5
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
2969
Okunma

İçinden gökkuşağı geçmeyen ocaklara
Dil kanadı, ses kanadı, taş kanadı
Dedi ki suçlu sorumlu arama
Yalnızız bu can pazarında
Gözünü sevdiğim Medeniyet sordu
Kimsiniz siz diye
Anne sütüyle büyüyen çocuklara
Sustu hayat
Ve sustu memleketim...
Ölümün sesi duyuluncaya kadar
Her gün korkuya doğarken
Kara damlı evlerde
Babaların saçlarına yuva kurmuş kömürün kokusu
Acıyla takas edildi
Medeniyet sustu öylece
Onlar
Bilmiyorlar...
Bir yangın gibi taşıyor
Hüsranı ve akkoru göğsünde
Dilleri ayaz yemiş kadınlar
Gözlerini doldurarak
Yazgısına boyun eğmiş
O Babaların çocukları diyor ki
Kabirlere çiçek getirenlerle değil
Biz, kabirde meleklerle bölüştük acının cümlesini
O Babaların çocuklarına
Demediler
Üç gün konuşacaklar, sonra unutacaklar
Babalar öldüğünle kalacak, çocuklar açlığıyla
O Babaların çocuklarına
Demediler
Tok açın halinden anlayamaz
Açlık ve sefalet, yoksuzların kaygısıdır
Victor da demedi mi:
Öyle alçak bir kapıdır ki açlık!
Geçilmesi zorunlu oldu mu, insan ne kadar büyükse o kadar eğilmek zorunda kalır!
O Babaların çocuklarına
Demediler
Her öğüdü unutmuşuz, her afeti ardımıza atmışız
Bizi kökümüzden çıkaracak her belâya göz yummuşuz
Dünyanın oğulları
Ölmeyecekmiş gibi dünya için gölgesini satamadığı ağacı keser
Korktuğu yoksulluğa doğru koşup durur
O Babaların çocukları diyor ki
Kalmasın kimsenin aklı kalmasın bizde
Hiç bir şey bilmesek de
Aklımızda sıkıca tutup unutmayacağımız iki cümlemiz var
Loş sokakları kömür kokan mahallede
Şımaracağın kimsen yoksa hayat seni olgunlaştırır
Şöyle de birkaç cümle eklediler
Utancın rengi erguvani olsun
Dünya bir notadan ibaret olduğunu bilsin
Senfoni orkestrası olmasın
Müziğin sesi gökyüzüne yükselsin
Nağmeler bulutlara tutunsun
Erguvan çiçeklerinin kokusu yağmur damlalarına karışsın
İnsanlığın üzerine yağsın
Erguvani renge bürünsün dünya...
KAYIP YALDIZ