Okuduğunuz
şiir
2.6.2012 tarihinde günün şiiri olarak seçilmiştir.
Utanırım uzak dur
Bu hâle nasıl düştüm, ben mi yazdım kaderi? Herkes seninle Rabbim, geride bir ben kaldım!
Cebrail selam vermez cini geç insana da İsrafil’i kaldırmak için saatini kur! Kelimeler sırrını söylemezse sana da Heceye işkence et, harfleri zincire vur!
Herkes engel olmanın derdine düşmüşken… Kim çivisi çıkmış köhne dünyaya oldu hekim? Sen Türkçe sevdalısı, sen hoşgörüye mahkûm Sakarya Destanı’nı git Nil ve Tuna’ya sor!
Gittiniz ve alarak selamı Sakarya’dan, Nil’den, Tuna’dan selam verdin ta Nijerya’dan, Mesksika’dan, Gine’den, Tayvan’dan, Liberya’dan, Selam Orta Asya’dan deyip, gel yaramı sar!
Affet yiğidim, affet anlatamadık sizi. Uzak diyarda kime sordunuz yolu, izi? Bilmem gözünüzden yaş aktı mı dizi dizi? Siz ağlamayın sakın varsa kusur bizde var!
Cennetvari düşlerin engeli çoktur ama; Derdi Allah rızası olanda dert arama! Çünkü; derdi dermandır tutulsa da vereme! Kalk ayağa Sakarya, kalk da bugünleri gör!
Dünyevî işlerinden fırsat bulamayanlar, Gidip sizlere selam verip alamayanlar, Hasretle kucaklaşıp da sarılamayanlar, Ağlar neşeden dostum, utanırım uzak dur!
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
şiir okumanın da bir edebi vardır yorumlara baktım girişteki beytinizi görüp yorum yapan çok daha şiir neden bahsediyor anlamamışlar bile sırf bu yüzden çok kişinin sayfasına uğramayı bıraktım
nefis şiirinizi tebrik ederim çok arzu ettim gidenlerden olmayı ama bana nasip olmadı
Kalk ey yiğit uykudan!. Kalk ki bağrımda nâlân.. Sensiz geçen günlerde, Hülyalarım dünlerde, Hep mahzûn ve kederli, Bizleri terk edeli. Yiğidim görün artık! Görün ki çok bunaldık. Canlarımız gırtlakta, Son kelime dudakta; Gülümse milletine! Susadık himmetine... Kalmadı hiç gücümüz; Bizler bir sürü öksüz, Hep itilip kakıldık, Dört bir yana atıldık; Hicran üstüne hicran, Dahasına yok derman... Her gece hayaldesin, Sözlerde, dillerdesin, Bir ömür boyu böyle. .Gel artık bir şey söyle!. Ne olur acı bize!.. Yıkılıp geldik dize... (M.F Gülen )
Yanılmıyorsam Hocaefendi bu şiiri henüz ilk gençlik yıllarında yazmış ..Hocaefendi daha 20'li yaşların sonunda İzmir'de hem vaizlik hem de Kuran Kursu müdürlüğü yaparken, o günleri beraber yaşayan bir ağabeyimiz geçen yıllarda bir sohbet esnasında Hocaefendinin taa o zamanlar ufkunun ve mefkuresinin genişliğini bize hayranlıkla anlatırken şöyle demişti : karşımızda gencecik bir vaiz,ama idealleri sadece Kestanepazarı'yla ve İzmir'le sınırlı değil..biz müminlerin yapması gerkenleri anlattığı her sohbetinde onda bir farklılık olduğunu farkederdik..talebe yetiştiriken,yetiştirdiği talebelerin gün gelip bütün cihana yayılacağını bilerek konuşurdu..biz içimzden bu kadar da olur mu diye, hayalini dahi kuramayacağımız şeyleri O ,o günlerden görür gibi anlatırdı..ki söyledikleri bir bir hep oldu...
