Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
S / ÂYE
S / ÂYE

RUZBİHÂN İLE GÜLDEHÂN

Yorum

RUZBİHÂN İLE GÜLDEHÂN

( 4 kişi )

3

Yorum

1

Beğeni

5,0

Puan

2587

Okunma

RUZBİHÂN İLE GÜLDEHÂN

RUZBİHÂN İLE GÜLDEHÂN

(Sadece taslaktır ve kaybolmasın diye konulmuştur. Bir projeydi yarım kaldı. 2010’nun Haziran ve Temmuzunda yazılmıştır)

Ben diyârlar dolaşan bir seyyâhım
Nice aşklara şâhid ve âgâhım

Bir gece yolum düştü Câbilka’ya
Şöhreti yayılmış çoktan dünyaya

Sekiz kapısı vardı bu diyârın
Suyu kevser suyu idi nehârın

Gülzârı rengârenk idi bahârın
Râyihası reyhân idi ezhârın

Yere değerdi dalları eşcârın
Ağırlığından sulu sulu bârın

Bir padişâh yaşardı bu ülkede
Zaman geçirirdi bazen tekkede

Bazen de medresede ulemayla
Pek ilgilenmezdi fâni dünyayla

Her gece onun saçını okşardı
Dudaklarından bûseler taşardı

Kızını çok seviyordu padişâh
Hatırını soruyordu her sabah

Cemâli bütün dillerde destândı
Kızıl saçları da bir gülistândı

Sarayın da hoş bir gülzârı vardı
Yeşim taşlarından duvarı vardı

Güllerle ilgilenen Ruzbihân’dı
Yetimâne büyümüş bir bağbândı

Bağbân, bahçedeki bir gülü budar
Kesilen budaklarından, gül kanar

Dibinde sararıp kurur yapraklar
Onlara bakıp bakıp gül de ağlar

Dün gazellerini topladı bağbân
Kaldırıp attı bahçe duvarından

Yemedi onları geçen gazeller
Çörüyüp türâb oldu o güzeller

Türâb âşıktı o güle yaprakken
Aşkı da dönmedi küle hâkken

Tek hayâli ona dönmekti bir gün
Filizlenmesiydi ondan bir sürgün

Bağbânın bir dostu vardı köşede
Çanak çömlek yapardı kârhânede

Yaptığı testiye türâbı bazen
Alırdı dostunun baçesinden

Duvarın yanından geçerken usta
Bulmuştu aradığını en sonunda

Dolduruldu türâb ince torbaya
Katlanmalıydı gülden cüdâya

Omuzladı torbayı mâhir usta
Türâb da sandı ki bir kâbusta

Getirip türâbı koydu destgâha
Çektikleri değerdi bir nigâha

Evvala, yoğurdu onu bir suyla
Su karıştı türâbın hoş bûsuyla

Çarkta döndü ellerin arasında
Mestlik vardı hazîn simâsında

Mütemâdi dönüp durdu destgâhta
Mevlâna’yı hatırladı dergâhta

Aşkın özünde mahfî bir dönmek var
Testiye, mecnûna yada ölmek var

Şekilden şekle girdi Âdem gibi
İki parmak arasında şem gibi

Bunca cefâ güle avdet içindi
Bazen bahtiyâr bazen de enîndi

Hayâl kurdu mecburâne dönerken
Mevlâna gibi mestâne dönerken

Usta, bir güldân yapınca o türâptan
Kurtuldum sandı, bir ân ızdırâptan

Fırını yaktı usta, ateş kızgın
Nâr konuştu: Budur işte yazgın!

