5
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
1280
Okunma

Bu mektup müebbete mühürlü
Kanımla yazdım
Son bir gayretle ecel terimle imzaladım
Adresi huzuru mahşer
Yazmazdım kalemin gevezeliği tutmasa
Zira artık ketum ve ahrazım
Konuşsam da kim duyar ki tek kişilik hücremde
Duvarların ağzı var dili yok
Onlarda çocuk görüyor belli ki on yedi yaşı
Burası ölümü bekleyen sayılı nefeslerin mabedi
Ve bahçesinde sabırsız bir cellat
Yağlı urgan örüyor
Dalgasını geçiyor azraille her ilmikte
Maraz suratı
Buğday benziyle
Bir türkü dolamış diline
Şişiriyor avurtlarını çirkin sesiyle
Safran sarısı dişleri... sırıtıyor her geçişte
Tan yeri kızılın da
Koca ayaklı dev koğuşa yürüyor
Goncalar titriyor
Sessizlikteki korkunç sesten
Darası insandan ibaret korkuluk
Az sonra kıracak bir gülün boynunu
Son ezan
Son kelimeyi şehadet
Ve son yolculuk...
Yürürken adımları darağacına
Dizlerinin bağı çözülüyor körpe fidanların
Artık bende dipteyim
Kılı kırk yaran doğrularımla
Sonundayım ömrün
Seksen deccalları
Elli iki kınası yakın sevinçten kirli ellerinize
Oysa
Şimdi bahar... Ömrüm gibi
Çiçeğin böceğin kelebeğin mevsimi
Ama senin yüreğin hep kış değil mi anne
Hala düşlerini süslüyor
Gözyaşlarından süzülüyorum biliyorum
Ne çok isterdim o yaşlarda yıkanmayı
Ben martta öldüm
Otuz beş yıl yaşlandım anne
Sütün gibi ılıktı tenimden akan
Ama ak değil boz bulanıktı
Can vermedi canımdan çıkan
Hem güneş kavurdu saatlerce yerde
Hem kahpe ilmik boğdu taze başak hayallerimi
Korkmadım
Tutsak zindandan özgürlüğe kanat çırparken
Tomurcuk umutlarım çiçek açtı cennette
Kimse söylemedi suçumu
Fuzulidir varlığı
İbret olsun diye kalemi kırdılar
İhtilali güneş sanıp vicdanlarına astılar
Dilek USTA