Hocaefendi'nin tayinini onun rırası olmamasına rağmen İzmir'e kendi yerine yaptıran ve kendisi ondan sonra Diyanet işleri başkan yardımcılığı yapan ve geçen yıllarda rahmeti rahmana kavuşan o büyük gönül insanı Yaşar Tunagör ağabey vefatına yakın bir zamanlarda kendini ziyaret edenlere hep şunu söylermiş : Kıyamet günü Rabbimden Fethullah Hoca'yı İzmir'e gönderiişimi sebep kılarak kurtulacağımı ümit ediyorum.'
Hocaefendi çağın en mümtaz insanlarından,kıymeti hakkıyla bilinmemiş büyük muzdariplerden..İslam'ın ve Türk milletinin cihanda söz sahibi olması için ömrünü vakfetmiş olan,Rabbin seçkin kullarından..bazı insanlar hakikaten seçilerek doğuyorlar;çünkü bir kulun üstesinden gelemeyecek marifetlerle donatılmış oluyorlar..Ona ilk Kuran eğitimini veren rahmetli annesinden dinlemiştim :' O diğer evlatlarımdan farklıydı,6-7 yaşlarında hafız oldu..geceleri daha çocukken bilmediğimiz farklı lisanlarla sayıklar ve hep sıçrayarak 'Lebbeyk Ya Resulallah' diye uyanırdı..babası ve biz bu haline şaşırır biraz da korkardık...
Hocaefendi 89 yılında cami kürsülerinde cemaatine daha ilk gençlik yıllarındaki mefkuresini haykırıyordu :Rusya dağılıyor,gidiniz kardeşlerinizi yalnız bırakmayınız..cıa,mossad girmeden Amerika girmeden siz gdin ve kardeşlerinize hizmet edin...
Harun Tokak ağabey ilk giden ağabeylerin okul açarken yaşadıkları ilahi lutufları ve o bölgede yaşayan 80'li yaşlardaki Ahmet Ağa isimli şahsın giden ağabeyleri karşılarken 'Dün gece Efendimiz'i(sav) rüyamda gördüm,Türkiye'den kardeşlerim gelecek onları karşılama Ahmet onlara yardımcı ol' diye anlattığı hatırayı gözyaşlarıyla dinlemiştim..hele ilk gümrük kapısından geçerken bir ağabeyin cebinde Kuran'ı gören Rus polisine,ağabey; 'şimdi ne diyeceğim daha giremeden geri döneceğiz bizi almayacaklar 'diye düşünürken; bizim kutsal kitabımız Kuranı Kerim,dediğini ve bunun üzerine Rus polisinin 'benim babam da yaşlılığında bu kitabı okurdu,bana verir misiniz çocuklarıma göstereyim' dediğini analattığında Rabbimizin inayet elinin bu hizmetle beraber olduğunu daha iyi anlamıştım...
Şimdi 140 ülkede şehbal açtı ekilen tohumlar..vesile olan hocamızdan,esnaf ağabeylerimizden,canını ve mallarını hiçe sayarak dünyanın dört bir yanına bu kutsi dava için hicret eden sahabe ruhlu öğretmen kardeşlerimizden Rabbim ebeden razı olsun..onlar hakikaten kutsiler ordusu...
Kayserideki Türkçe olimpiyatlarının açılış konuşmasında belediye başkanı o öğretmenlere ne büyük hayranlık beslediğini anlatırken,İstikbal mobilyanın sahibi Hacı Boydak Bey'in bir sohbette kendisine söylediği sözleri nakletti..Hacı Boydak ağabey diyor ki : Rabbim öte alemde bana,kulum benden ne istersin diye sorarsa ona diyeceğim ki Rabbim tekrar dünyaya dönmek ve o kutlu öğretmenlerden olmak istiyorum ' diyeceğim...