Onu yavaşça soktu yanan fırına
Bir altı ekledi derecenin sıfırına

Yandı hemde ne yandı, ateş şâhit
Kül olduğunu sandı her müşâhit

Nemi buhâr oldu yanan fırında
Rengi al al oldu nârın hârında

Çıkardı onu fırından ustası
Bitmişti artık çektiği cefâsı

Götürüp astı testinin yanına
Yarın onu satmak için kârına

Testiyle arkadaş olmuştu güldân
Anlattı tek tek geçeni başından

Gülün güzelliğini anlattı her gün
Yoksa nasıl geçerdi ki bu sürgün

Ansızın kuvvetli bir rüzgâr esti
Nerdeyse yere düşecekti testi

Güldân dönmeseydi ona yüzünü
Toplardı usta yerden her cüzünü

Teşekkür etti testi tek dostuna
And içti bunu unutmayacağına


Birgün âşık olur sarayın bağbânı
Cânânı da pâdişâhın Güldehân’ı

Her sabah dolaşırdı gülzârını
Bir gülden alamadı nazârını

Onu gördü âşık bağbân camdan
Hemen makası alıp indi bâmdan

Güldehân’ına yaklaştı usulca
Elinde tutarten bir sarı gonca

Kesmek istedi beğendiği gülü
Güldehân hâyır dedi çekip tülü

O gül, güldânın vurulduğu gül
Dünyada o çok üzüldü; az gül

Bir bülbül vardı o güle vâbeste
Öyle bir sesi vardı ki berceste

Bir saat öterdi tek bir nefeste
Sesi duyulurdu tâ Everest’e

Yaralı gönlü ağyârdan vâreste
Sadece güle ezelden dilbeste

Karşılıksız bir sevdaya giriftâr
Zira semâda hep mestâne uçar

Gözleri azâb-ı firâktan giryân
Ciğergâhı da ateş-i aşktan biryân

Öttü de gül anlamadı aşkını
Sevemedi bu şeydâ şaşkını

Sonbahar yaklaşır, yapraklar düşer
Bülbülün gözleri giryândan şişer

Çünkü o gül solmaktadır gülzârda
Dil-i bülbül yanmaktadır bir nârda

Güldehân üzüldü gülün hâline
Bir fikir geldi bağbânın bâline

Çömlekçiye gitti ertesi sabah
Daha parlıyordu gökteki mâh

Çömlekçi, yeni yaptığı güldânı
Verdi sevindirmek için bağbânı

Veda edip ayrıldı kârhâneden
Bir şeyler fısıldayıp bahâneden

Bahçedeki gülün yanına vardı
Onu toprağından söküp çıkardı

Gülü, köküyle o güldâna koydu
Bülbül bunu kanaryadan duydu

Türâb mesrûrdu gülüne vuslattan
Bitâb düşmüştü kadere şekvâdan

Gülün güldâna aşkı numâyandı
Aşktan dökülen eşki de ayândı

Yaprağındaki katreler gözyaşı
Konsaydı altına, delerdi taşı

Dönüp durdu havada felek gibi
Gözleri giryândan da çilek gibi

Bir ana kuş gibi çırpınıp durdu
Bir dala başını dayayıp oturdu

Âh-u figân etti aşktan gülzârda
Kanlar kustu kimi zaman neyzârda

Bağbân güldânını alıp yürüdü
Bülbülü hüzün ile gam bürüdü

Sarayın kapısına vardı bağbân
Bülbül son kez baktı güle uzaktan

Sarayın kapısına kadar uçtu
Zira saraya girmek bir suçtu

Geri dönüp kuru bir dala kondu
Bu hazîn hicrân ona çok dokundu

Güldehân’ı arayıp buldu bağbân
Yüzünde de kırmızı bir helecân

Bu gülü sana getirdim Güldehân!
Gönlümde de elîm bir aşk pinhân

Duysun istemem sevdamı cihân
Aşkından şu gönlüm bin perişân

Güldehân susar, âdeta lâl olur
Gönlü kâh bahtiyâr kâh melâl olur

Bağbân melul melul baktı didâra
Baktıkça büyüdü gönüldeki yara

Güldehân umut vermedi bağbâna
Hayıra remizdi gözlerindeki mana

Bağbân izin alıp çıktı saraydan
Ona nasib yoktu aşktaki paydan

Güldehân odaya koydu güldânı
Gülle geçiyordu bütün zamânı

Arkadaşı olmuştu yalnızlıkta
Onunla konuşurdu karanlıkta

