seni ne kadar seviyorum bir bilsen, karşımda duruyorsun, dokunsam dokunacağım, gülüyorum, sen de gülüyorsun ve gözlerinin içi gülüyor ama hiç olmamış kadar uzak oluşuna çare bulamıyorum. Söyler misin, seni benden daha fazla seven biri oldu mu hiç?
Kitapların tozunu al lafı bana küfür gibi gelir. Bir de evinde bunu adet etmiş, okuduğu kitaplarla götü kalkmış insanlar var. Oysa okudukları kitaplara insanın iki metre öteden gülesi geliyor. Bir de ahkam kesiyorlar. Her şeyi onlar biliyorlar. Yeri geldi mi sol, sağ dinamiklere ait argümanlarla kendilerini desteklemeye çalışıyorlar. Hakikaten tek olduğunu unutmuş, kaypak orta yol gidercileri onlar, tiksiniyorum.
Romantizmi sevmiyorum, uzun ve keşmekeşliğe sebep oluyor. Öpmeden doyasıya, okşamadan, doyasıya birinin kokusunu içine çekmeden romantik havalarda dolaşan çiftler türedi. Bir de evlenince çok geçmeden boşanıyorlar. Dünya hiç olmadığı kadar garip, yoksa ben mi garibim...
Bugün sabah çok erken bir vakitte o kalın dudaklarını büküp, güzel eşek gözleriyle şaşırmış olmalı. Ben onu şaşırtmayı değil, sevmeyi düşünüyordum. Zaten sevgi düşünülmez, seversin, mesele bu kadar basittir. Elleri, ama o elleri çok hünerliyken, belki beni de sevmeyi becerir diye düşünmüştüm. Sonunda her şey olduğu gibi devam etti. Korkum bir gün ölmesi.
Evet, tiksiniyorum, her şeyden. Bazen her şey ve herkes daha fazla tiksindiriyor beni, kendimde dahilim buna. Bu yüzden yazdıklarımı da kimse görmesin istiyorum. Yüzümü, sesimi, yazdıklarımı, fikirlerimi... Kimse bu benliğe tahammül etmemeli.
İsteyen istediği haltı yapar buna kimse karışamaz değil, Allah karıştı mı işte o zaman 'yok ben öyle demek istemiyordum' demek abes düşüyor. İçimi bulandırıyor ikiyüzlü halimiz. Günah bizim ruh öğünümüz olmuşta haberimiz yok.
Kitap dünyasında sahtekârlara yer olmaz. Ne kadar iğrenç parayla kitap basıp, zorla ya da değil, herkes okunmak istiyor ancak yazdıkları incir çekirdeğini doldurmayacak şeylerle dolu. Acıyorum boyle insanlara. Caka satıyorlar bir de. Sanırım internetten kitap almanın en güzel yanı saçma kitaplarla uğraşmamak.
Yok yere palazlanan ve kendini bir halt sananlara da katlandım ama bunu devam ettiremediğim için yalnız kaldım. Yalnızlık zor değil, yalnızca fikrini paylaşamamış olmak, senin de bir fikrinin olduğunu belli edememek kötü.
Hiçbir şeyi değiştiremiyorsun. Yaş kırkı geçtikten ve kalçalarda yağlar iyice birikmeye başladıktan sonra bazıları akıllarını da yitiriyor. Umrumda değil
bugün eşofmanlı genç bir öğretmen kaldırımda sekerek yürüyordu. sonra yanındaki üç arkadaşıyla beraber az ötemdeki çardağa oturdular. Çok sigara içiyorum bu aralar, bir yandan telefonla konuşuyordum ama o kaldırımda seken kızla ara ara göz göze geliyorduk. Mesafe çok olmamasına rağmen gözlerim kuvvetli göremiyordu.
ayağı kalkıp, bahçede yürümeye başladım. Ağzım kuruyordu. Haber gelmişti, istihbarat da denebilir, bomba patlayacaktı. Hangi şehir, nerede olduğunu bilmesem de önceden bir bilgi almanın ağır yüküyle içimde garip bir bulantı başladı.
akşam bomba haberi ajanslara düşünce, geleceğe karşı nasıl aciz olduğumu fark ettim, hiçbir şey yapamamanın altında ediliyordum.
