6
Yorum
22
Beğeni
0,0
Puan
1811
Okunma

bir bardak çayın rengiyle düşlenebilirdi
kızıl ve sıcak bir hayalin o büyüleyici tadı
ama
gerçek sinema perdelerindeki senaryo değildi
solumda babam yoktu
ve ağır haziranlar büyüyordu zamanda
ben küçüldükçe küçülüyordum
acıyı beslemek kendinden bile korkarak hayata küsmektir
hadi bir renk ver bana gökkuşağı
annem evde tencereye dul gözyaşı koyup
dört çocuğun geleceğini pişiriyor
emeğin tozlarını yuttuğumdan beridir
bronşitle dolu göğsümün kitaplığı
çocukluğun resmi olmayan yanlarıyla
avuntulu bir büyüme benim ki
dağlara çıkan düşlerimin
yıldızlar topladığı vakit
aşk öldürdü ışıkları
karanlığa alışkanlığımla hoşgeldin siyah
bir bardak çayın huzuruyla geceye dokunabilirdi şiir
birde toprak ıslağı, saçlarımda küf kokusu
geç kalmasaydı yağmurlar
olabilirdi
tütün sararmısın bana avuçlarım
ciğerlerim çoktan yorulmuş zaten
kaç iklim
kaç düş
kaç sevda öldürdüm bilemezsin
çocukluğum dedim ya
yedimde büyüdüm
hemde daha vicdansızlığı öğrenmeden
atıldım koca koca bencilliklere
hadi avuçlarım
bir tütün sar
bütün acılarımı da kat içine
vardiya değiştirir gibi yalnızlık değiştiriyor insan
kimse kalabalık değil
tanıdık suretlerin yabancısı ömür
dallara takılı güneşin çıngırakları
yinede soğuk bugün, içinde dün
dün içinde yarın
cevapsız soruların olduğu yaşam mektebinde
okuyabildiğim bütün yalanları
ve doğruları okudum
yalanlar bana göre değil
insan yapısına göre yalan
doğrular bana göre değil
umut adına doğrulardı
kimsenin kabul ettiği aynı değil
çünkü herkes kendi değil
bir bardak çayın yorgunluğu aldığına inanabilirdim
eğer bu kadar yorgunluk içinde tükenmiş olmasaydım
kapıdan çıkıp giden gölgelerin
sokakta bıraktığı izler hiç kaybolmuyor
daha çocuk zamanlarımda kavradığım
geride kalan hep o izin içinde kalıyor
eğer aşk gerçekse
ve gerçekse bildiğim bütün yaşanmışlar
iz ve geçmiş aynı seremonide ölüyor
yanlış yapmak suç değildir suç yanlışı büyütmektir
en çokta sakallarımın çıktığı zamana denk gelir yanlışlarım
aşkı becerememek,kırmak dökmek sevdiklerini
hep aynı kalacağını sanmak
bir daha onlara ihtiyaç duymayacağına inanmak
ama hep ezilenle oldum
kim olduğu ne olduğu değil
var oluşuydu bendeki ispat
karıncalara çekirdek kabukları attığım
ve tuttuğum balıkları üzülüp yeniden sulara bıraktığım
kendimle en çok gurur duyduğum zamanlardı
şimdi bir şarkı söyle sevgilisizlik
içinde gülümseyiş
dışında depremler olan
ilk çıplak kalışımız bence bedensel değil
anlamaya başladıkça hayatın ciddiyetini
yavaş yavaş soyunuyor ruhumuz
arabesk giyinmiş kederlerin karşısında
dımdızlak kalışımız
işte ilk çıplaklığımız
onca güzel rüyadan sonra kaybettiklerine uyanmaktır yalnızlık
kışın pus kokusunda sokakları paltomun sıcaklığında adımlamak
gereksiz ama geçerli bir mutluluk veriyor bana
tam o sırada tekil yürüyüşün yanında hayal ettiğin gölgenin olmayışı
içindeki bütün kalabalık rahatlamayı öldürüp
yerine yalnızlığın suskun resimlerini çiziyor
sanırım hep var olan ama kabullenmediğimiz kadar sığ benliğimiz
şimdi bir göçük olsa çocukluğum
ve kırk döşümün üzerine çökse
acır mı yaralarım bilmem
kanayan yanlarıyla bir ömür
kırk ocak söndürmüşse
ve onbeş yerinden kırmışsa düşlerinin
varsın sonu çocukluğumun elinden olsun
bir bardak çayın tazeliğiyle aşık olabilirdim o kadına
bir bardakta ona doldurur hayatı çayların yüreğiyle severdik
hadi şiir uyut beni kollarında
gece kuşları gözlerine def etmiş beni
arkama düşen pencereden soluyorum rüzgarı
tam yirmi tütün ağacı söndürdüm küllüğe
artık çocukluğumun gitmesi
benimde gerçeğe dönmem lazım
kanıksadığımız kadar anlaşılmıyor hayat
çünkü anlamaya yetecek kadar yürek yok bizde ...!!!