Sıcak hücrede gül tekrar canlandı
Solgun yüzü misâl-i nar kanlandı

Bir gül sermedî muhtaçtır suya
Ona vâsılı için su da bir sebûya

Güldehân emir verdi Ruzbihân’a
Gitmesi için çömlekçi dostuna

Ruzbihân satın aldı bir sebûyu
Dışı çirkin ve de içi kopkoyu

Bu testi güldânın eski dostuydu
Huyu sahiden habîs bir sebûydu

Güldehân’ın odasına konuldu
İçine de biraz su dolduruldu

Güldehân akşam dönünce saraya
Uzaktan şöyle bir baktı sebûya

Varıp güle su döktü damla damla
Sebû da doluydu arzu ve kâmla

O esnâda onu tanıdı güldân
Selamladı onu oldukca cândan

Güldânın yanına konuldu sebû
Onu mest ediyordu güldeki bû

Âşık olduğu hâlinden âşıkârdı
Sebûnun aşkına gül bir şikârdı

Güldân anlamadı onun aşkını
Ki o mest-i aşkın bihûş şaşkını

Gül anlatamadı bunu Güldâna
Yıkamadı güvenini dostuna

Gece güldân dalmışken uykusuna
Sebû mağlûb oldu gülün bûsuna

Öpmek istedi onu habersizce
Gül de boynunu çekti sessizce

Sebû dostunu kötüledi güle
Güya aşkını getiriyordu dile

Gül emindi güldân ona dilbahte
Sebûnun anî sevdası da sahte



Her gece bülbül öterdi pencerede
Bakmadı gül, yüzüne bir kere de

Bülbül âşiyânsız ve bînevâdır
Fakat aşkı uğruna bîpervâdır

Çoğu gece orada sabahladı
Cama vura vura dertten ahladı

Kış geldi, yine ayrılmadı camdan
Gelip konardı pervaza akşamdan

Kabaran tüyleri dondu soğuktan
Gözyaşları da farksızdı boncuktan

Gül, güldânı görüyordu sadece
Sarmaş dolaştılar gündüz gece

Sebû hep kıskanıyordu güldânı
Bekliyordu hep uygun bir zamânı

Gönlünü çalmak için nazlı gülün
Hileler düşündü güldâna her gün



Güldehân çıkmıyordu gülzârına
Kırgındı babasının azârına

Akşam üsümüstü yağan karlarda
Ayak yalın dolaşmıştı odalarda

Hastalanmıştı bu yüzden bedeni
Bu idi dünkü azarın nedeni

Güldehânı sordu bâğbân tabîbinden
Güzel haberler aldı habîbinden

Kaynattırmış ıhlamur ve zencefil
Ve koydurmuş alnına ıslak mendil

Gönlü sukûnet bulmuştu bâğbânın
Akması durmuştu çesm-i giryânın

Uyumadı sönmeden yârin şamdânı
Düşünüp durdu nârin Güldehân’ı



Bülbül kışı geçirdi pervazlarda
Bir nigâhı muntazırdı ayazlarda

Zaten yanıyordu aşk ateşinden
Karlar eriyordu aşk güneşinden

Sebû da güle delice meftûndu
Gülün cemâli ve bûsu efsundu

Sebûnun tek muradı kâm almaktı
Ve dostundan da intikâm almaktı

Çünkü fem-i sebû hafifce yamuktu
Bu yüzden ustasına biraz buruktu

Güldânı süslemişti nakışlarla
Donatmıştı onu kıymetli taşlarla

Onun cemâline vurgundu sebû
Bilmiyordu ondaki gerçek hûbu

Güldânın dışı nakıştı rengârenk
İçi de cennet bahçelerine denk

Sebû güzellikte zâhirperestti
Fâni cemâle âşık ve sermestti

Sîretin sûrete tesîri bâriz
Sûretin sîrete tesîri ârız

Sîretin kemâli ahlâkın eseri
Sûretin cemâli Hakk’ın eseri

Bilseydi bu hakikatı sebû!
İçinde arardı hakîki hûbu

Bir gece sebû fısıldadı güle
İlk önce almadı gül onu kâle

Ey gül! gülşen-i cihânda yektâsın
Cennet güllerine katî hemtâsın

Aşkım âşikârdır sana, nâleyim
Etrafında da mâh gibi hâleyim

Nâliş-i hasrette müstağrâk oldum
Âteş-i aşkından çâkâçâk oldum

Çirkin olduğum için hep enînim
Sen de sevmeyeceksin eminim

