0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
2601
Okunma

Ben diyârlar dolaşan bir seyyâhım
Nice aşklara şâhid ve âgâhım
Bir gece yolum düştü Câbilka’ya
Şöhreti yayılmış çoktan dünyaya
Bu şehirde bir padişâh yaşardı
Kızına şevkâtle dolup taşardı
Her gece onun saçını okşardı
Dudaklarından bûseler taşardı
Kızını çok seviyordu padişâh
Hatırını soruyordu her sabah
Cemâli bütün dillerde destândı
Kızıl saçları da bir gülistândı
Sarayın da hoş bir gülzârı vardı
Yeşim taşlarından duvarı vardı
Güllerle ilgilenen Ruzbihân’dı
Yetimâne büyümüş bir bağbândı
Bağbân, bahçedeki bir gülü budar
Kesilen budaklarından, gül kanar
Dibinde sararıp kurur yapraklar
Onlara bakıp bakıp gül de ağlar
Dün gazellerini topladı bağbân
Kaldırıp attı bahçe duvarından
Yemedi onları geçen gazeller
Çörüyüp türâb oldu o güzeller
Türâb âşıktı o güle yaprakken
Aşkı da dönmedi küle hâkken
Tek hayâli ona dönmekti bir gün
Filizlenmesiydi ondan bir sürgün
Bağbânın bir dostu vardı köşede
Çanak çömlek yapardı kârhânede
Yaptığı testiye türâbı bazen
Alırdı dostunun baçesinden
Duvarın yanından geçerken usta
Bulmuştu aradığını en sonunda
Dolduruldu türâb ince torbaya
Katlanmalıydı gülden cüdâya
Omuzladı torbayı mâhir usta
Türâb da sandı ki bir kâbusta
Getirip türâbı koydu destgâha
Çektikleri değerdi bir nigâha
Evvala, yoğurdu onu bir suyla
Su karıştı türâbın hoş bûsuyla
Çarkta döndü ellerin arasında
Mestlik vardı hazîn simâsında
Mütemâdi dönüp durdu destgâhta
Mevlâna’yı hatırladı dergâhta
Aşkın özünde mahfî bir dönmek var
Testiye, mecnûna yada ölmek var
Şekilden şekle girdi Âdem gibi
İki parmak arasında şem gibi
Bunca cefâ güle avdet içindi
Bazen bahtiyâr bazen de enîndi
Hayâl kurdu mecburâne dönerken
Mevlâna gibi mestâne dönerken
Usta, bir güldân yapınca o türâptan
Kurtuldum sandı, bir ân ızdırâptan
Fırını yaktı usta, ateş kızgın
Nâr konuştu: Budur işte yazgın!
Onu yavaşça soktu yanan fırına
Bir altı ekledi derecenin sıfırına
Yandı hemde ne yandı, ateş şâhit
Kül olduğunu sandı her müşâhit
Nemi buhâr oldu yanan fırında
Rengi al al oldu nârın hârında
Çıkardı onu fırından ustası
Bitmişti artık çektiği cefâsı
Götürüp astı testinin yanına
Yarın onu satmak için kârına
Testiyle arkadaş olmuştu güldân
Anlattı tek tek geçeni başından
Gülün güzelliğini anlattı her gün
Yoksa nasıl geçerdi ki bu sürgün
Ansızın kuvvetli bir rüzgâr esti
Nerdeyse yere düşecekti testi
Güldân dönmeseydi ona yüzünü
Toplardı usta yerden her cüzünü
Teşekkür etti testi tek dostuna
And içti bunu unutmayacağına
*
Birgün âşık olur sarayın bağbânı
Cânânı da pâdişâhın Güldehân’ı
Her sabah dolaşırdı gülzârını
Bir gülden alamadı nazârını
Onu gördü âşık bağbân camdan
Hemen makası alıp indi bâmdan
Güldehân’ına yaklaştı usulca
Elinde tutarten bir sarı gonca
Kesmek istedi beğendiği gülü
Güldehân hâyır dedi çekip tülü
O gül, güldânın vurulduğu güldü
Dünyada o çok üzüldü; az güldü
Bir bülbül vardı o güle vâbeste
Öyle bir sesi vardı ki berceste
Bir saat öterdi tek bir nefeste
Sesi duyulurdu tâ Everest’e
Yaralı gönlü ağyârdan vâreste
