14
Yorum
27
Beğeni
0,0
Puan
1272
Okunma

efendim siz ne kadar yüksekten dökülüyorsunuz öyle
bir şelâle desem,değilsiniz; taş ve kum yığınısınız aşağılarda
havasını solumak istiyorsunuz, derin, muazzam nehrin
bilirsiniz hamurunuz bizim bura işi kara buğdaydan
bir hava ki burnunuzda dağlara tırmanıyor
eziyor bütün kır çiçeklerini, hayvan otlatıyor
oturuyor kumdan gövdesinin üstünde
bir adam sosyal yardımların orada ara beni diyor
hemen hemen adresim ora kendimde yoğum
çok az uğrak veririm kendime bilirsiniz
bana değer biçtikleri adreslerdeyim
efendim siz ne kadar insanınıza yabancısınız
paris’te miyim diye çevreye göz attım da
küçülen ekmeklerin arasındayım, elimdeki poşetle
hani siz tutuşturdunuz elime efendimler arasında
ben efendi aradım karardıkça kararan duruşunuzda
ayaklarım düzgün basarken durduğu yere
sizin üstünüzdeki ağır mı ağır değirmen
dönüyordu bırakıp gerçek işlevini
biraz kımıldatsaydınız devasa taşınızı
kurtulacaktınız üstünüzdeki sizi devirecek yükten
kimbilir gökyüzünde başınıza bir yer açılırdı
unuturdunuz ateşe tuttuğunuzu elinizi
çocukların da gülmesi gerektiğini akl’ederdiniz
sıra sıra dizilmezdi ölüleri çöllerde
efendim sizin taşınız oyun taşı değil
eli olduğunuzu boşuna söylersiniz Tanrı’nın
kimse görmedi yıldızlı geceyi yüzünüzde
ne de güneşli günlerdeki o ılık nefesi
hani ay çizilsin isterdim suretinize
sert kayalardan düşmeyin öyle
sizinle birlikte yıkılmasın o kocaman köy
ekmeği kararmasın yıldızsız gecelerimizin
neden ışıklar sönüyor sizin bakışınızda
yollara dökülüyor bir bir taşlarınız
geçit verilmiyor yürümüyor yolcular
özgürlük şarkıları çalınmış olanlar
efendim efendiler götürsün sizi!
29. 8. 2014 / glenay