Beni lâyık görmezsin cemâline
Değişmezsin beni, şu helâline

Gül cevap verdi, bîhûş sebûya
Değer veririm hûbtan çok huya

Güldânım, bilirsin ki, pâkderûndur
Ki o, sana güvenen can dostundur

Aşkım, gönlün zemin-i pâkindedir
Köküm onun harîm-i hâkindedir

Özümüz bir ve aynı cevherdeniz
Ben bir katreyimdir o da bir deniz

O bedendir, ben üflenmiş bir ruhum
O topraktır, bense atılmış bir tohum

Aşkım fıtratımın muktezâsıdır
Gözleri de ruhumun fezâsıdır

Ona ihânet, sermedî hüsrândır
Onsuz hayat da ebedî hicrândır

Karardı birden sebûnun âfâkı
Karardı kinden zebûnun amakı

Yine yırtamadı perde-i esrârı
Mütemâdi kaldı cemâle ısrârı

Artık gelmişti bitâb gülün hâbı
Susamıştı, kemyâb olunca âbı

Sebûdan bir damla su umdu
O da gözünü uyur gibi yumdu

Gül öfkeyle sebûyu azarladı
Gönlündeki kin ateşi parladı

Hani bana divâne dilbesteydin
Ve bana câvidâne vâbesteydin

Bilemedin gerçek aşkı ey bihûş!
Senin aşkının kıymeti beş kuruş

Aşk pazarında olmaz hiçbir müşterin
Zira sende kıymetli mal kemterin

Değişmezdin beni bir damla suya
Gerçekten sevseydin, inat o huya

Aşkın özünde yâre benzemek var
Benliğini pâre pâre ezmek var

Cânânı cânına tercih vâciptir
Terk-i cân ile terk-i cihân mûciptir

Yak hodbîn nefsini aşk âteşinde
Perestişâne gitme zevk peşinde

Aşk çiçeği hep gönüllerde açar
Kokusunu da gerdanlarda saçar

Kokladığın koku ruhumun bûsu
Ve hışırdamam da zikrimin hûsu

Peygamberin rayihâsı gül özü
Didârı da meblûl bülbül gözü

Kalbi pâk olanın bûsu dilgoşâ
Nâ-pâk olanın da çabası boşa

Güzel kokmak için nazlı cânâna
Hoş ıtırlar sürsen de her yanına

Boşadır onu teshir etmek için
Zira nahoş kokuyor habîs için

Eğer olsaydın özünde pâkrevân
Âb-ı kevser olurdu senden revân



Penceresine baktı kalbi buruk
Katreler de kirpiklerinde donuk

Zîr-i çesmi de her sabah mor
Âteş-i hicrânına dayanmak zor

Ağladı çogu gece nevmîdâne
Kanla doldu elindeki peymâne

Gözünde geceler kızgın katrân
Cânda nigâh-ı gazâb bin lerzân

Ruhu, dâima aşkın teshîrinde
Yalvardı her gecenin âhîrinde

Vuslat olsun bu aşkın sonu Yarab!
Ondan sonra kıl beni bir avuç türâb

Bu aşkın pençesinde biçâreyim
Sana muhtâç âşık bir âvereyim

Elem-i firâktan müptelay-ı gamım
Hâlimden bîhaber, çeşm-i siyâhım

O, uyurken kuş tüyü yatağında
Çırpınıyorum ben gam batağında

Bana geceler neden böyle yeldâ?
Saçlarım ağardı, yâr hâlen meldâ

Mecnun’a aşkta gerçek vârisim
Hallac’a enel-hakta tek vârisim



Kış bitti nevbahâr geldi dağlara
Bir hayat gelmişti virân bağlara

Tohumlar toprağın bağrında medfûn
Gül nüveleri de birer dürr-ül meknûn

Gülzârda güller hâlen şikûfe
Bağbânın sırtında da bir küfe

Dolaştı dikmek için gül fidânı
Biraz da görmek için Güldehân’ı

Kar suyuyla çamur olmuştu zemin
Güldehân bahçeye çıkmıştı demin

Ayağı çamura battı diz boyu
Ayaklarını da ıslattı kar suyu

Bağbân’dan kerhen istimdâd etti
Âşık civânı, bu cerhen dilşâd etti

Biraz da olsa gamdan âzâd etti
Harâbe dünyasını âbâd etti

Gelip elinden tuttu Güldehân’ın
Ebedî sürsün istedi bu ânın

Kapılıp tesîrine heyacânın
Elini sımsıkı tuttu goncanın

Cânândan gelen mûcib-i ricânın