Onları hakkını asla ödeyemeyiz..bizler buralarda sıcak döşeklerimizde yatarken onlar dünyanın her yerinde bayrağımızı ve değerlerimizi dalgalandırıyorlar..mezun olurken üniversiteden gidip gitmeme arasında tereddütte kalmıştım..bana nasip olmadı o güzel kardeşlerimiz gibi hizmet etmek..hala o yıllarda gidip de gelmeyen arkadaşlarım var..dünyada belki en çok yapmak sitediklerimden biri içimde bu yüzden uhde olarak kalmıştır..keşke birkaç yıllığına dahi olsa ben de gidip hizmet edebilmiş olsaydım...
Aslında anlatılacak o kadar çok şey var kii.. değerli şairin şiiri ve şu an 10. yapılan Türkçe olimpiyatları beni alıp geçmişten bugüne bir yolculuğa çıkardı...
Rabbim Hak yolunda adım atanların yollarını güllerle bezesin..ki bu kardeşlerimiz adları namları belli olmadan karşılığını yalnız ötede alacakları bir davanın civanmert temsilcileri..adları yok ama eserleri hiç kimsenin yapamayacağı kadar büyük..Rabbim birlerini bin etsin..yüce milletimiz zaten kadirşinas görüyor bu güzellikleri..ama güzellikere gözlerini güneşe kapar gibi kapayan ve yalnız kendine gece yapanlara sadece söz üretenlere de Rabbimden basiret diliyorum..Efendimiz'in miskü amber hitabıyla en azından 'hiçbir şey yapamıyorsan kalben sevenlerden ol'mak gerekmez mi ?
Rabbim ebeden razı olsun kıymetli şair..bu güzel şiir vesilesiyle asrın muhacirlerini,gönlü okyanusalardan daha geniş olan kudsiler ordusunun neferlerini en azından vefa adına bile olsa anma fırsatı verdiniz ..ebedi selam ve dualarımla...
Mürsel Emre DOĞAN tarafından 6/3/2012 1:44:39 AM zamanında düzenlenmiştir.
Peygamberimizin uyarısıyla: "Bir günlük adalet, altmış yıllık ibadetten daha faziletlidir." * Din Tüccarları uzak olsun Ülkemden. Hakiki Müminlerin sayısı ne kadar?
Bunca adaletsizlik, vurgun, talan, yolsuzluk, rant... Ve her gün hiç sıkılmadan, İslam'dan söz açmak... İman'ı çok eksik kalabalıklar...
Bunca pervasızlık... Muhalefetin olmadığı bir demokrasi(!) Padişahlıktan beter bir erk...
Yorumunuzu okurken düşünceler üst üste yığıldı. Kimileri bugünün yerine dünü ve atiyi yaşar. Kimileri dünü atiyi yaşarken, dünü şereflendirir ve atiye ait güzel hayaller kurar. Biz genelde hayale plan diyen bir gençliğiz ama... Hayallerde çirkinliğe ve kötülüğe yer yok. Daimi güzellik...Planlara çirkinliği ve kötülüğü de eklemek mecburiyeti var. Çirkinliğe kötülüğe karşı durmak da bir hayli vakit alır. Kimi hayalinize ayırdığınız vakitten çok. Bu durum da devamlı olarak hayalleri öteler. Biz tarihsel olarak kendi açımızdan irdelersek belli tarihleri ezberliyor ve ezberlettiriyoruz. M.S. 751, M.S.. 1071, M.S. 1299, M.S.1915 ve M.S. 1923 gibi… H.S.(Hicretten sonra) diyemiyoruz çünkü bizim sözümüz tarihte kalmış. Bu gönül erleri de tarihteki her sözü emir ve ya kanun olan dönemlerimizi yeniden arayışa geçtiler. Buralar Rum diyarıydı,çok tanrılı idi. Halkın teveccühüyle Rum yönetimi 350-400'lü yıllarda Hristiyanlığı kabul etmek ve resmi din olarak ilan etmek zorunda kaldı. 