6
Yorum
12
Beğeni
5,0
Puan
2023
Okunma

Küçük Çınar
Hacı Hafızoğlu’nun hacılıkla-hafızlıkla
filan alakası yoktu
Mesellioğlu’nun bütün meselesi para,
Çınar sinemasının da sahibiydi aslında
İnşaat, yap-sat caba
tüpgaz, inşaat, bakkaliye ve beyaz eşya
ne ararsan onda bulunurdu
çatapat, sinek ilacı, gülyağı, gül kremi, gülsuyu
envayı çeşit kolonya,
önce damacananın tepesine fısfısla pompalar
sonra şişeye doldururdu
her marka radyo, plak, telefon makinesi,
Sen-Sun gazoz imali Yılmaz Erdoğan’da
ama kendisi de arar bulamazdı öyle istenilen her şeyi
sanki her şeyi ondan almak zorunda sanırdı milleti,
kız sesli, iri-yarı ve şişman
“Tatlıcıların Şemşittin’in Lokantası"nda
illa taskebabı yenirdi,
mermer tablalı masalarda
arkasından kaymaklı kadayıf
minicik yayvan metal tabaklarda,
ekmek arası ciğer, köfte, kıyma
hal içinde Vedat Usta ile
Kazım Duran’da
Bakkal Ramazan
"-sana şu olur" diye güya ikram etmekte
malının kalitesini her daim methetmekte
Ali Bakkal arada sıkışıp kalmış
Abdullah Kocabaş köşede ama her şeyden bıkmış
Sadık Başaran tüpçüydü, ne alakası varsa
okul kitapları da satardı
manifaturacılar hafta içinde sinek avlarlardı
ama pazartesi günleri varılmazdı yanlarına
Ekmekçi Muammer’de kuyruklar arttıkça
Gavur Avni’de müşteri olsada-olmasa da
suratsızlardı
“Terzi Doğan” üzerindeki ceketi söküp,
dikerek, terzi olduğunu anlatırdı
Nuhfel’de ondan geri kalmazdı
ama çırakları Mustabey onlardan
“ilmi-siyaset” almamıştı
yaptığı iş yüze gülmez
yol-yordam, edep erkan bilmez
esnaflık-terzilik etmez
tertip düzen hak getire
“-yandıysa, n’olmuş,
nasip meselesi” dedi
bir müşterisine
“-ha biz eyi ütülensin
arkideşin ütüsü bozulmasın deye …”
unutmuşum ütüyü yandı demek yerine
sümüğünü çeke çeke
….
“-ged ordan bi metro daa al gel de
dikivireyin
zaralı yok dikişi bizden ossun, emme
bayrama etişmez gene de
peşin peşin deyvireyin
pravası etişcek bissürü insan vaa sırada
biz senikini öne aldıydık
insannık olsun deye
…
para ba(h)settik mi
elini vizdanına go!”
oysa daha biraz önce
bir başkasına
“bazarlıg etseydin bizimoğlan
piyasa öle olabilir emme
biz piyasadakınnar gibi mi dikiyoz
bizim müşderimiz çok evelallah
herkeşe eyvallah etmeyoz..
bazarlıg etçeğ adamla(r)
varıvırı arasdaya
bissürü adam var
üş guruşa dikicek, bekleşip durula(r)
biz onnar gibi yamalık yapmayoz
usda vaa senin garşında”
tanınmamış bir işhanının
en ücra köşedeki vasat dükkanında bekler
İstanbul markalı hazır elbiseler
ağzını açsın bir konuşsun, hey anam neler neler…
“bayram önü Yalavaşda terziler,
becerememişlee” de ona getirmişler
ne isterse vermişler buna,
güya “zenaat erbabı” terzilerin piri ya
bir afra, bir tafra..
adı üstünde “sümüklü Mustafa”
karşı da Hal’in hükümet çıkışında
duvarları; çerçeveletilmiş önceki yılların
duvar takvimleriyle kaplı
berber Kemal Vural sakalı eliyle yoklayıp,
dikine usturayla kazırdı..
ayakkabı boyacısı Şavkıa(ğa) yaygaracı
nursuz tipi, cartlak sesiyle
ağam-paşam, muhabbeti,
olmadık birilerini sorar, ne gam
“-ben senin arkadaşın sandıydım ağam”,
şaklabanlıklarıçok
yoldan geçenleri çevirir, neşesiyle
boyar, parlatır,
“-parlamazsa para yok”
herkesin halini-hatırını sorardı
müşterisi olsun olmasın beis yok
yanı başındaki Ramazana(ğa)
ona bakınca bâyâ sakin bir adamdı
sinek avlardı
demek ki; marifet yaygarada
Boyacı Süleyman kaç tane kimsesiz çocuk
büyütmüş, okutmuş
ne parası, ne malı, ne mülkü olmuş
biri yan ayaklı şişman,
diğeri yatalak, arabalı müzmin iki dilenci,
biri caminin abdeshane girişini mekan tutmuştu
diğeri kız lisesinin karşısını
onlarla birlikte birileri daha
yollarını buluyordu
‘Deli Yakıp’ avare,
‘Zaza’ camız çobanı
çocuklar peşlerine düşse de
gariplerin kimselere zararı olmazdı
kırık-çıkık, yara-bere ne olursa olsun
sarılıp-sarmalanıp
Tokmacıklı Epbeleklerin Fatma’ya yollanılırdı,
çok şükür kapısını çalmadım
bilmiyorum kaç para alırdı
Epbeleklerin evinde epeyce kardeş
soyadları farklı
sürüyle çocuk vardı
Epbeleklerin halı atölyesinin üstündeki
meydan çeşmesine bitişik “Ayşe Nine”nin evi
küçük küçük bölünmüş odalarda talebeler kiracı
genelde Manargalı çocuklar,
bir de Gelegermi’li
“çift dikiş Nihat” vardı
birbirine girmiş sokaklardaki
kimi konak, kimi derme-çatma evlerde
yalnız yaşayan mahallenin dul kadınları
“Hu!” çekerlerdi her perşembe
gitsin çay bardakları, gelsin meyve
kış ortasında yaş üzüm, kavun, muşmula
Allah ne verdiyse
sıradan her hafta birinin evinde toplanırlardı
mis kokulu, doksandokuz devirli
bir tesbih etrafında halka olurlardı
huşu içinde,
coşku içinde
“Allah,
Allah,
Allah”
“-la ilahe illallah, la ilahe illallah”
herkes sanki kendinden geçerdi
bir müddet sonra atılır giderlerdi
diğerlerinden geri kalmazdı
birileri
DİPNOT
Mesellioğlu Yılmaz Erdoğan’dır
sinek avlamak: müşterisizlik,gelen-gidenin olmaması
5.0
100% (9)