Sadece güle ezelden dilbeste
Karşılıksız bir sevdaya giriftâr
Zira semâda hep mestâne uçar
Gözleri azâb-ı firâktan giryân
Ciğergâhı da ateş-i aşktan biryân
Öttü de gül anlamadı aşkını
Sevemedi bu şeydâ şaşkını
Sonbahar yaklaşır, yapraklar düşer
Bülbülün gözleri giryândan şişer
Çünkü o gül solmaktadır gülzârda
Dil-i bülbül yanmaktadır bir nârda
Güldehân üzüldü gülün hâline
Bir fikir geldi bağbânın bâline
Çömlekçiye gitti ertesi sabah
Daha parlıyordu gökteki mâh
Çömlekçi, yeni yaptığı güldânı
Verdi sevindirmek için bağbânı
Veda edip ayrıldı kârhâneden
Bir şeyler fısıldayıp bahâneden
Bahçedeki gülün yanına vardı
Onu toprağından söküp çıkardı
Gülü, köküyle o güldâna koydu
Bülbül bunu kanaryadan duydu
Türâb mesrûrdu gülüne vuslattan
Bitâb düşmüştü kadere şekvâdan
Gülün güldâna aşkı numâyandı
Aşktan dökülen eşki de ayândı
Yaprağındaki katreler gözyaşı
Konsaydı altına, delerdi taşı
Dönüp durdu havada felek gibi
Gözleri giryândan da çilek gibi
Bir ana kuş gibi çırpınıp durdu
Bir dala başını dayayıp oturdu
Âh-u figân etti aşktan gülzârda
Kanlar kustu kimi zaman neyzârda
Bağbân güldânını alıp yürüdü
Bülbülü hüzün ile gam bürüdü
Sarayın kapısına vardı bağbân
Bülbül son kez baktı güle uzaktan
Sarayın kapısına kadar uçtu
Zira saraya girmek bir suçtu
Geri dönüp kuru bir dala kondu
Bu hazîn hicrân ona çok dokundu
Güldehân’ı arayıp buldu bağbân
Yüzünde de kırmızı bir helecân
Bu gülü sana getirdim Güldehân!
Gönlümde de elîm bir aşk pinhân
Duysun istemem sevdamı cihân
Aşkından şu gönlüm bin perişân
Güldehân susar, âdeta lâl olur
Gönlü kâh bahtiyâr kâh melâl olur
Bağbân melul melul baktı didâra
Baktıkça büyüdü gönüldeki yara
Güldehân umut vermedi bağbâna
Hayıra remizdi gözlerindeki mana
Bağbân izin alıp çıktı saraydan
Ona nasib yoktu aşktaki paydan
Güldehân odaya koydu güldânı
Gülle geçiyordu bütün zamânı
Arkadaşı olmuştu yalnızlıkta
Onunla konuşurdu karanlıkta
Sıcak hücrede gül tekrar canlandı
Solgun yüzü misâl-i nar kanlandı
Bir gül sermedî muhtaçtır suya
Ona vâsılı için su da bir sebûya
Soner Çağatay Wuppertal
Kelimeler:
Câbilka: Uzak Dogu’da bulunan, bir tane kapısı olan efsanevi Şehir. tasavvufta, insanın Allah’a yonelişinin ilk durağını ifade eder.
Gülistân: Gül bahçesi
Gülzâr: Gülbahçesi
Bağbân: Bahçıvan
Gazel:Geyik
Türâb: Toprak
Hâk: Toprak
Kârhâne: Eskiden çanak ve çömlek yapılan yerin adı
Cüdâ: Ayrılık
Destgâh:Makine, alet
Nigâh: Bakış
Bû: Koku
Mecnûn: Deli
Şem:Mum
Avdet: Dönüş
Güldân: Vazo
Müşâhit: Gören
Bağbân: Bahçıvan
Güldehân: Padişahın kızı (Manası gül dudaklı)
Bâm: Dam
Vâbeste: Bağlı
Berceste: Mümtaz, seçkin
Vâreste: Bağımsız, kurtulmuş
Dilbeste: Âşık, tutkun
Giriftâr: Tutulmuş, yakalanmış, tutkun, bağlı
Giryân: Ağlayan
Ciğergâh: Ciğerin bulunduğu yer
Biryân: Kebap olmuş, kızarmış
Şeydâ: Aşık, perişan, deli
Bâl: Akıl
Eşk: Gözyaşı
Numâyan: Açık, görünen
Neyzâr: Sazlık
Didâr: Göz
Sebû: Testi
Bû: Koku
Şikâr: Av
Dilbahte: Gönlü yanmış
Bînevâ: Zavallı, hiçbir şeyi olmayan
Âşıyânsız: Yuvasız
Testi için gerekli sıcaklık derecesi 60’ dır
Bîpervâ: Cesur
5.0
100% (1)