751'den 1071'e gelene kadar Orta Asya'da o günün sosyal yapısında tarihsel bir değişiklik ile İslam ile tanıştı. Bizim mevzuumuzda 751 ile 1071 tarihleri arasındaki konuyla birebir örtüşüyor. Rum diyarına birileri geldi, balkanlara kadar uzandı, sonradan Osmanlı coğrafyası diyebileceğimiz yerlerde kök saldı.Biz bu gelenlere bir başlık altında "alperenler" diyoruz. Belki de ikinci sahabe göçü. İlk sahabe hareketiyle Sasaniler ve Roma yerle yeksan oldu, Kuzey Afrika ve Orta Asya aydınlandı.Bilhassa Orta Asya’da iyiye güzele ilme doğru meyletme süreci hızlandı. Pers’lerin, Sasaniler’in yerini şimdi İran aldı ama o da İslamı ikiye böldü. Kerbela hadisesinin meydana gelmesinde de birileri düğmeye basmıştır veya halkı bilinçlendirmekte o devirde yetersiz kalınmıştır. Neyse Batıl kavuldu ve Hakk davet edildi. Mevlam nasip ederse bu oluşum üçüncü sahabe göçü olma yoluna girdi. Sahabe göçüne fiziksel boyutun ötesinde bakarsak; aynı inanç ve davada birleşen insanların hayalleri üzerine bilinçli ve adım adım yürümesidir diyebiliriz.
Alperenler gelmişti Gönül Erleri gidiyor. Alperenleri yetiştirenlerle Gönül Erlerini yetiştirenler aynı yolun yolcuları ve bu yoldaki kilometre taşları. Hepsinin karşısındaki engel aynı engel. Küçük düşünceler ve menfi duygular ve imandan nasipsizler.
İşimiz leblerle ve kardeşlerimizde demir leblebiyi yiyenler ve yemek isteyenler olmadı değil mi?Çünkü Allah’a iman kolay gibi gözükse de bir demir leblebi. O demir leblebiyi yedikten sonra hazmedenlerin tüm hücrelerinde kabına sığmaz bir hareketlenme başlamış tarihte. Demir leblebiyi yumuşatma vazifesi de kilometre taşlarına verilmiş. Fakat özünde yine demir leblebi.
Benim de elime bir demir leblebi vermişler oynasın diye. Adına Risale, adına Prizma, adına Sohbeti Canan diyorlar. İki-üç dişim kırıldı. Tabibe gitsem ya biraz ilaç verecek ya da uyurken dişlerimi sıkmamak için alet edavat. Bu arada tabibe gitmek de iyi mi olur kötü mü olur benim için bilemem. Aslında her insanın demir leblebisi hazır verilmiş kendisine ama dünyevilik işin içine girince dünyevilikten sıyrılmış dimağların selam vermesine, el uzatmasına muhtaç hale geliyoruz. Ben kendi adıma, o uhrevi dimağlara ve el uzatanlara teşekkürü bir borç biliyorum. İşlerini güçlerini bırakmışlar gazete diyorlar, dergi diyorlar, burs diyorlar. Ne işiniz var gazeteyle, dergiyle, bursla desem, bu milletin maneviyatı bunlarda zehirlediler derler mi? Ve yine panzehiri de bunlardır derler mi? Belki derler. Ya hu kıl namazını, tut orucunu, ver zekatını, sadakanı, güçün yetiyorsa da git bir defa hacca. Rabbimin işini ne zorlaştırıyorsun değil mi? Yok ama öyle değil, galiba onların meselesi beş şarttan öte, Rabbimizin övgüsü ve müjde öte müjdeleri ve rızası… Sadece onlar mı diyesim geliyor beş şarttın yanında daha da öteleri istemek…
Düşünüyorum da biz bu demir leblebiyi kendi ilimizde, yöremizde, memleketimizde yemekten çekiniyoruz. Yemek istemiyoruz. Onlar gidip bu işi gurbette yapıyor. Ne denebilir ki bin defa helal olsun yiğitliklerine.
