0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2740
Okunma

Bir munis veled, akranlarıyla oynarken
Dehànı kurumuş, su içmeye yöneldi birden
Karşıda; dalı kesik, gövdesi yarık bir çınar
Ortasında da yıllarca akan, eski bir pınar
Çocuk hızlıca koşup suyu yudum yudum içti
Birden bire berìk gözleri, bir şeye ilişti
Gördüğü neydi, kesilmiyordu ardı arkası?
Yaralanmış nàs emsàli, her yer mermi parçası
Şaşkın bir halvet-i ruhiyye içindeyken şimdi
Ağacı bu hale koyan, beşer-i izmàr kimdi?
Bu suàlle eve varmışken veled:
Nine nine!
Söyle yavrum.
Àh! Kan ter içinde kalmışsın yine
Ne oldu yavrum? Anlat bakalım. Ne oldu söyle?
Nine: Köşedeki ağacın o hàli, nedir öyle?
Müteheyyicàn bir hàlde nine ayağa kalktı
Hafif bir lerze ile dìdelerinden yaş aktı
Nine tekrardan oturmaya niyetlenmişti ki
Veled:
Anlat nine, anlat artık şu hakìkati
Nine tebessümle:
Gel anlatayım, otur hele
Bir hamàssiyatın yaşandığı yer: Çanakkale
Çocuk, yanaştı ninenin yanına yavaş yavaş
Nine: Yavrum, harb-i cihàn görmedi böyle savaş
Fecrin ilk ışıkları, duman kaplamış her yeri
Eller semàda: ‘ Ey Rabbim! Nasib eyle zaferi.’
Tarih on sekiz Mart, bin dokuz yüz on beş sabahı
Sanki cem oldu, on beş asr şühedànın ervàhı
Kimi civàn, kimi şeyh geliyordu her cenàhtan
Millet aç, devlet hasta tek ümitleri ilàhtan
Bu tafsìl ile akvàm-ı beşer olmuşken tekmìl
O lahzada gördüğüm tek şey, taraflar denk değil
İşte geliyordu düşman kuvvetleri uzaktan
Başta iki aç, yanda garìb Hindu ve Anzaktan
Karşıda düşmanı hışmla bekleyen Gelibolu
Diğer yanda mühimmàtı az, insan topluluğu
Allah Allah nevàsı çıkarken hep bir ağızdan!
Garbın gemileri ilerliyordu Boğazdan
İşte tüm heybetiyle görünüyordu Ocean
Tàrih-i harb, öyle bir hàl yaşamıştı ki o an:
Onbaşı Seyit 215 okkayı kaldırdı yerinden
Nusret’in döktüğü zümrütler oynadı yerinden
Bu inhilàl ile medhuş olmuş a’dà kümesi
Tek tek gark etmeye başlamıştı, düşman gemisi
O şàd ile tekrar yükselirken tekbìr sesleri
Mevdù vatana değdirmedi mülevves elleri
Bir an duman perdesi kalktı sanırken aradan
Garbın iki aç kurdu, saldırdı tekrar karadan
O ne dehşetengìz, o ne muhìfe bir manzara
Şanlı ecdàdımın kabri üstünde nedir o hora?
Ecdàdın çıksa gelse, bil ki yüzüne tükürür
Şunu unutma kaybolmuş köpek boş yere ürür
Uzaklardan duyulurken bir bir top, tüfek sesi
Şu nefer miydi, anasının Kınalı Ali’si?
Öbek öbek su yerine kan akarken oluktan
Şu Edincikli miydi, sağ kolsuz, düşmana koşan?
Saf saf namaza durmuş, cündì-i alà İslàm’ın
Şu Ahmet, erkek değil miydi, ne tez oldu kadın
Toprak, ağyàrı atmak için kaynıyor yerinde
Şu avàm değil miydi vurulan, çınar dibinde?
Yemìn ü yesàrla geliyor düşman gâh u nagàh
Tam meyùs olmuşken zuhr etti mucìze-i felàh
Uzaklardan bir ses:
‘Yetiş ya Muhammed!’ diyor
‘Yetiş ya Muhammed, kitabın elden gidiyor.’
Bu ahvàl ile göründü nebì Çanakkale de
Bedir, Uhud veya imanın olduğu her yerde
O hurùşla hangi akvàm önünde durur senin
Son kalesidir Çanakkale: Türkün, kitabın, dinin
Ey nefer! Ne saàdet ki meşhed hırkasını giymek
Şàh u şehìdin ardında mahşer günü yürümek
Böyle bir zamanda cedlerin, kurtardı vatanı
Değdirme garìb el, sakın gücendirme atanı
Çünkü sizsiniz bu vatanın bugünü ferdàsı
Ey mahdum! Budur işte çınarın derin yarası
Çocuk, mağrur bir şekilde doğrulurken yerinden
Gözde nem, bir iki kelàm döküldü dilinden:
Ey her köşesi kanlı zehre olan Çanakkale!
Dünyayı verseler değişmem seni, hiçbir güle
Ey her yanı na’ş- ı perişan olmuş Çanakkale!
Rabbim düşürmesin bir daha dehşetli, o hàle