İcrâsına koşması vâcibtir cânın

Ellerinden tutunca meftûn civân
Sustu gönlündeki nağme-i hicrân

Elleri kuş tüyü gibi yumuşaktı
Tutarken gözlerinde istiğraktı

Her zerresi aşkla deverân eder
Âlem-i ervâh bunu seyrân eder

Güldehân’ını çıkardı çamurdan
Gözleri de parlıyordu sururdan



Bir gece penceresi açık kaldı
Kuvvetli bir rüzgâr içeri daldı

Perdeler havalandı bulut gibi
Odayı dolandı bir hayâlet gibi

Güldân yere düştü tam o esnada
Bir gürültü yankılandı odada

Geldehân uyandı elinde bir ışık
Korkudan da el ayağı dolaşık

Baktı ki gül ile güldân yerlerde
Güldân kırılmış döşeli mermerde

Sabah, yeri temizledi câriye
Güldândan iz kalmadı geriye

Götürüp onu attılar çöplüge
Ağlayarak baktı karanlık göğe

Kavuştum derken güle, yine cüdâ
Böyle takdir etmiş dese de Hüdâ

Gamlandı, hüzünlendi ve ağladı
Her yerini kara yosunlar bağladı

Gülü başka bir güldâna diktiler
Kırılan dallarını da kestiler

Dalları çöplükte görünce güldân
Dolanıp onlara ağladı bir yandan



Hindistan’ın gencecik kralı Mugân
Çok zengin ve yakışıklı bir civân

Birgün ziyâret etti padişâhı
Tazimle tebcil gördü âlî câhı

Padişâhın tek dostuydu baba
Bu dostluğu sürdürmekti çabası

Babası birden ölünce Muğân’ın
Yönetimi ona kaldı Hindistân’ın

Hediyelerle geldi padişâha
Değerde de herbiri bin pâha

Sohbet ettiler leyâl-i yeldâda
Kahkahalar yankılandı odada

Yâd ettiler Muğân’ın babasını
Bazen beraber tuttular yasını

Sabah olunca çıktılar gülzâra
Muğân’ın hoşuna gitti manzara

Gülzârda nazlı Güldehân da vardı
Adeta yeni gelmiş nevbahârdı

Muğân’ı etkiledi nazlı reftârı
Yanından geçerken rüzgârı

Körükledi hâmuş aşk âteşini
Gözleri bırakmadı hiç peşini

Bağbân görmüştü onun bakışını
Meyusâna eğdi dertli başını

Kararmıştı masmavi âsumânı
Artık yoktu gül dikmeye dermânı

Gayrı kalmamıştı hiç bir gümânı
Elden gittiğine nâzenîn cânânı

O, bir bağbândı şu fâni cihânda
Bir fincânı da yoktu bu meyânda

Hiçbir şeyi olmayan bir sefîldi
Her şeyine de padişâh kefîldi

Yattığı yer bir köpek kulübesi
Hep yama idi giydiği cübbesi

Muğân’ın sarayı da Tâcmahal’dir
Onun benzerini bulmak muhâldir

Kendi kendine düşündü Ruzbihân
Bir saraya gidecek dedi Güldehân

Düşündü biran kâh bedbîn kâh nikbîn
Kâh vuslattan emîn kâh hüzne rehîn

Güldehân kalbini Muğân’a verdi
Çünkü o, cihânı cânânına serdi

Ruzbihân’sa zâhiren binevâdır
İçi, altınla müzeyyen semâdır

Karşılıksız bir sevdaya giriftâr
Kısacası kara sevdaya düçâr

Kalbinde feryâd-ı mehîbin sadâsı
Yaklaştıkça arttı yârdan vedâsı

Kalbi hüzünlerin gizli mahzeni
Görmedim öylesi dertli gezeni

Muğân derdini padişâha açtı
Güldehân’sa derdine tek ilaçtı

Evlenmek istediğini söyledi
Buna padişâhtan rıza diledi

Padişâhtaki şirin beşâretler
Rızâsına tasdikî işâretler

Akşam kızıyla konuştu padişâh
Surura dönüştü gönlündeki râh

Babasının sorusuna Güldehân
Sukûtuyla cevâb verdi hemân

Onun da beklediği izdivâçtı
Bu sebeple ona kalbini açtı

Güldehân Muğân’la çıktı gülzâra
Ruzbihân görünce çöktü kenara

Ve başladı ağlamaya kederden
Habersizdi yâri eşk-i hederden

Bahçesinde dolaşırken Güldehân
Tâcını kaybettiğini duydu bağbân