Kulaktan dolma bir Hoca Efendi vaazında duymuştum galiba. Daha durun diyordu bu millet sizin için ne kitaplar, ne destanlar, ne şiirler yazacak, bu millet sizin değerinizi sonradan anlayacak...Çünkü bu millet vefalıdır. İyiyle kötüyü ayırmayı iyi bilir. Vallah ne yalan diyeyim ben kendi çapımda, kendimce bu Gönül Erlerini anlatmaya başladım kendim bile fark edemeden… Fakat bu işin Sakarya Destanı’nı yazacak Necip Fazıllara ihtiyacı var. Benim yeteneğim o destanı yazacak kapasitede değil ama yine de uğraşa devam. Ya nasip yüz şiirimsiden sonra adam akıllı bir şiir yazarsın belki Dünyevî diyorum. Bu şiirde güne düşecek bir şiir değildi ama oldu. Olmasına vesile olanlara da teşekkür ederim. Çünkü bu Gönüllüler hareketinin uğraşı bir hayli büyük. Bir şekilde çat pat da olsa duyurmalıyız elimizin ulaştığı her yere.
Dostum, dün gittim İstanbul Fuar Merkezine geliş-gidiş yaklaşık 1000 km yoldu ve yaklaşık 300 TL’ye mal oldu 4 kişiye. Gitme niyetim pek yoktu. Nasip oldu diyelim. Evde yatıp televizyon karşısında zamping diyorlar ya ondan yapmak varken İstanbul’un trafiğini çekmeyi kim ister. Zaten İstanbul’un acemisiyiz. Yanlış bir yola girsen kim bilir nereden çıkacaksın. Allah’tan yanlış yola girmedik . Sabah namazanından sonra çıktık yatsı ezanı okumadan geri geldik. Sarıldık mı dersen bir gönül erine..hayır! Oraya girince hemen gözlerin ülke standtlarına gidiyor. Şu ülkenin stanttına, bu ülkenin stanttına derken gerçek gönül erlerini düşünmek dönüş yolunda insanın aklına geliyor. Ya da onlar için ben de bir şeyler yapmalıyım derken.
Acep onlarda seni, beni, onu bekliyorlar mı dersen, mutlaka bekliyor olmalılar. O çocukları ne hayallerle, ne uğraşlarla Türkiye kadar getirdiler. Onlara ülkemiz hakkında, milletimiz halkımız hakkında nice güzel şeyler anlattılar. Düşünsene bir milletimizin onları hüsrana uğrattığını. İlgi yok, alaka yok… Hoş geldiniz demek yok… Allah sizden razı olsun demek yok…
O ülkelere gidenler işlerini en güzel şekilde yapıyorlar. Fakat geride kalanlar, gidemeyenler işlerini de en az onlar kadar iyi yapabiliyorlar mı? O dünyanın barış elçisi o dünyanın sevgi hazinesi çocuklar nerede kalıyor, kim misafir ediyor, kim yediriyor, kim içiriyor, kim gezdiriyor. Kim bu çocuklara ülkemizden güzel bir hatıra kalsın diye uğraşıyor. Bir değil, beş değil binlerce çocuk. Tanıtım afişlerinde 1500 diyor. Bir gün değil, beş gün değil belki bir ay burada kalacaklar. Stantları gezip öğle namazı için mescide geçtik. Abdest almaya giderken o çocuklardan biri de içeri girdi göz göze geldik bana başıyla selam verdi. Stantta gidip hoş geldiniz bir fotoğraf çektirelim demiştim. Öyle öyle bir hayli ülkenin stantını gezmiştik. Benim için belki bütün o gönül erlerinin çilelerinin bütün uğraşlarının meyvesi o tek çocuktu. Belki de o çocuk gibi onlarca,yüzlerce çocuk var ama benim için oydu. Bir başkası için bu başka da olabilir. Turizm için olabilir, Diplomasi için olabilir, kültür için olabilir, Türkçe için olabilir, Spor için olabilir, İş için olabilir, Edebiyat için olabilir, Barış için olabilir, Hafta tatilini değerlendirmek için olabilir, En büyük düşüncelerden en küçük güzel düşüncelere kadar olabilir. Olabilir de olabilir.