Lokantalar arasında dolaşırken hangisine gireceğimi bir türlü kestiremiyorum. Hiçbirine girmek istemiyorum, bunu iyi biliyorum. Ekmek arasına kahvaltılık bir şeyler koyup, adem'in çay ocağına gitmeli. bunu da her gün yapamam. Giriyorum. İçeride altı yedi kişi oturmuş yemek yiyorlar. Her zamanki oturduğum yere geçiyorum ama bu sefer televizyona doğru değil, dışarıyı seyredebileceğim şekilde oturdum. Bugün şansız günüm. İştahım yok gibi, sabah bisküvileri yememeliydim. Neyse ki şansızlıklar beni bırakacak değil. Üç dört parça küçücük etlerin her biri kemikli.
iştahım yok ama en azından şu olmamalıydı; sınavdan çıkan öğrencilerine çorba ısmarlayan öğretmenin kafilesi arkama oturdu ve içlerinden birinin üzerine sıktığı parfüm burnumu sızlatıyor.
uzun bir zaman sonra onu gördüm. belki birkaç ay, çok güzeldi yine. beni yüzü niye böyle kederlendiriyor anlamış değilim. o güzel yüzüne bakınca kederleniyorum. sonra ellerini yüzüne çarpıp utanması aklıma geliyor. aslında utanmazın teki değil miydi o? sanırım ben çok acımasızım. on tane iyi şey söyledikten sonra söyleyeceğim tek bir şey tüm iyi olanları ve var olan dünyayı da yıkıyor.
Hamlet değerlidir, yalnız şu şekilsiz heykelcikler canımı sıkıyor. Estetikten uzak, yığına benzeyen heykelleri görmekten tiksiniyorum. At üzerinde onlarca gazilerin, beylerin heykeli ancak estetik değiller. Keşke biraz daha sanatsal yaklaşabilseler.
Shakespeare gibi olmak isterdim, en azından üçte biri kadar güzel yazabilmeyi. Dante de olabilir ya da köylü Montaigne. Schopenhauer ya da Hegel zamanında yaşasaydım Heidegger üzerine temsili kaygılarım olabilirdi. Zamanı şaşırmış olabilirim, fark etmiyor, Platon' un devletinden beri bir şey değişmedi.
Ne güzel ellerimin ağrısı dinmişti, tekrar başladılar. Sanırım bir gün yazmayı bırakmam için ellerim isyan edecekler. Güzel bir rüya görmeliyim.
Bugün çaldığım yastıkla beraber başımın altında artık üç yastık var. Boynum böyle de rahat değil. Öğretmen kızların neden boynu bükük dolaştıklarını anlıyorum. Çoğunda acayip derecede yastık sorunu var ama ben bunları da önemsemiyorum. Bilgi edinecek kaynaklarımı emmekle meşgulüm. Gecenin kaç olduğu önemli değil. İmsak girdiğine göre rahatça uyuyabilirim diye düşünüyordum ama uykum çoktan kaçtı. Dua etmeye çalıştım imsak girdikten sonra. Kul aldanan olsa da aldatıcı olamaz lafı çok hoşuma gittiği içim, 'Rabbim, eğer benim gibi birinin bile sesini önemseyip, dinliyorsan, bil ki tövbe ettim, pişmanım ki artık işlediğim günahları işlemeyeceğim. Ne olur bana günahlarımın affı için müsaade ve sabır ihsan eyle.'
saate baktım 4.18. Sabah ezanı okunuyor. mahallelere verilen isimler Selçuklu'nun ünlü gazilerine ait. Öyle özlem duyuyorum ki herhangi bir Selçuklu ya da Oamanlı zamanına ait bir camide bulunmaya. Hiçbir şey yapmadan, oturup ağlayabilsem.
Bunalmak kötü. Sonra bulanıyor için. Zihnimin iyi olmadığını anlıyorum. Geçmiş artık geri gelmeyecek ve gelecekte henüz gelmemişken, şimdinin kıymetini düşünüyorum. Çok güzel insan gördüm, iyi insanlardı, bana hep iyi davrandılar, ben iyiyim diye değil, onlar iyilerdi, bana sabrettiler.
Şimdi onları düşünüyorum. Her kışın elbet baharı vardır ama nasıl oluyor da insanlar devekuşu gibi korkudan saklanıp, gizleniyorlar.