Bahçeyi aradılar gündüz gece
Yine de çözülmedi bu bilmece

Hırsız dediler yetim Ruzbihân’a
Attılar kapkaranlık bir zindâna

Şimdi garibin akıbeti meçhul
Zindân hakîki âşıka bir okul

Zindân gerçek âşıkların dergâhı
Ordan geçer onların güzergâhı

Kara zindân medresedir Yûsuf’a
Aşkın muridi bürünür hırka-i sûfa

Ruzbihân çileler çekti zindânda
İyice zayıflamıştı son zamânda

Kahroldu atılan o iftirâdan
Farksızdı hâli tutuşan çırâdan

Ona vurdular hırsız yaftasını
Duvarlara vurdu hep kafasını

Güldehân ziyarete geldi onu
Sitem doluydu ince ses tonu

Ruzbihân utandı, al yanak oldu
Ârindan kalbi de çâkaçâk oldu

Çalmadım dediyse de inanmadı
Ruzbihân adını da, hiiiç anmadı

Ölüm cezası verildi divânda
İlan edildi bu emir her yanda

Cinândan sicine düştü o civân
Suçlu bulup zapta düştü divân

Onun hâlini anlayan bülbüldü
Ona bakıp bakıp içten üzüldü

Her gece konardı penceresine
Bazen de zindânın şeceresine

Bülbül öttükçe kuru dallar sustu
Şeb-i yeldâda hezayânlar kustu

Ruzbihân ağladı, bülbül dinledi
Bülbül ağladı, Ruzbihân inledi

Zindânda o, bir nâş-ı perişândır
Aşk için mahkumiyyet âlî şândır

Pencereden baktı gökteki mâha
Başladı dua etmeye Allah’a

Cânını bu rûh-i zebûnun kabzet!
Almaz oldum hayattan bir lezzet

Âfakımı sarmış gam bulutları
Kırıldı neçâre cam umutları

Cânân bîvefâ, cefâ da bin defa
Cân bînevâ, sefâda da bin cefa

Diye yakındı Ruzbihân içinden
Hiç düşmedi Güldehân dilinden



Bir hafta sonra duydu ki Ruzbihân
Muğân’la evleniyormuş Güldehân

Mecnûn misâli bir cünûna döndü
Son ümidi de bir hüsrâna döndü

Figânı duvarlarda aks-i seda
Dünyaya da demeden elveda

Aşkını haykıracaktı âleme
Güldehân çıkacaktı son kelime

Düğün günü gelip çattı sarayda
Rakkâslar da vardı gelen alayda

Herkes eğlendi düğün gecesinde
Raksedildi sarayın behçesinde

Ruzbihân duyunca terâneleri
Düştü gözyaşlarının tâneleri

Nazlı Güldehân beyâzlar içinde
Gamlı Ruzbihân avâzlar içinde

Enîndi Mevlâna’nın neyi gibi
Gözleri de giryândan meyi gibi

Düğünden sonraydı onun idâmı
Kimse tanımazdı bu garib adamı

Ölse, kimse olmaz nâşında kesin
O, umrunda değildir hiç kimsenin

Güldehân unutmuştu o gülünü
Aklına hiç gelmedi düğün günü

Günlerce su vermediler güle
Âteş-i aşkla yanıp döndü küle

Zâten solgundu elem-i firâktan
Yaprakları farksızdı fem-i çâktan

Veda zamanı geldi Güldehân’ın
Yolunu tutmadan o Hindistân’ın

Babasıyla hüzünle vedalaştı
Gözyaşları yanaklarına taştı

Sessizce çekip euzu besmele
Bindi Filin sırtındaki mahmele

*

Güzergâhları güzel Pakistân’dı
Eşkiya Zervân orda bir destândı

Konaklayınca düğün kâfilesi
Kuşatıldı gelinin mahmelesi

Kırk adamla geldi zâlim Zervân
Birden oldu her yer kan-ı revân

Pek fazla direnemedi Muğân
Zira o bencil bir civân-ı cebân

Zervân zorla kaçırdı Güldehân’ı
Karakurum’a, istemese de cânı

Karakurum Kartalların mekânı
Bağrında sakladı hep Zervân’ı

Burada yaşıyordu o şahmerân
Başı güzel bir kadın, altı yılan

Herkes duymuştu âlemde adını
Fakat gören olmamış bu kadını

Onda mahfiymiş bütün sırr-ı âlem
Başında meknûnmuş bütün gizem


[PADİŞAHIN OLAYI DUYMASI]

