Senden Önce
Senden önce
Gülüşüm eksik Çığlıklarım suskun Sevinçlerim yarım Sesim kendine yabancı; Dilim asimilasyon çıkmazında; Sözcüklerim zamansız bir ölüm anı kadar saçma Çektiğim halaylarda sol yanım boş Ve yüreğim büsbütün yalnızmış meğer… Kuyu sokağında beceriksizce top koşturmalarım Oyunlarım… Oyuncaksızlıklarım… Kavgalarım, isyanlarım… Ve daha on yedi yaşında -iliklerime kadar işleyen- yokluk ve yoksulluğa karşı Duvarlarına gizlice yazdığım “tek yol devrim” sloganları Okuduğum kitaplar, dinlediğim şarkılar Tamirhanede çıraklığım Yaşlanan çocukluğum Dilimin ucundan tutuklanıp götürülen sözcükler Bir simit ve bir gazoz tadında izlediğim siyah-beyaz filmler Sensiz ne kadar da eksikmiş meğer… Sen çat kapı yüreğime dayandığında Ve beni aşkla tamamladığında anladım. Senden önce Yüreğim yaralıymış Geceler soğuk… Geceler kar… Yağmur… Zindan Geceler sensiz… Bensiz… Merhametsiz Puşt ve alçakmış meğer sevdalara pusu atan… Şimdi sen varsın Beni hain pusulardan koruyan o kahraman bakışların Yüreğimde açan gülün… Gülüşün Ve her şeyi unutturan gül goncası öpüşün… Senden önce Aşkı hiç tatmamışım Umurumda bile olmamış hiçbir güzellik senin kadar; Işıl ışıl ay ışığı Islak tenimizde kayıp duran yıldızların ışık izleri Yakamozlar -pırıl pırıl ışıyarak avuçlarımdan kayan- Bir söz… Bir şiir… Ve bir aşk şarkısı söyler gibi Nağme nağme kulağıma uğuldayan rüzgâr Yaprakların hışırtısı Kıyılarla sarmaş dolaş öpüşüp duran dalgaların sesi Ölü deniz kabukları Sıcak bir yatak gibi üzerine uzandığım kumsallar Tepemizde uçuşup duran aç martı çığlıkları Ve seninle ele ele yürümek Ne kadar da güzelmiş meğer… Sen düşlerime destursuz girip çıktığında Ve dal gibi yanan yüreğime Yağmur damlası gibi düştüğünde anladım. Senden önce Yaşamın ve sevdanın rengi yokmuş; Deniz… Gökyüzü… Seni umut etmek mavi Ağaç… Dal… Yaprak… Seni koklamak yeşil… Karadeniz’de hamsilerin sırtı lacivert Göçüklerde işçilerin gözleri kömür karası Güneş sarı ve sıcak Devrim kan ter, kırmızı Çiçekler gökkuşağı Dağlar… Dağlardan kopup gelen dereler Derelerin çığlığı Kokunu bana taşıyan rüzgâr Ve seninle nefes almak Sevdamız/ sevdalımız hep özgürlük rengindeymiş meğer… Sen gecelerime güneşli bir gün gibi doğduğunda Ve gözlerimdeki denize -rengârenk- bir balık gibi daldığında anladım. Bir dokunuş, bir öpüş Aşkın alevinde yanmakmış meğer… Sen karlı dağ gibi üşüyen bedenimi Parmak uçlarında güneş Ve yana yakıla alınan bir nefes gibi Ilık ılık hohlayarak okşadığında Ve buz tutan dudağımı Sönümsüz yanan bir ateş ve soluksuz kalan bir öpüşle Yangın yerine çevirdiğinde anladım. Senden önce Aşka yasaklı bir yürekle yaşamışım hep… Yüreğindeki aşk Gözlerindeki ışık Yüreğime serçe telaşıyla konuşların Dokunuşların Dudaklarında açan gül ve gülüşün tadı Aşkın kendisiymiş meğer… Sen beni ağız dolusu güldürdüğünde Ve ben; gözlerinde saklı kalan O uçsuz bucaksız -sevda girmemiş- ormana dalıp Sana kaybolduğumda anladım. Senden sonra Ben sana kaybolup gittim sevgilim… Şubat 2015 |