2
Yorum
17
Beğeni
0,0
Puan
1394
Okunma
Meyilim kırıntılarınaydı.
o serçenin gözleri olmasaydı . .
Çıkıp kendi üstümün başına
düştüm kaldırımlara
anımsayamadığım sebepli sebepsiz
aldanışlarımla üstelik
yol özürlü kul zarifi
devrilen duygunun zihin yırtığına saklı cümleler
yırtığına aşikâr bir dille secde ediyorken
kulak ve boyun arası
tanrısal bir titremenin paçalarına saklanıyordum
üstünü bir kaç adımda düşürmüş
bir zamanın teninde yürüyordu tanrının öteki kulu
ya da ben öyle bilmekle meşguldüm…
sonra, birden ardımı ardına sürdüm.
avuçlarımın çukurunda
tırnaklarıyla çiğnenmiş hikâyesini üzdüm, tanrımın.
kaç defa lokmaladım sorularımı
yutkunamadım, bilmiyorum.
tenimin dudaklarında toplu haliyle akıp giden yabancı hırsım
ve bir de pulunda salya küfü zarfımı alıp
adındaki hıncıma durdum…
sonra bir bir çağırdım mahremin gözlerine
hizalar kırkına uzanıp
mesafeleri yüzlerindeki ezikliğin kokusuyla savuştururken
duraksadım…
dilimin tenhasında kaç defa sulandım
keşke susaydım ucunda zamanın dedim
ıslığının da dişlek bir tanrıyı yitirdim
taşına bulaşan o tadın tadını unutarak
sonra zihnim ayaklarımı giyindi özrü üstüne
verilen sözün hakkına
fikrime yaslanmayan kusuruma sırt verip
aksayan mevsimleri geçip
ruhumu topuklarıma gizledim
zemin ağırlığıyla basılı topuklarım sancırken kendine
fikrin amaçsızlığına yürüdüm ve yürüyordum
gülen şehir tın duygusundayken
tanrısı eksik soytarılar sezdim
biraz daha ezdim bağrında büyümediğim şehri.
yüzü gözü kırpılmış dizlerimin örtüsüne savururken bedenimi
kopuk kirpiklerimi düşürdüm sokağa.
-zihin atlasından inmeden kırbaçlanan fikrim ak sağanıyla yasta
kendini kendine unutturun topuk ağrısı
emrinde yolcu olmaya başladım
ve artık sorgulamıyordum
geçerek geciktiğim güzergâhları
.
parmaklarımı büküp
üstündeki derisini ısırıp çukuruna salıverdim.
ardında bıraktığı seyrek rüzgârı dolduruyorken ciğerime
sinsi bir üşüme olup zarif, ince biraz da sakin
ama derin bir sıyrıkla öpüp öldürüyordu iblislerimi
adım adım yol beslerken, bitiyor, bitiriliyordum.
sözümün yol başlarına saklanıp dişlerime süzülen
boğazı kesik bir bağırış peyda oluyordu bir den
sol veya sağ diye hüküm bekliyordu
gözümün ferini fes ederek
sonra damağını kazıp yükünü soluma atıyordu
sağım
boşaltmak için içinin içini
. ama telaşın yolu bitiyordu.
basılacak zemin dur diyordu bana.
bir süre dur yabancı
ağlak adımlarını çek tenimden
ve düşüncesinde kararlı olduğu ihtimalini sezerken
biz aldanmıyoruz
ve kendi tenime eziyetim devam etsin diyorum
zihin hevesinden alı koyunca kendini
sıyrılıyor bütün yavru iblisler tırnaklarımdan
ve artık ardın gözükmüyor
üstelik bir dediğim bir dediğime zulüm ediyor
ve ağrısına mecburi bir dönüş başlıyor
elimde elde edemediğim bir ben
bir de sen ile kuşkulanıyoruz
ve aşk neydi diyorsun içimin küçüğüne
sesim hırpalayıp fikrimi o kurcalanan şehri gösteriyor
ve parmaklarımın ucunda yağmur başlıyor
yağan her yağmur aşk dedirtiyor
ve zihnimi tırnağıma giydirip topluyorum
ve biliyorum kırıntılarında sen varsın her yağmurun
Sonra güneş geliyor başucuma
üstünü açık bıraktığım şuuruma
hatları içinden çekilmiş
yarım bir yaprağın
zemindeki eğimine özenip
kuruyup kalıyorum
sen gidiyorsun
bu yol başaramadan bitiriliyor
bu kadar karar sızısı gezinirken insani hükümler arasında
onca gülücükten birinde yaşıyorum
-şimdi kendimi anlata bildiğim yerdeyim
ama anlamsızlığım kolumda ve sırıtıyor
-her şeyi unutarak tekrar tekrar başladığım
bu yolun binlercesinde aynı koku var
bir de yokluk giyinen yaşamlar var.
ruhumla gezinen yaşamın sürekliliği sürdürürken soluğunu
kuşkusuz ve korkusuz gelip yüzümde barınmaya çalışıyor
sonra var ile yok ikiye bölüp
kendini burun kıllarımla uzayıp bıyıklarıma karışıyor
yüz kılıfımı alıp ellerime
kırıştırıp kırıştırıp kesilesim var diyorum kendimden.
üstelik yaşam çekişen yokluğu sefilleşen yanımdan.