Padişâh duymuştu kara hâberi
Düzenlemek istedi savaş seferi

Fakat o, yaşlı bir pir-i fânîdir
Ölümü de çok yakın ve ânîdir

Zervân’sa eli kanlı bir cânîdir
Pek kudretli olduğuna kânîdir

Pâdişâh çıkamazdı bu sefere
Muhtâçtı birkaç dilâver nefere

Fedâkar nefer arandı ülkede
Öyleki çalındı bâb-ı meykede

Dolaşıldı tekke ve medreseler
Sunulsa da altın dolu keseler

Kabul etmedi ne âlim ne zâhid
Hepsinin derdi cânı âlem şâhid

İlim, aşk kadar olamaz dilâver
Âşık, âkîlden ziyâde cengâver

Nefsini öldürememiş bir zâhid
Görünce titrer içi boş bir lâhid

Pâdişâh dolaştı birgün zindânı
Elinde möhürlenmiş af fermânı

Kim kurtarırsa o zîb-i cihânı
Bağışlanacaktı cânıyla kânı

Pîşkadem eden olmadı bîpervâ
Zîrâ cân bu cihânda daha helva

Cesurca öne atıldı Ruzbihân
Böyle bir civânı görmedi cihân

Cânân için cânı verirdi rehîn
Cihânda olsa da şerefi mehîn

Aşk-ı cânândan kabul etti ânı
Derd-i cân değildi onun cânı

Yanına kırk asker verdi pâdişâh
Güldehân kurtulacaktı inşallah

Girmeden hepsi şehr-i Kirmân’a
Ruzbihân’a rast geldi pîr-i dânâ

Mihmân oldular zâtın hânesine
Vuruldular zât-ı şahânesine

Dânâyı unutamazlardı hergiz
Zirâ bütün etvârı esrârengiz

Yemek ikrâm etti onlara her şam
Lakin hîçbir şey yemedi bu adam

Yeşillendi geçtiği kuru yerler
Ve daima yeşil bir hırka giyer

Sohbet ettiler leyâl-i yeldâda
Niçin geldiklerini bu bilâda

Anlattı Ruzbihân pîr-i dânâya
Derdim visâldir cânân-ı zîbâya

O cânân-ı esîr mihr u mâhımdır
Necât-i cânân yegâne râhımdır

Dil-i mecrûhuma devâ nigâhı
Şâfidir pinhân aşkıma âğâhı

Dünyâmı bir nigâhla etti berbâd
Nasıl yıktıysa etsin tekrar âbâd

Cânân Hülagû, ben şehr-i Bağdâd
Cinân-ı cân virân, ey pîr-i üstâd

Şâh-ı gül-i tâze şimdi münkesîr
Zervân’ın mağarasında bir esîr

Pîr-i dânâ aşkın râzına vâsıl
Ki kâinat amâ-i aşktan hâsıl

Felekler aşkından deverân eder
Aşk, âşıka cihânı cinân eder

Hüşyâr âşık zâtını nisyân eder
Nisyân-ı zât künhü beyân eder

Mübtelây-ı aşkı gâh tahtan eder
Misâl-i Hallâc gâh cândan eder

Muhabbettendir hilkât-ı Muhammed
Muhabbetle meşbu rûh-i mücessed

Hurdebîn-i aşkta habbe kubbedir
Aşktan, sûf âşık sûfiye cübbedir

Her tekke, câmi ona kâbedir
Mal ü menâli asayla hâbedir

Aşk iksiri her çirkîni zîbâ eder
Tezgâhında kozayı dibâ eder

Kuru çölü cennet-i tuba eder
Masum bir civânı dilrubâ eder

Bir nigâha bin cânı hebâ eder
Nefes-i yâre bâd-ı sabâdır der

Yâre âşık nigâhla merhâba der
Bir vehle guftegûya çaba eder

Mizâc-ı aşk misâl-i hindibâdır
Hicrânla visâl tezâdî devâdır

Eşk-i aşk gönül bağının şarâbı
Naçiz bedenim ayağının türâbı

Yarin zülüfü yüzüne nikâbtır
Ondaki bir ühü bana azâbtır

Pîr-i dânâ hayrândı Ruzbihân’a
Bir şey vermek istedi bu civâna

Eski sandıktan çıkardı bir kitâb
Bundadır hikmet ile fasl-ı hitâb

Bütün ulumu istiâb etmiştir
Çalab bunu intihâb etmiştir

Ona hediye verdi asâsını
Ve anlattı bu işin esâsını

Aç oku! bu kitabı deşt-i Lut’ta
Yermi sekizinci sure, unutma!

