... ah güzel Dolapdere
sokaklarında oynarken
hiç dönmek istemezdim eve...




... adı "fırın sokağı"ydı
hemen girişinde sağda kilise
karşısında rum okulu vardı
fırınımız yokuşun en başında
Mecit amcanın kahvehanesi
sokağa girdiğimizde tepede karşımızdaydı
rum müziği dinlerdim bu kahvehaneden
derin bir hüzne dalardım
adını koyamadığım çocuk aklımla ta ötelerden...




... kapıya geldiğimizde
misler gibi francala kokusu sabahın seher vaktinde
sandöviçler pasaların içinde
vira iner hamurhaneden
peçkonun önünde kürekçi
bedeninin bir parçası gibi
bir sokar bir çıkarır hiç dinlenmeden
güç alıyordu sanki
eline yapışmış küreğinden
fırından çıkardıkça sandöviçleri
çırakların elinden sayılarak sepetlere dizilirlerdi
terler su gibi akardı işin hararetinden
etkilenmezdi asla taşfırının bu yüksek ateşinden...




... az ilerde
fırının arka bahçesine açılan sofa da
şam tatlısı ustası zübeyir amca
uzun parmaklarıyla
bastırarak irmiğin köşelerine
fıstıkları dizerdi nazikçe
altın sarısı şam tatlısı hamurunun üstüne...




... fırının arka bahçesinde
incir ağacımız vardı
sanki bana çınardı...




... çıkmak için Nişan amcanın döküm atölyesine
tırmanırdım merdivenlerden gökyüzüne
bir gizem sarardı her yanımı
bakınca kalıplara dökülen ateşten suya
sanki bir mücevher dükkanıydı
döktükleri şey her neyse
kalıptan çıkarıldığında bir harikaydı...










CUMHURİYET BAYRAMIMIZIN SEKSENYEDİNCİ YILI KUTLU OLSUN
yirmidokuzekimikibinon ed istandul