Yaptıkları iş çok büyük. Herhangi bir devletin kaldıramayacağı kadar belki de. Allah’tan Türkiye bu yükü kaldırıyor veya kaldırmaya çalışıyor.
Dostum lafı uzatıp değersizleştirdiğim için özür dilerim ve senin namında diğer dostlara ve şiir severlere gün şiiri için vakit ayırıp yorum yazan, tebrik eden, okuyan veya okunmasına vesile olan herkese teşekkür ederim. Selam ve dua ile…
Peygamberimizin uyarısıyla: "Bir günlük adalet, altmış yıllık ibadetten daha faziletlidir." * Din Tüccarları uzak olsun Ülkemden. Hakiki Müminlerin sayısı ne kadar?
Bunca adaletsizlik, vurgun, talan, yolsuzluk, rant... Ve her gün hiç sıkılmadan, İslam'dan söz açmak... İman'ı çok eksik kalabalıklar...
Bunca pervasızlık... Muhalefetin olmadığı bir demokrasi(!) Padişahlıktan beter bir erk...
Yorumunuzu okurken düşünceler üst üste yığıldı. Kimileri bugünün yerine dünü ve atiyi yaşar. Kimileri dünü atiyi yaşarken, dünü şereflendirir ve atiye ait güzel hayaller kurar. Biz genelde hayale plan diyen bir gençliğiz ama... Hayallerde çirkinliğe ve kötülüğe yer yok. Daimi güzellik...Planlara çirkinliği ve kötülüğü de eklemek mecburiyeti var. Çirkinliğe kötülüğe karşı durmak da bir hayli vakit alır. Kimi hayalinize ayırdığınız vakitten çok. Bu durum da devamlı olarak hayalleri öteler. Biz tarihsel olarak kendi açımızdan irdelersek belli tarihleri ezberliyor ve ezberlettiriyoruz. M.S. 751, M.S.. 1071, M.S. 1299, M.S.1915 ve M.S. 1923 gibi… H.S.(Hicretten sonra) diyemiyoruz çünkü bizim sözümüz tarihte kalmış. Bu gönül erleri de tarihteki her sözü emir ve ya kanun olan dönemlerimizi yeniden arayışa geçtiler. Buralar Rum diyarıydı,çok tanrılı idi. Halkın teveccühüyle Rum yönetimi 350-400'lü yıllarda Hristiyanlığı kabul etmek ve resmi din olarak ilan etmek zorunda kaldı. 751'den 1071'e gelene kadar Orta Asya'da o günün sosyal yapısında tarihsel bir değişiklik ile İslam ile tanıştı. Bizim mevzuumuzda 751 ile 1071 tarihleri arasındaki konuyla birebir örtüşüyor. Rum diyarına birileri geldi, balkanlara kadar uzandı, sonradan Osmanlı coğrafyası diyebileceğimiz yerlerde kök saldı.Biz bu gelenlere bir başlık altında "alperenler" diyoruz. Belki de ikinci sahabe göçü. İlk sahabe hareketiyle Sasaniler ve Roma yerle yeksan oldu, Kuzey Afrika ve Orta Asya aydınlandı.Bilhassa Orta Asya’da iyiye güzele ilme doğru meyletme süreci hızlandı. Pers’lerin, Sasaniler’in yerini şimdi İran aldı ama o da İslamı ikiye böldü. Kerbela hadisesinin meydana gelmesinde de birileri düğmeye basmıştır veya halkı bilinçlendirmekte o devirde yetersiz kalınmıştır. Neyse Batıl kavuldu ve Hakk davet edildi. Mevlam nasip ederse bu oluşum üçüncü sahabe göçü olma yoluna girdi. Sahabe göçüne fiziksel boyutun ötesinde bakarsak; aynı inanç ve davada birleşen insanların hayalleri üzerine bilinçli ve adım adım yürümesidir diyebiliriz.
