1
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
1710
Okunma

susuyorum şimdi...
ellerimden önce tenine düşen sesim/hecelenip sen oluyor..kelime/kelime dokunuyorum sana..dönüşüyorum sana ki her gece/yatağını terk edip delice çağlayan bir ırmak gibi yalın/ayak..çırılçıplak sana koşuyor..çıkmaz sokakların kuytularında gölgeler çoğaltıyor/özlemle çoğalıyor..teninin üzerinden renkli taşlar topluyorum parmak ucu dokunsallığımla ki yüreğimdeki mührünle yol alıyorum.. içime girip büyüyen..içimde kayan vuslat kırıntılarının erozyonuyla etrafa saçılıyor aklım..umursamıyor yürüyorum gece yarısından/sabaha dek..dilekler adıyorum yıldız tozlarından/kaçmanı diliyorum benimle bir başka dünyaya..kulaklarımda kırgın bir melodi/ ince sızım...
(...)
demek tırnaklarını çıkartıyorsun
oysa sadece etin acır düştüğün kuyularda ki
Yusuf gözüyle b-akıyordum.
öncesi ve sonrasıyla
şekilsiz kuyulara düşerken çocuk tabanları
ne yaşar anlata bilir misin bana...
AN(ı)larının söküklerini dikebilir misin?
düş terzisi hassasiyetiyle
çıkmaz sokaklardan dönen kaç mülteci tanıdın
dönme sırtını,
çevirme yanaklarını,
öpüp çıkacağım
çarpmadan kapılarını kanatların ki
bazen toplamlarından sıyrılıyor hayatın
eksiliyoruz bazen
korkarak veya büyük bir cesaretle
nakaratlarını da unutuyoruz şarkıların
ve kokularını tenlerin
tırnaklarımızı yiyerek tüketiyoruz kendimizi
ki bil-iyorum işte
bu yüzden sokuluyorum kendi içime…
aynaların şekilsizliğinde kırılırken gölgem,
taşınmaz ırmaklarında yıkanırken yüzlerim
ben,
bir Adem soyuyum dedi
mavi boyadı göğümü...
yarı açık unuttuğun kapılardan sızıyordu
günleri zamAnın
ve biz,
bir biri ardına söylenmemiş sözler bırakıyorduk
bir merhabanın ardında ki
alışıyorduk yani birbirimize bile...
eksik sayfalarda,
korsan basım kitaplar gibi
dizilmeden raflara,
saklanıyorduk/
bir kaç parmak ağırlığınca dokunuşlarımıza
ki anlam
ilk kez o zaman yoruldu/sanırım
..biçimsiz/eksik haritalar çizerken omuzlarımıza...
ve biz ki sevgili;
söylenmemiş sözleri öldürüp,
kavim kavim serpiştiriyorduk
uyumadan hemen önce
akacağımız ırmağın/yatağını
daha şık yapsın diye
duygularımızın üzerine ki
kendimizi kandırıyorduk,
kendimizin uydurduğu yalanlarda...
ben,
sağanak oluyordum.
sen,
bir göçü taşıyordun sırtında.
bütün inandıklarımız
bu yüzden sırılsıklam oluyordu sadece...
anımsa,
bir çocuk uykusu buluyordun
erken kalktığın sabahlara
bazen karanlıktan korkan
belkide uslanmış artık şimdilerde...
çıplak ayaklarınla koşarken sen
seslerini duyuyorum
giderek daha hızlı
her seferinde biraz daha...
tabiri yapılmayan uykularda,
rüyalarına uyurken sen
ben sayıklamadığın
bir düş/
-düm
tekrarlanırken sözleriN...
sen gidiyordun evet
yüreğine işaretlenmiş bir ben
ve saçlarının arasına saklanmış
bir kaç masal kahramanıyla,
korkutulmuş bir çocuğun
suskun çığlığıyla kaçıyordun
seni izliyordum/
ve hiç unutmadım...
söylenmemiş sözlerini,
merdivenleri,
saçlarını ve savurmanı
şiddetini sonra ki
bir yankı gibi dağılmıştın
tüm boşluklarıma...
(...)