Adsız Uzlet Başlıksız Ülfet
Mürekkep karası gecede Yıldızların aşağıya baktığı ferah yerde Yürek oynadı, koptu yerinden Gece sesleri geldi derinden Acıdan doğan insan nişanı göbeğinde Vehmettiği mahsun hatırlayıştan fırladı Sanki az evvel geçtiği yolu seyrediyordu Kimi ölgün dedi, kimi bunadı Uzlet çöllerinde yolunu şaşırmış ruh Kim bulmuş ki yerini, kim bakır çalığı bir toprak içinde Kim koklamış kır çiçeklerini Aklım âcizdi duyguma göre Bir yanım hep yabani, yalnızlığına düşkün Yalnızlık düşkünü beklerken bir çift ses düşmedi hisseme Süzülüp geçerken özüm gecenin pusulu mavisinden Uzaklaşır en halis duygular atlayıp rüzgârın terkisine Baktım karanlığın penceresinden Göğün durağı yok Ömrün rüzgârı dirimi dört yöne bölerken nasıl dağılmıştım Özünü bir yerde bırakıp sadece kalıbımı gezdirmişim Ruh nikâh kıymış gafletle, dirim bir ihanettir ölüme sitemim yalnızca bencilliğime Yalana çıkmadı yıldız falı Kafam bulutlu Gözlerim sağanak yağışlı Canıma kırağı çaldı Kalbimde güneş batmak üzere Esecek rüzgârım dahi kalmadı bende Alıp başımı gideceğim Duyulmadığım yere Dudaklarımda “sus” mührü Ağzımda seçtiğim her kelime Ürkek kanat çırpar düşünen dilimde Doğuştan sitem orucundayım Bakmayın benim bu kadar hüzünden dem vurduğuma Ben ağlarken gülerim vefası eksik yüzlere Kuşkun olmasın! İnsan kullanmam hâşâ Sırrı soruldu eskilerimin Eskisi olmayanın yenisi olmaz Kapıya koyacağım eskim yok! Rivayete göre hataya cüret verdim Şöyle bir ruhen silkelenmeyi Tokat yemişe dönmeyi istiyorum İnan Hayat ders verirken sorusu şuydu Dünya vefalı olsaydı sıra ne zaman gelirdi sana? İşte o zaman diyorum ki? Ah edip vahlanma! Bir fincan huzur yeter sana Bağrım ki bir uzak hayale ağlar Zâlim arzuların çarkına gerilmiş hayat Yüreğindeki aç Ne denmelidir bilemiyorum Öğreniyorum sınıfta kala kala Âmin denmeyecek duayı Utanıyorum yukarı bakıpta göremediğimden Üzerinde bu kadar kusur varken Gün güneşi doğurdu bahar patlar tomurcukta Mayıs gül cümbüşü içinde Nefti bir hali gibi serildi gökyüzünün altına Kaç güneş geçti üstünden Mayıs? Yeni doğmuş bebek gibi güneş kokuyor mayısın ensesi Tesadüf değildi Ben çarptım kapısına girdim içeri Pul pul döküldü incecik tenim Günün tepesinde güneş ayaklarını sallarken Daha papatyalar kalkmamıştı çimenden Onun gölgesi uzunluğunca dikilmiş bir çadır gibi Açılmış söğüt ağacı Bigâne düşmüşüm Budak eleştirdi, gölge kınadı Kendimi düşünür buldum Kaç cuma kaldı ömrümde Bir kaç satır kaldı bitecek kitap Dedim, ya tabiat! Sen Âmin de bu hatim duasına Asarım kendimi ben her satırına Dizginsiz dilin karşısında Toprağının içinde bedenlendi dallarında çatladı tomurcukları Kaldırdı başını katmer katmer karanfil Neyzeni bir bakışla savuşurdu Gafa sordu? Aklı kendine kat Yerin bulsun diye hak Ömür okunduktan sonra kenara konulan bir kitap değil Tabiat kadar insaflı olmaya bilir zaman Suspus oldum Ey en akıllı! Güneşin patlattığı tomurcuk Nedir; dedim bu yaşamak? Marifet iltifata tabidir dedi Önemli olan insan olmanın tüm sözel sorumluluklarını alabilmektir Son sözler! Leke olur kalır, tenimde Gönül tezgâhını topluyorum artık! Değerlerin boykotundayım Hep kalpten mi yenir duygular Velhasıl iflasın eşiğindeyim! Afedersiniz kapı çalıyor! Var mı beni içinizde tanıyan? KAYIP YALDIZ
|
eyvallah
listeme kesinlikle almalıyım sizi