Alperenler gelmişti Gönül Erleri gidiyor. Alperenleri yetiştirenlerle Gönül Erlerini yetiştirenler aynı yolun yolcuları ve bu yoldaki kilometre taşları. Hepsinin karşısındaki engel aynı engel. Küçük düşünceler ve menfi duygular ve imandan nasipsizler.
İşimiz leblerle ve kardeşlerimizde demir leblebiyi yiyenler ve yemek isteyenler olmadı değil mi?Çünkü Allah’a iman kolay gibi gözükse de bir demir leblebi. O demir leblebiyi yedikten sonra hazmedenlerin tüm hücrelerinde kabına sığmaz bir hareketlenme başlamış tarihte. Demir leblebiyi yumuşatma vazifesi de kilometre taşlarına verilmiş. Fakat özünde yine demir leblebi.
Benim de elime bir demir leblebi vermişler oynasın diye. Adına Risale, adına Prizma, adına Sohbeti Canan diyorlar. İki-üç dişim kırıldı. Tabibe gitsem ya biraz ilaç verecek ya da uyurken dişlerimi sıkmamak için alet edavat. Bu arada tabibe gitmek de iyi mi olur kötü mü olur benim için bilemem. Aslında her insanın demir leblebisi hazır verilmiş kendisine ama dünyevilik işin içine girince dünyevilikten sıyrılmış dimağların selam vermesine, el uzatmasına muhtaç hale geliyoruz. Ben kendi adıma, o uhrevi dimağlara ve el uzatanlara teşekkürü bir borç biliyorum. İşlerini güçlerini bırakmışlar gazete diyorlar, dergi diyorlar, burs diyorlar. Ne işiniz var gazeteyle, dergiyle, bursla desem, bu milletin maneviyatı bunlarda zehirlediler derler mi? Ve yine panzehiri de bunlardır derler mi? Belki derler. Ya hu kıl namazını, tut orucunu, ver zekatını, sadakanı, güçün yetiyorsa da git bir defa hacca. Rabbimin işini ne zorlaştırıyorsun değil mi? Yok ama öyle değil, galiba onların meselesi beş şarttan öte, Rabbimizin övgüsü ve müjde öte müjdeleri ve rızası… Sadece onlar mı diyesim geliyor beş şarttın yanında daha da öteleri istemek…
Düşünüyorum da biz bu demir leblebiyi kendi ilimizde, yöremizde, memleketimizde yemekten çekiniyoruz. Yemek istemiyoruz. Onlar gidip bu işi gurbette yapıyor. Ne denebilir ki bin defa helal olsun yiğitliklerine.
Kulaktan dolma bir Hoca Efendi vaazında duymuştum galiba. Daha durun diyordu bu millet sizin için ne kitaplar, ne destanlar, ne şiirler yazacak, bu millet sizin değerinizi sonradan anlayacak...Çünkü bu millet vefalıdır. İyiyle kötüyü ayırmayı iyi bilir. Vallah ne yalan diyeyim ben kendi çapımda, kendimce bu Gönül Erlerini anlatmaya başladım kendim bile fark edemeden… Fakat bu işin Sakarya Destanı’nı yazacak Necip Fazıllara ihtiyacı var. Benim yeteneğim o destanı yazacak kapasitede değil ama yine de uğraşa devam. Ya nasip yüz şiirimsiden sonra adam akıllı bir şiir yazarsın belki Dünyevî diyorum. Bu şiirde güne düşecek bir şiir değildi ama oldu. Olmasına vesile olanlara da teşekkür ederim. Çünkü bu Gönüllüler hareketinin uğraşı bir hayli büyük. Bir şekilde çat pat da olsa duyurmalıyız elimizin ulaştığı her yere.
Dostum, dün gittim İstanbul Fuar Merkezine geliş-gidiş yaklaşık 1000 km yoldu ve yaklaşık 300 TL’ye mal oldu 4 kişiye. Gitme niyetim pek yoktu. Nasip oldu diyelim. Evde yatıp televizyon karşısında zamping diyorlar ya ondan yapmak varken İstanbul’un trafiğini çekmeyi kim ister. Zaten İstanbul’un acemisiyiz. Yanlış bir yola girsen kim bilir nereden çıkacaksın. Allah’tan yanlış yola girmedik . Sabah namazanından sonra çıktık yatsı ezanı okumadan geri geldik. Sarıldık mı dersen bir gönül erine..hayır! Oraya girince hemen gözlerin ülke standtlarına gidiyor. Şu ülkenin stanttına, bu ülkenin stanttına derken gerçek gönül erlerini düşünmek dönüş yolunda insanın aklına geliyor. Ya da onlar için ben de bir şeyler yapmalıyım derken.
Acep onlarda seni, beni, onu bekliyorlar mı dersen, mutlaka bekliyor olmalılar. O çocukları ne hayallerle, ne uğraşlarla Türkiye kadar getirdiler. Onlara ülkemiz hakkında, milletimiz halkımız hakkında nice güzel şeyler anlattılar. Düşünsene bir milletimizin onları hüsrana uğrattığını. İlgi yok, alaka yok… Hoş geldiniz demek yok… Allah sizden razı olsun demek yok…
O ülkelere gidenler işlerini en güzel şekilde yapıyorlar. Fakat geride kalanlar, gidemeyenler işlerini de en az onlar kadar iyi yapabiliyorlar mı? O dünyanın barış elçisi o dünyanın sevgi hazinesi çocuklar nerede kalıyor, kim misafir ediyor, kim yediriyor, kim içiriyor, kim gezdiriyor. Kim bu çocuklara ülkemizden güzel bir hatıra kalsın diye uğraşıyor. Bir değil, beş değil binlerce çocuk. Tanıtım afişlerinde 1500 diyor. Bir gün değil, beş gün değil belki bir ay burada kalacaklar. Stantları gezip öğle namazı için mescide geçtik. Abdest almaya giderken o çocuklardan biri de içeri girdi göz göze geldik bana başıyla selam verdi. Stantta gidip hoş geldiniz bir fotoğraf çektirelim demiştim. Öyle öyle bir hayli ülkenin stantını gezmiştik. Benim için belki bütün o gönül erlerinin çilelerinin bütün uğraşlarının meyvesi o tek çocuktu. Belki de o çocuk gibi onlarca,yüzlerce çocuk var ama benim için oydu. Bir başkası için bu başka da olabilir. Turizm için olabilir, Diplomasi için olabilir, kültür için olabilir, Türkçe için olabilir, Spor için olabilir, İş için olabilir, Edebiyat için olabilir, Barış için olabilir, Hafta tatilini değerlendirmek için olabilir, En büyük düşüncelerden en küçük güzel düşüncelere kadar olabilir. Olabilir de olabilir.
Yaptıkları iş çok büyük. Herhangi bir devletin kaldıramayacağı kadar belki de. Allah’tan Türkiye bu yükü kaldırıyor veya kaldırmaya çalışıyor.
Dostum lafı uzatıp değersizleştirdiğim için özür dilerim ve senin namında diğer dostlara ve şiir severlere gün şiiri için vakit ayırıp yorum yazan, tebrik eden, okuyan veya okunmasına vesile olan herkese teşekkür ederim. Selam ve dua ile…
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.