'bir gün hepinizi affedeceğim' dedim. duydu biri, sinirlendi, 'tanrı mısın sen haşa haşa affedecekmişsin bizi' dedi. 'niye sinirleniyorsun, şu an hepiniz hatalısınız' dedim. kem küm etti, yıpranmıştı sinirleri. dağılmıştı o güzel bahçeleri, viran olmuştu bağlar. onu ve onun gibileri kızdırmak istemiyordum ama gerçek buydu. kızmış bir halde yanımdan uzaklaştı. onun için üzülüyordum.
tekrar uyandım. ağzım kuru. kupkuru. şimdi sütlü bir kahve ne de güzel giderdi. uyandığımı kimseye belli etmemeliyim. gözlerimi yıkamalıyım. saçlarım; yok onlar yok, onların sıkıntısı yok. sakallarımdan kurtulmalıyım bir zaman. ama az önce saydıklarım arasında bazılarını hiç dert ettiğimi düşünmüyorum. telefon açacak biri, numarası yabancı olacak, bu bilgiyi bana veren garip bir şekilde mutlu. ben mutsuzum. midem bulanıyor. klozetin kapağını açana kadar altı gün geçmiş olmalı. kıldan, tozdan, kirden, pastan, urdan, zevkten, yastan... niye böyleyim şimdi.
günleri geriye doğru sayınca ne oluyor. işte bugün; 31 ya da 30. bir anlamı yok. kırmızı ışıktan kurtalamayacağım örneğin ya da çamaşırlarımdan. yere düşüp düşüp yıkanan çamaşırlarımı tekrar giyeceğim. sonra tekrar ve tekrar yorgun tartışmalar içerisine gireceğim. gündelik hayatta benim mutlu yüzümü tersine çevirmeye niyetli neden bu kadar çok insan var diye düşünüyorum. oysa bakkal şahini, garson osmanı, taksici suatı, pastacı kızı, kamyoncu muratı seviyorum. insanları seviyorum ama bazıları bu sevgime kasıt benimle uğraşıyorlar.
uyanır uyanmaz uyanamıyor insan. kalkıp, dışarı çıkınca; hayır tam olarak öyle söylenmiyor, kelimeleri daha rahat kuracağın ana kadar yürüyorsun. ağzında bir bebek var şimdi. doğruca yürüdüğün yolda gayet dikkat edebiliyorsun. uyanmak için daha var. sokakların arasına girince korkuyor insan. aslında sokaklar güvebilebilir ama meydana çıkan sokakta köpekler var. beynimi kemiriyor havlamaları. ama onlar için de erken. gece olunca istedikleri kadar havlayabilirler, şimdi insanlara izin vermeleri lazım.
Sartre her ne kadar esas itibariyle farklı bir özde olsa da, ara ara ona hak vermemek mümkün değil. Özellikle hani şu saçma felsefesi. Benim kitapta en sevdiğim bölümlerden biri,
".....Saçmalık;İşte bir sözcük daha, sözcüklerle cebelleşip duruyorum;oysa orada nesnenin kendisine dokunuyordum. Ama şimdi, bu saçmalığın mutlak olmak özelliğini taşımak istiyorum. İnsanların küçücük renkli dünyasında bir olay, ancak bir başka gerçeğe göre saçmadır; yani kendisine eşlik eden koşul ve durumlara göre saçmadır. Örneğin bir delinin konuşması deliliğine göre değil, içinde bulunduğu durum bakımından saçmadır. Ama ben biraz önce mutlak olanı yaşadım. Mutlak olanı ya da saçmayı yaşadım......"
aslında bu insanlardan bu kitaplardan uzak durmalı gibi bazen. kendi adıma en azından, sanki her şey pamuk ipliğinde gibi de, onlarla sıyırma mesafesi gibi. korkmak hissi bu yani.
Onu sevdim dedi, kimi dedi. Benim biraz anneye ihtiyacım vardı. Adamın tekini kodlamışlardı: İbne. Güzel bir espri patlattı: ibn, bin, ibne. Kimse gülmedi. Epistemolojik olarak değil, etimolojik olarak araştırılması gerekiyordu. Adam logosu unutunca, kadın soyunmadı.
gece dışarı çıkınca kopeklere denk geliyorum. çete kurup, öyle yaşıyorlar. bazen mahalle kavgaları yapıyorlar. içim bulanıyor, üst üste sigaraları tüketiyorum. yine bırakasım geldi. sabaha kadar ağzıma almayacağım.
haklı çıktığı için kendisinden özür dilemedim. özür dilerken rol yaparım genelde, pişman oldum diye üzülmek ve hatta ağlamak aptalca gelir. bunları hissediyorum. azıcık içinde su kalmış pet şişeyi kafama dayadım. asitli bir tadı tekrar şişeye boşaltırken, biri bana komplo yapıyor olmalı diye düşündüm.
muhatabım yoktu benim, bu yüzden iki yüzlü olmadığım için, hatta değişmediğim için mutluydum. biliyordum, değişmek aptallara mahsustur.
