0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1215
Okunma

ne kadarda sen gibi her şey..
fırtınadan sonraki sessizlik..keskin zılgıtlardan sonraki yutkunmak gibi damağında asılı kalan tükürükleri..ne kadarda sen gibi yağan yağmur..ritmik/tek tek önce ve sonra sağanak ve ardından bir suskunluk/tükenmişlik ki sorma gitsin.. ne kadarda sen gibi çocukların okul bahçesine bıraktıkları çığlıkları/çocuk sesleri kırılan aynalarda ve sonra büyümek/irkilmek bir yürek ağrısı ki sorma gitsin büyümüşlüğünde..ne kadarda sen gibi her şey..ne içinde nede dışındasın yaşamın..nergis kokan baharlara ulaşmak için..patika yollarından geçerken hayatın..beklediğim en kalabalık yolculuklar gibisin..seni sarmak istiyor/tüm sarmaşıklarım ki yılışmamda ondan..asla ulaşılmayacak ülkelerin seyyahı olmak istemiyorum..biliyorum sus..bi sus..sus bi..dilinin ucunda kalsın bir ara alacağım yutma..sakın.. ne vakit adımı söylese dudakların yüreğine yapışıyor beş harf işte..keskin soluk alış verişlerim bir anlamı olmalı..biri lütfen yüreğime a/kan düşleri sustursun..kum saatimi kırsam..kumun genzime dolacak biliyorum..zaman geçmek bilmiyor ve köşe başında beklemekte bir mevsim..kimsenin umurunda değil artık köyler/yaylalar/kıyılarda olan kasabalar..keskin şarap kokan mahzenler..bir simit için Asya dan/Avrupa ya kanat çırpan martılar ve bilmiyor deniz neleri bizden götürdüğünü bir dalga sırtında onlarca köpüklü düş..yosun dili kelimeler söylesem derinlerine hani tuzun desem/tuz kadarım desem ve de-sem..sözlerimi merhem sayar mıydın yüreğine..işte o zaman ne kadar da bize benzerdi her şey ki yaşamak/sana benzeyen her şeye dokunmak kadar güzel..yaşam/ak seninle güzel..
(.
.
.)
acı bir geçmişin taşınmaz yüklerini bırakıp sus/tum kendime..
bir kapı eşiğinde unutulmuş ani bir refleks gibi
kanıma girdin şimdi..
hücrelerime/iliğime ve soluğuma bulaştın ki
canımı verecek kadar yakınım sana..
hadi durma dudaklarının keskinliği ile
önce doğra beni
sonra kır kaburga kemiklerimi..
parmak uçlarını aklıma sok
ve yoğur sanatsal bir biçimde şekil vermek adına..
beni sana benzet/
beni aşka/
beni Ferhata/
Mecnüna/
Kereme benzet ki
Yusuf kokayım tenime sen bulamış gömleğimle..
ahh sevgili..
ıslak yataklara düşen..
sınırsız bir gölge gibi
önce dışıma sonra içime düşüyorsun..
yanıyorum..
anla beni kelimelerdeki izler ondan sana..
hadi dokun izlere nemli parmak uçlarınla..
bir resminin rengine benziyor..
bedenine teğet geçiyor düşlerim şimdi..
hani incitmeden lakin o kadar ısrarcı..
birkaç kelimeyle..
binlerce geceyi ıslatıyorum..
ahh sevgili hala anlamadın mı yanıyorum
ve bil ki sevdam..
aralık bırakılmış kapılardan bir başka çağlar insan..
bir başka akar..
bir başka yakar..
ve şimdi tenindeki kokuyu duyuyorum/
titremeyi/
terlemeyi..
offfff ben böyle bir soğuk..
ben böyle bir ayaz..
ben böyle bir kış görmedim karsız ki..
kar yanığı tenim..
sahii kar yağmıyor değil mi?
ıslak bir rüyadan damlayan birkaç damla zerrenin
narin dudaklarını ıslatması gibi dökülürken kelimeler
saçların ıslandı yine..
ve şimdi çağlamadığın/akmadığın bir ırmak
yatağından avuç içlerime akıyor sırtımdan kayan terim/tenin..
oturduğum yerden dokunuyorum sana..
”gül” evet
“gül”
sendeki kokunun bilindik tek anlamı bu..
”gülkokuşlum”
tenime batıyor dikenlerin
ve soluğuma çatallaşıyor nefesim..
hırıltılar çıkarıyorum..
çıldırmak üzereyim..
ciğerlerime dokunuyor..
deli gibi/delice bir renge dokunuyor..
maviden bir adım önce siyaha tutkulu ki
kilitlediğim bir nefes gibisin ciğerlerimde..
nefes vermek yok..
asla yok..
ve ben ayak uçlarına yığılıyorum..
(...)