8
Yorum
16
Beğeni
0,0
Puan
981
Okunma
yalnızca bir geçmiş olan
kararmış kalem
zihnim çiğnenmiş kartpostal folyosu
gözümde firar bütün maviler gök yüzüne
yüzümde meçhul kaç rüzgara tutuldum
ve göğsümden kaç kelebek uçtu zamana
yani ki uçmak ne mümkün ve nasıl
kanadım olmadı benim hiç bilmiyorum
gömülüyorum çıplak bir çerçeve içine
ve uzunca bir rüya görüyorum
gibi coşkun bir barış
daha çok savaş rengi
ağzıma dolan öfkeli posta sesleri
ve boğazımı kurutan o nazım eserleri
sorgu provası gibi koşuyor beynimden içeri
sual gibi doluyorum kalbime geri
kırıp ağzımın eskime sehpasını
devriliyorum içimin pencere dibine
susuyorum yıpranmış bir göz kıyısında
"Tahir de güzeldir Zühre”de diyorum
Ve sevmek dediğin hiç ölmeyecek belli
alnımdan toprağa b/akan fabrika bacaları
ruhumun ocağında tüten illet kurum kokusu
ve ergen kızların mutluluk düşü
gibi karanlıktır anlamak bir geçmişi
yağmur yağar aniden
ağarmaya başlar dizlerim
siyah terk eder yüreğimi
gece bir cehennem meydanı olur
uslanırız aydınlık bir tabut gibi
eskilerden bir ölüm değilim ki
demleneyim vakte müştak dün gibi
sabahın erken saatinde yol almış
ergen bir martı heyecanı benimkisi
say ki ilk vapur kadar yaşlıyım sevgili
ve piri son ayrılık kadar dolu
ki yaşlanmakta mutlak ölür bir gün
uzak bir yakın işte onu görüyorum
üstüme çöküyor zaman
ve bir önceden daha çok büyüyorum
ağarıyor genç yüzüm her gece sonu
gözümde hep annem suçlu
çocukluğumuz
ömrün en deli çağları
sen vardı
ben vardı
gül yaprağı
incir reçeli
birde nasırlı o hanımeli
ve daha çok yeşil çam kokardı gözlerimin içi
dalardım yavru kalbimle Türkan”a
fiyakalı sevincimi hiç sorma
elimde solgun yaz çiçekleri
okul yolu
kızdığım fen öğretmeni
ve birde düşümde o utangaç ikimiz
gibi coşkun bir ergen rengiyiz
koşardım sana kalem kitap desenli
ayaklarım çıplaktı-eteğim beyaz dantelli
bu vadi kadar kutsaldı işte çocukluğumuz
ve yeminli süren bu acı dediğin
aklı kıt olan bir kırklı veli
gel yine o gün gibi sev beni
uzardı yollar
yorgunluktan sızlardı kamburu çıkan yağmur
en çok yüzüme yağınca severdim seni
gözlerim yutardı eylül kuşları
herkes dertliydi
dudaklar bal sanki
hangi zamanın boynunda sevdik geceyi
hangi tutsak ağızda ayyaştı sevgi
bulduğun yerde tut onu getir geri
Nazımı beklerdik bir kalbin ayak sesinde
uyurdu Tahrir meydanı gayet derince
sabah olana kadar beklerdik biz
gelmezdi bir türlü Piraye
yol çok karanlıktı ve sabah uzak
susardık surların ayak izinde
ellerimizden kayardı ufuk birden
güneşi tutamazdık biz yine
yalnızlıkla ıslanmış her aşkın yüzü
kaldırım çiçeklerine benziyor
bu ne uzun bir sızı anne
yandıkça içimde bu yara
su çatlıyor ağzımda
mhd