..
odadan çıktım, çardakların önüne geldim, elimdeki cam şişenin koyu yeşil rengine hayrandım.
..
kendi fikri yoktu. bu kadar aptal olduğunu bilemezdim.
..
çalmak, bir yere kadar teselli edebilir ruhu. üretim mekanizması durunca, önünde çömelip, diz kırıp, eteğini toparlayacak alim bulamadı. sonuna kadar ben haklıydım. son değişmiyordu, bu yüzden sıkıntı yoktu.
..
korkuyorum dedi, ona güvenmiyorum.
..
yağmur yağarken ıslandım. rengini arıyordum damlaların. sevinçliydim, yağmur yağıyordu. kendimi kuş gibi hafif hissettim ama kuşlar için kendileri o kadar hafif oluyor muydu, bunu düşünemiyordum. şişman bir kuşta olabilirdi.
bir gece vakti Eyüp camisine gitmeden önce Fatih camisi önünde açık olan manavdan aldığımız meyveler aklıma geldi.
tek başıma dayanamıyordum bu kadar pisliğe. aptallığıyla beni şaşırttı. aslında aptal mıydı yoksa orta yol yolcusu muydu?
'kalktım. Bu gücümü yitirmiş nesnelerin arasında duramıyordum. Pencereden, Impetraz'ın kellesine bir göz atmaya gittim. Mırıldanıyordum. Her,şey olabilir; her şey gelebilir başıma. İnsanların uydurduğu korkunç şeyler değil tabi. Sözgelimi Impetraz, birden dans etmeye başlayacak değildi. O başka.'
kırmızı bir gece lambası. gece lambalarını ve üzerinden yıllar geçmiş olan anıları düşünmeyi seviyorum. gün içinde kalabalıklar arasında sığındığım ve yüzümü güldüren kabahatin sorgulamasını en iyi karanlık ortasında ayın vurduğu kızıl topraklara benzeyen kırmızı renkteki gece lambası sayesinde yapabiliyorum. kimi zaman bir dua beş saniye sürüyor. istediğim şeyi isteyemediğimin farkında olarak, sabaha içimin bulantısıyla uyanacağımı unutup, kollarımın üzerine başımı yaslıyorum.
sabahtan beri aynı şarkıyı düşünüyordum. zihnim sıcak yaz günlerinde değil de, bir mayıs sabahı hafif titreyerek denize girişimi hayal ettiriyordu. kemiklerim ağrıyordu, en çok ellerimin ağrısına dayanamıyorum. dilimi acıtan asit, midemin benden izinsiz çıkardığı sesler, yan odadan gelen kaba genç kız muhabbetleri ve huzursuz bir gece nöbeti bulantımın sebebiydi.
'hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor.anlatamıyorum. bulantıya benziyor bu, ama aynı zamanda onun tam tersi.sonunda başımdan bir serüven geçiyor, kendimi sorguya çekince, kendimin kendim olmaklığımın ve burada bulunmaklığımın başımdan geçtiğini görüyorum. geceyi yarıp geçen ben'im.
Fransa hatalı, Fransız edebiyatı evet, buhranlı sanayi devrimi sonucunda (anne ve fahişe filmi de buna ait) ve ayrıca işgal edilen Cezayir sancısıyla buhranı tavan yaptı. Bulantısı ilgi çekicidir.
" günü gününe yazmak daha iyi olacak. Açıkça kavramak için bir günce tutmalı. Önemsiz gibi görünseler de küçük ayrıntıları, olaycıkları kaçırmamalı, özellikle hepsini sınıflamalı. Şu masayı, sokağı, insanları, tütün paketimi nasıl gördüğümü anlatmalıyım, çünkü değişen bu. Bu değişmenin alanını ve özünü iyice belirlemeliyim.
.."
Sartre efendi zamanında yazmış mı, yazmış. Fransa edebiyatı beynimi gıdıklıyor.
Sitemizde daha iyi hizmet verebilmek için sitemizde çerez kullanılmaktadır.
yeni bir başlangıç yapmam gerekiyor. vedayı sevmezsin biliyorum.