sıcak sevinçle umutla düşsel esrik bakışlarla kız söylence okuyor gecenin yalnızlık zulasında uzak yoldan kuşkusuz bir gün mağrur prensin rüzğar kanatlı altının toynakları çarpacak kent sokakalarının dizme taşlarına tacının üzerinde güneş yalazları parlayarak altın işlemeli elbiseleri göğsü inciler takmalarla kaplı rüzğar tacının tüylerini alnındaki bir tutam siyah saçı her an başka bir yöne çekerek
halk fısıldıyor “o bu gurur bu görkem ve güçle bu dünyada eşsizdir yüce prenstir kuşkusuz…”
kızlar pencerelerden boylanıyor yanakları utançtan kızarıyor göğüsleri bir düşün sevinciyle “belki beni ister” diye çarpıyor ama prensin gözü sanki onların istek dolu bakışlarını görmüyor o, mis kokan bu bahçeden bir yaprak bile dermeden dingin ve usulca geçiyor kentin dizme taş sokaklarına at toynaklarını çarpıyor güzel sevgilisinin evine doğru
halk soruyor birbirine: “öyleyse bu mutlu kız kimdir?”
ansızın kapıda bir ses sevinle sese doğru uçuyorum odur evet o! “ah ey prens! Ey düşsel sevgili Görüyordum düşümde geldiğini.” Çocukça gülüyor Sevinç dolu sıcak bir bakışla “ey bakışları güzellik kentine yol Ey bakışları bir kadeh içki Ey dudakları kan renginde çöl lalesi Koş Yol uzundur ama yolun sonu köşktür nurdur.” Sessizce oturuyorum atın sırtına Gögsünün gölgesine kayıyorum Başım dönüyor. Yine Dingin ve usulca rüzğar kanatlı atının toynakları kentin dizme taşlarına çarpıyor tacının üzerinde güneş yalazlanıp parlıyor
onunla birlikte bu hüzün dolu kenti terk ediyorum halk şaşırmış fısıldıyor: “ne mutlu kıza!....”
küçücük gecemde benim, ne yazık rüzgârın yapraklarla buluşması var küçücük gecemde benim yıkım korkusu var
dinle karanlığın esintisini duyuyor musun? bakıyorum elgince ben bu mutluluğa bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun
dinle karanlığın esintisini duyuyor musun? şimdi bir şeyler geçiyor geceden ay kızıldır ve allak bullak ve her an yıkılma korkusundaki bu damda bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali yağış anını bekliyorlar
bir an ve sonrasında hiç. bu pencerenin arkasında gece titremede ve yeryüzü giderek durmada bu pencerenin arkasında bir bilinmez seni ve beni merak ediyor ey baştan aşağı yeşil! yakıcı anılar gibi ellerini, bırak benim aşık ellerime ve dudaklarını varlığın sıcak duygusunu benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak rüzgâr bizi götürecek rüzgâr bizi götürecek
küpeler takacağım kulaklarıma ikiz iki kirazdan ve tırnaklarımı papatya çiçeği yapraklarıyla süsleyeceğim bir sokak var orada aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar bir gece rüzgarın bizi alıp götürdüğü. bir sokak var benim yüreğimin çocukluk mahallesinden çaldığı zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu ve bir oylumla gebe bırakmak bir zamanın kuru çizgisini bilinçli bir simgenin oylumu aynanın konukluğundan dönen
ve böylecedir birisi ölür ve birisi yaşar hiçbir avcı, çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır
ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum okyanusta yaşayan ve yüreğini tahta bir kavalda usul usul çalan küçük hüzünlü bir peri geceleri bir öpücükle ölen ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan
dinle karanlığın esintisini duyuyor musun? şimdi bir şeyler geçiyor geceden ay kızıldır ve allak bullak ve her an yıkılma korkusundaki bu damda bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali yağış anını bekliyorlar
F.F.
Penceremde gülümsüyor bir kadın...Farsça nasıl gülümsenir öğreniyorum...
zaman geçti ve saat dört kez çaldı dört kez çaldı bugün Aralık ayının yirmi biridir ben mevsimlerin gizini biliyorum ve anların sözlerini anlıyorum kurtarıcı mezarda uyumuştur ve toprak, ağırlayan toprak, dinginliğe bir belirtidir.
İranlı şair 33 yaşında 1967 yılının 13 şubatında hayata veda etti.. Asır, Duvar ve İsyan adlarını taşıyan üç şiir kitabı var...
Kimse götürmeyecek beni kırlangıçların şölenine Uçmayı hayal eden kuş Ölmek üzere
iyi ki yazmışsın Furuğ...
Sitemizde daha iyi hizmet verebilmek için sitemizde çerez kullanılmaktadır.
sıcak sevinçle umutla
düşsel esrik bakışlarla
kız söylence okuyor
gecenin yalnızlık zulasında
uzak yoldan kuşkusuz bir gün
mağrur prensin
rüzğar kanatlı altının toynakları
çarpacak kent sokakalarının dizme taşlarına
tacının üzerinde
güneş yalazları parlayarak
altın işlemeli elbiseleri
göğsü inciler takmalarla kaplı
rüzğar tacının tüylerini
alnındaki bir tutam siyah saçı
her an başka bir yöne çekerek
halk fısıldıyor
“o bu gurur bu görkem ve güçle
bu dünyada eşsizdir
yüce prenstir kuşkusuz…”
kızlar pencerelerden boylanıyor
yanakları utançtan kızarıyor
göğüsleri bir düşün sevinciyle
“belki beni ister” diye çarpıyor
ama prensin gözü sanki
onların istek dolu bakışlarını görmüyor
o, mis kokan bu bahçeden
bir yaprak bile dermeden
dingin ve usulca geçiyor
kentin dizme taş sokaklarına
at toynaklarını çarpıyor
güzel sevgilisinin evine doğru
halk soruyor birbirine:
“öyleyse bu mutlu kız kimdir?”
ansızın kapıda bir ses
sevinle sese doğru uçuyorum
odur evet o!
“ah ey prens! Ey düşsel sevgili
Görüyordum düşümde geldiğini.”
Çocukça gülüyor
Sevinç dolu sıcak bir bakışla
“ey bakışları güzellik kentine yol
Ey bakışları bir kadeh içki
Ey dudakları kan renginde çöl lalesi
Koş
Yol uzundur
ama yolun sonu köşktür nurdur.”
Sessizce oturuyorum atın sırtına
Gögsünün gölgesine kayıyorum
Başım dönüyor.
Yine
Dingin ve usulca
rüzğar kanatlı atının toynakları
kentin dizme taşlarına çarpıyor
tacının üzerinde güneş
yalazlanıp parlıyor
onunla birlikte bu hüzün dolu kenti
terk ediyorum
halk şaşırmış fısıldıyor:
“ne mutlu kıza!....”