1
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
1156
Okunma
/bizim oynadığımız oyun., sadece kendi oyunumuzdu.
suflörün fısıltıları bir kulağımızdan girip., öbüründen çıkıyordu./
ve gözleri mahmur sabahlarda, ilk ışıkları ile uyanarak günün
hiç kimseye ait olmayan her yerine., el koyuyorduk yeryüzünün.
gülüp., oynayarak..,
başıboş mevsimlerde açan çıban ağaçlarını, kökünden budayarak
yerlerine güneşli çiçekler ekiyorduk,
her birini tek-tek koklayarak…
/orkestra çukurundan yükselirken aristokrat ninniler
ne türküler çalıp-söyleniyordu yüreklerimizde, ama ne türküler./
düşünce süzgecimizin altındaki taneler, birer inci gibi parlıyordu
geride kalan tortuların ne olduğu, aklımızın ucundan geçmiyordu.
öyle bir heyecan..,
dizgin tutmaz yılkı atlarıydık., dört nala koşarken şaha kalkan
ateşe benziyorduk canımın içi., ateşe..,
toz-dumanıyla her şeyi yakan...
/düşmanlar hacimsiz ve şekilsiz leke gibiydi karşımızda
ama tahtada bir şah eksikse, kazanan olmazdı satranç oyununda./
seninle her sabah aynı oyunu oynayarak başlıyorduk yeni güne
hep aynı arzu ve şehvetle açıyordu üstünü., içimizdeki cephe.
ama canımın içi..,
görmezler ki nehirler doğdukları yerden, kavuşacakları denizi
yani kazanmak diye kaygımız yoktu,
bizimki bir yoldaşlık meselesiydi…
.....
.....
/oynanmadı aslında böyle bir oyun..,
bu bir hasret şiiridir
mesela İstiklal’de kol kola ve hafif sarhoş,
seninle Taksim’e doğru yürümektir./
Cevat Çeştepe
5.0
100% (7)