Yetmiş altıncı ayetten başlayın
Ta yetmiş dokuza kadar arayın

Susadığınızda o bayâbânda
İlk Sûreyi okuyunuz o ânda

Altmışıncı âyetinde de durun
O emre göre bu asayı vurun

Vardığınızda o nehr-i İndus’a
Aklınıza gelsin Hazreti Musa

Yirmi altıncı Sureyi ikrâ edin
Altmış üçüncü âyeti icrâ edin

Kûh-i karakurumda bir gâr vardır
İçinde mahfi büyük bir mâr vardır

Yüzü, ziyâde zibâ bir nisâdır
Didâr-ı mâr bakana sihrâsâdır

Nazar-ı nîsa tîğ-i şehvet cânâ
Günâh-ı besâ câna esvet râna

O kalbini tevbeyle pâk eyle
Kibirlenme! kendini hâk eyle

Ki bâki yâri istihkâk edesin
Ol Cenet ehline ilhâk edesin

Cemâl bir surettir, ara cevheri
Güzellik dediğin süslü bir deri

Gerçek güzel sanma fâni dilberi


Ruzbihân ulaştı Karakurum’a
Bata bata kâh çamura kâh kuma

Zervân’ın ini dağın zirvesinde
Ruzbihan’sa öldürmek hevesinde

Günlerce tırmandı o yüce dağı
Çoğu zaman dondu eli ayağı

Bir gece buldu sonunda Zervân’ı
Tam da uykusunun en derin ânı

Boğazına dayadı hançerini
Söylettirdi Güldehân’ın yerini

Güldehân’ı buldu elleri bağlı
Üstü başı kirli, saçları dağlı

Ruzbihân’ı görünce çok şaşırdı
Çünkü Muğân’ı gelecek sanırdı

Muğân’ın tâcını istedi Zervân
Güldehân’a karşılık Hindistân

Muğân’sa vazgeçemedi tâcından
Ruzbihân vazgeçerken cânından

Aşkın tâcını etmişti sertâcı
Cândan cûda cânın mirâcı

Aşk ateşi yakar tâcı ve tahtı
Ateşte küle dönmek âlî câhtı

Ethem gibiler bırakır tâcını
Ve atar belindeki kılıcını

Terk-i cân, terk-i cihân ve terk-i ben
Terk-i hân, terk-i zîşân ve terk-i ten

Etmişti Güldehân için Ruzbihân
Ki aşkın nüvesi cânında pinhân

Tam çıkarlarken o mağaradan
Karşılarına çıktı zâlim Zervân

Ruzbihân’a saldırdı zâlim birden
Ruzbihân da bir kılıç aldı yerden

Mağrada yankılandı kılıç sesi
Güldehân seyretti tutup nefesi

Ruzbihân öldürdü zâlim Zervân’ı
Güldehân görünce kan-ı revânı

Bir taşın üstüne düşüp bayıldı
Ruzbihân’ın kollarında ayıldı

Kırık kalbine aşk cemresi düştü
Mâh yüzüne surur hâresi düştü

Gözlerindeyse fevc fevc menevişler
Yanaklarında mor mor menekşeler

Ruzbihân her dâim âşık-ı zârdır
Kalbi de Güldehân’a gül-i zârdır

Görseydi ondaki aşk ateşini
Bırakırdı mecûsî perestişini

Dönerdi aşk ateşi etrâfında
Nokta olurdu aşkın kâfında

Beraber döndüler Câbilka’ya
Eski huzur dönmüştü saraya

Yaşlı babası ağladı sevinçten
Ruzbihân’ı bağrına bastı içten

Ey oğlum, yektâ vârisim Ruzbihân!
Artık sana emanet kızım Güldehân

Ben bir pîr-i fâniyim, vakit yakın
Gönlünüzde aşk ateşleri yakın

Yanaklarınız kızarsın hârından
Uzak olun! hâfî nefis mârından

Gönül cinânında cevelân edin
Gönül nirânında zevebân edin

Oğul! artık senindir taht u tacım
Belinde olsun yadigâr kılıcım


......hala bitmedi....yaklaşık 400 beyittir. İleride üzerinde daha geniş çalışılacaktır...

Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiiri Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (4)

5.0

100% (4)

Ruzbihân ile güldehân Şiirine Yorum Yap
Okuduğunuz Ruzbihân ile güldehân şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
RUZBİHÂN İLE GÜLDEHÂN şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
batu_41
batu_41, @batu-41
1.7.2011 14:12:50
5 puan verdi
MAŞALLAH SÜPHANE ALLAH bu ne kardeşim böyle.Bir kalemde kısa bir şiir yazmışsın,manas destanı mubarek.Alleh kalemine yüreğine emeğine nazar ettirmesin.Şiiri okumadım sadece baktım ama okuyacağım şimdi önce işimi bitireyim..
yok,sul
yok,sul, @yok-sul
1.7.2011 11:53:21
5 puan verdi
dostum okuyamadım ne yalan sölicem
ama senden çıkmişsa güzeldir saygımla



valla sende yoruma cevap yazcam diye bi otuz kat aşşa inecen

yorumdan sonra tekrar otuz kat yukarı genç seniz sorun yok değerli dostum misafirlere asansör yaptırmalısınız,,efendim affınıza sığınarak size şaka yaptım hatam varsa affola hoşcakıalın



.

yok,sul tarafından 7/1/2011 11:56:26 AM zamanında düzenlenmiştir.
Yeganem
Yeganem, @yeganem
1.7.2011 11:49:38
Çok emek verilerek yazılmaış anlamlı bir eserdi inşaallah bitirirsiniz kardeşim kutlarım selam ve dua ile..
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL