26
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
2764
Okunma


Soğuk bir kış günü serpiliyordu
üşüyen tenime yağan karın büyüsü.
Cama vuran her tanecik
düştüğü yerden hafifçe eriyip kayıyordu.
Senden yüklendiğim ağırlığımdı buhar olan
ben seyrediyordum
çaresizce elimden kayıp giden günleri.
Suyla ateşin dansına tanıklık etmişti kulaklarımız
hep uzakları sevmiştik.
Gölün durgunluğuna inanarak
dalıp gitmişti gözlerimiz.
Hoyrat rüzgârlara karşı koşarken
yırtık uçurtmalar gibi savrulmuştuk.
Şafağın sökmesini beklerken sabahları
her aşk özlemi kadar yaşardı işte.
Ruhumun sokaklarında yalın ayak koşan
çocuksu saf yanım
suskun bir ağıt tutturuyordu
yalancı şehirlere.
-Sen kim bilir hangi kalenin fethini planlıyordun
sakin suretlerin utanmaz kırmızılığıyla
içindeki aşısız hayvanı besleyerek
pusuya yatıyordun sessizliklerinde-
Sus diyordun
sus ve unut hiçliği...
Bense neden... diye bağırıyordum
içimdeki yaralı sığırcığın dilinden.
Sus sürüyordu yüzüme rüzgâr.
Beyaz bir gelin çiçeği solarken yüreğimde
acı acıyla gizliyordu karanlığın ıslığını.
Zaman dağları uzaklaştırıyordu birbirinden
sen uzaklaşıyordun
ben uzaklaşıyordum
gittikçe küçülüyordu gölgen.
Yoruluyorduk,
yorgun bir kumsalın döşünde
bata çıka,
vurgun yemişliğin acısıyla
dalgaların asiliğinde sırılsıklam
kendimize yürüyorduk...
mart _ 2009
5.0
96% (26)
4.0
4% (1)