8
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
2829
Okunma

Elinden bir şey gelmemenin acısını bir arabanın farlarına kilitlenip kalmış sincaplar bilir. Suyun dibine ağır ağır çöken taşlar bilir. Matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere düşün. Perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. Eskisi gibi acımıyor ve de asıl bu acıtıyor.
Emrah Serbes
Elinden bir şey gelmemenin acısını,
Göğü yıkılmış bir ülkenin, yağmuru bekleyişine sor.
Kırık bir şehrin, duvarına taş olmuş umuda sor.
Gürültü bayramında, susmaktan yorgun düşmüş sözlere sor.
Sabaha kadar titreyen, soğuklara sor.
Bir mum da kül olmuş, gecelere sor.
Hiç kavuşamadığımız, o şiirlere sor.
Beni de...
Ölüme sor..!
Nefesin bencil kokuyor, yutmadın mı hala son sözünü ?
Göğün uçurumundan atladı, ortada bıraktığın yeminler.
Dudaksız öpmelerinin, izi kaldı yanağımda.
Yeni yetme avuntular peydahladım, sus sancılı dilime,
Ardına bakmadan koşan mutluluk da yanında hediye !
Hislerinin dükkanında kaça satıldı, aşk denen şey ?
Hatırlasana !
Her iş çıkışı, yıldızları ben indirirdim kapına,
Siyah kepenkleri de Sen çekerdin, hoşça kal camlarına.
Aşkıma gül/me, üstüme gülmen yetsin bu sefer.
Dertten dört köşe olmuş keyfim, bu duruma nasıl da şaşkın !
Biraz da haddini aşkın işte.
Sen gittin ve tüm gitmeler sana kaldı.
Kahır toprağımdaki zambaklar, renk sildi gökkuşağından.
Tek renkli semada, hüzün açtı kollarını.
Seher toza döndü, üfledikçe geçti tüm sabahlar.
Keşke böyle yapmasaydın da,
Ben her defasında sevseydim seni,
Sen de “bir daha olmasın” diye, azarlasaydın çocuklar gibi beni !