14
Yorum
21
Beğeni
0,0
Puan
1678
Okunma

dün gece
bazı kelimeleri ateşe verdim sevdiğim
ne gel
ne kal
ne git
ne de hoşçakal
artık kesinkes silindi lügatımdan.
küllerini savurdum bilinmez bir diyara
dilimde yalnızlığın buruk tadı
alışkanlıklar sırada bekleşiyor hala kapımda
birazdan kavurduğum helvanı dağıtacağım onlara
bir zaman bekleşirler kapıda ’yine var mı’ diye
sonra onlarda vazgeçerler nasılsa.
başımı dayadığım dizlerin yok artık
yastığım taştan da ağır
uyku tutmaz ’gecelerin gözleri’ üstümdeyken
’ay’ perdenin altından yine sızmaya çalışır odama
ben ağlamama telaşında
yumarım gözlerimi usulca
aklıma getirmemek isterim
’gel sevdam’ bak ne göstereceğm deyip
pencerenin altına boylu boyunca uzanışını
ve beni yanına çağırırşını
teninin kokusu burnumu dağlarken
yanına uzanmıştım usulca hatırlarsın
parmağın zamana inat gökte ki dolunayı göstermişti
işte demiştin
sen busun ömrümde
önce ince bir çizgi gibi geceyi yırtarken varlığın
büyüdün.büyüdün
dünyamı doldurdun dolunay gibi
öyle parlak öyle sevda kokulu
her an kaybolacaksın diye korku çöreklenir içime
çünkü dolunayın ömrü üç dört gün
kelebek gibi umuzlarımda yükün
sen bana ’gel’ demekten vazgeçme sakın demiştin.
Şimdi ayaza kesen geceler bıçak gibi keser iliklerimi
sıcaklığını arar boşluğa sarılan ellerim
yine kendine döner usulca.
artık ne camdan bakıyorum ’ay’ perdeleri zorlarken
ne de bir isteğim kaldı ömür perisinden
toprak ana sessizce yatıyor karın altında
yeşilin her tonunu dünyaya serpmek için zamanını bekliyor
ben de zamanını bekliyorum yeniden sevmek için
biliyorum çocukça bir hayal bu
ama elleme ne olur
en saf hayaller çocuklukta kurulmaz mıydı
hayal kırıklıklarına
en fazla bir saat üzülürdük
sonra yeniden gülümserdik inadına..
bir yok oluşun tam başındayım
’sessizlik’
en çok bu koyuyor bana
ya da artık olur olmaz zamanda çalan telefonumun
suskun ölgün bana bakması sehpamın üstünden
ufacık titremesi yetecek belkide
fırlayıp elime almak için
ama beklemiyorum diye kendimi kandırmaya devam ediyorum
gözlerimden süzülen damlalar birazdan donacaklar
doğunun o eğreti evlerinden sarkan buzlar gibi
sen de benim doğumdun ya
oranın soğuk yemiş teninle
kara yağız delikanlım
mertliğin kitabı senin elinde yeniden yazılmıştı
belkide o yüzden gülüşün gözlerime bu kadar net kazılmıştı.
dün gece
senli kitapları topladım
hepsi yasaklı gönlümde
bir çuvala tıkıştırdım
arka bahçemdeki kara toprağa gömdüm
yakalanma korkusu ciğerlerimden nefesini bırakırken geceye
olmazdı ama
yine de bulunmasın diye izlerini yok ettim ayaklarımla
üstüne bastıkça
çığlığın hala kulaklarımda.
dün gece... dün gece seni ateşe verdim sevdiğim
o ateşte Aslı gibi yanarcasına
son perdeyi de kapattım üztümüze.
Ayvazım DENİZ