11
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
3149
Okunma

Kısacık bir şort ile, Çanakkaleʼmi gezme!
Yatan şu ,,şühedâmıˮ Allah aşkına üzme!
Düşmana çiğnetmedi ,,ırzıˮ burada yatan
Minicik bir etekle gezmekten biraz utan!
,,Sâhil meyhâneleriˮ hiç susmuyor ezânda
Ey hayâsız! Şehidler, yatıyor tam hizanda
İnsan bu kadar arsız, akılsız olmaz yâ Rab
,,Kutsal kanınˮ aktığı yere dükülmez şarâb
Bir informasyon yeri açmış sâhile yakın
Orada çalışan kız ne diyor dostlar bakın
-,,Bizim rehberler size hiç anlatmaz hurâfe ˮ
-,,Tarif olmaz be kuzum! Benim gibi ârifeˮ
Herşey hurâfe diyor, rehber denen dangalak
Çünkü ,,dineˮ düşmandır, kafandaki kozalak
Çanakkale Savaşıʼm, imanın destânıdır
Hurâfelerin değil, ,,hakkınˮ gülistânıdır
Olağanüstü şeyler, yaşandı şehîd, şâhid
İnanmıyor onlara, senin gibi bir mülhid
Dinliyorum rehberi, diyor ki bunlar saçma!
Derede göstereyim ben gerçeği dur kaçma
Dine çatıyor yavşak, şühedânın üstünden
Şüphe ediyorum ben emdiğin o sütünden
,,Laikˮ değilim, olmam, olmayacağım katʼa
Bu yatan şühedâmız, müslüman öldü nokta
Şehîdlikte ne işi, var ideolojinin?
Açık belirtisidir Allahʼa alerjinin
Anlattğınız tek adam, biraz da coğrafya var
Sağda koca bir kaya, solda da bir tabya var
Şehîdin kulağını, çınlat birazcık rehber!
Bastığın bu topraklar ruhlarına bir makber
Keçi gibi dolaşma, anlat bize destanı!
Üzme arzın altında, kalbi hâlâ atanı!
Deme Allah yolunda, öldürülene emvât!
Onlar canlıdır canlı, şuursuz câhil evlât
Koyun dahi basmadı şehîdin mezarına
Bu garib hâl ilişmiş, çobanın nazarına
Açıp bakıyorlar ki bir şehid elde tüfek
Bu bir hurâfe değil, canlı tarihî gerçek
Bir kara koyun kadar şehîdine saygın yok
Şarkışla Pazarıʼnda, senin gibi koyun çok
Tarihimi çarpıtma, inan fena çarparım
Çağıldaklı koyunu işte böyle kırparım
Doğruyu anlat rehber, kalemimi kızdırma!
Ucundan kezzab gibi mürekkebi sızdırma!
S / ÂYE (19:04) 18 Mart 2012 / Wuppertal / Almanya
Kelime:
emvât: ölüler
makber: mezar
hak: gerçek
mülhid: inanmayan
pür pâyimâl: tamamen ayak altında ezmek.
serdâr: komutan
Not:
Çanakkaleʼyi gezmeye gittiğimde bunları yaşamıştım. Tahmin ediyorum şiirin anlamı açık.
Rehberler özellikle seçilmiş. Anlattıklar kaç tane mermi, kaç asker ölmüş bu kadar. Bu savaşta yaşanmış olağanüstü şeylere hurafe diyor. Ben şahsen hayal kırıklığa uğradım. Orada yaşayan insanların daha çok duyarlı olacağını sanıyordum. Sahilde çay içerken, ezan okunmaya başladı. Müzikler sonuna kadar açık. Bir bayan gidip uyardı, müziği kapatın diye. Bir de rehberler ,,tek birˮ insanı anlatır. Ya biraz da şehidlerin hakkını verin kardeşim
Savşata bir ilke vardır:
Zâfer nefere mağlûbiyet serdâra mal edilir
Komutanın ,,kibriˮ böyle tam pâyimâl edilir
Hele o karşı sahil; tamamen çöp, pislik ve pet şişeleriyle dolu.
Not: (Okurken, burada ,,ahyaun’ olarak okudum vurgu ıcın, ,,ahyauvve’ demedım: tecvıd bakımından dogrusu ,,ahyauvve’ dir)
Okuduğum ayetin meali:
وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِن لاَّ تَشْعُرُونَ
Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz hissedemezsiniz. (Bakara 154) Bu ayet-i kerime, şehitlere “ölü” dememizi yasaklamakta ve onların ölü olmadıklarını beyan buyurmaktadır. Begavi, Hazin ve Ruhu’l Beyan tefsirlerinin beyanına göre, bu ayet-i kerime Bedir şehitleri hakkında nazil olmuştur ki, onlar on dört kişi idi.
İnsanlar, Allah-u Teâlâ’nın yolunda öldürülenler için: “Filanca öldü, dünyanın lezzeti ve nimeti ondan geçti.” derlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayet-i celileyi indirerek, onların hakiki manada diri olduklarını ve ölü olmadıklarını açıkladı.
Şehitlerin ölü olmayıp diri olduğu hakikati Al-i İmran suresinde de şöyle beyan buyrulmaktadır: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler zannetmeyin! Bilakis onlar diridirler; Rab’leri katında rızıklanırlar. Allah’ın fazlından verdiği nimetlerle mutludurlar. Ayrıca, henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiç bir korku ve keder bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen bir nimet ve keremin müjdesi ile sevinirler. Muhakkak ki Allah-u Teâlâ müminlerin ecrini zayi etmez.” (Al-i İmran 169-171)
Ancak bu diriliğin mahiyeti hususunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Âlimlerin ekserisi, “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz hissedemezsiniz.” ayetini delil getirerek şöyle demişlerdir: “Şehitler hem ruh hem de cesetle diridir, ancak biz bunun mahiyetini bilemeyiz.”
Bu makamda, Bediüzzaman Hazretleri’nin şu güzel izahını sadeleştirerek naklediyoruz: “Dördüncü tabaka-i hayat: Şehitlerin hayatıdır. Kur’an’ın hükmüyle, şehitlerin diğer kabir ehlinin üstünde bir hayat tabakaları vardır. Evet, şehitler dünya hayatlarını hak yolda feda ettikleri için, Cenab-ı Hak kemâl-i kereminden onlara dünya hayatına benzeyen fakat kedersiz ve zahmetsiz bir hayatı, berzah âlemi denilen kabir hayatında ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız, kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, tam bir saadetle lezzet alıyorlar, ölümdeki ayrılığın acısını hissetmiyorlar.
Diğer kabir ehlinin her ne kadar ruhları bakidir; fakat onlar kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet şehitlerin lezzetine yetişemez. Nasıl ki iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir, aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. ‘Ben uyansam şu lezzet kaçacak.’ diye düşünür. Diğeri ise rüyada olduğunu bilmiyor; hakiki bir lezzet ile saadete mazhar olur.
İşte, berzah âlemindeki diğer ölüler ile şehitlerin hayatı arasında böyle bir fark vardır. Şehitler öldüklerini bilmedikleri için, o âlemden tam lezzet alırlar. Ehl-i imanın diğer ölüleri ise öldüklerinin ve âlem-i berzahta olduklarının farkındadırlar. Bu sebeple aldıkları lezzet, şehitlerin lezzetine yetişememektedir.
Hadsiz vakıalarla ve rivayetlerle, şehitlerin bu hayat tarzına mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve katidir. Hatta şehitlerin efendisi olan Hazret-i Hamza (r.a.) mükerrer vakıalarla, kendisine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıalar, bu tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Hatta ben kendim, Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehit olduktan sonra, üç aylık bir mesafede esir olduğum bir zaman, defnedildiği yeri bilmediğim hâlde, bence bir rüya-yı sadıkada, tahte’l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şehitlerin tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor, fakat Rus’un istilâsından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış.
İşte bu cüz’i rüya, bazı şartlar ve emarelerle, şehitlerin ölmediklerine ve onların diri olduklarına bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.” (1. Mektup)
Şehitlik hakkındaki şu hadis-i şerifler de şehitliğin ne yüce bir makam olduğunu haber vermektedir:
Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet etti. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez; sadece şehid müstesna! Şehid, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister.” (Müslim: 1877)
5.0
100% (9)