23
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2841
Okunma

dün gece yine
yeniden okudum yazdıklarını
hecelerin tamamladığı kelimeleri
yüreğinin kelimeleri sürüklediği dizeleri
kaleminin nerede durup
nerede alıp başını gittiğini
yüreğinin nerede durup
nerede deli taylar gibi rüzgar olup estiğini
ezberledim bir tanem ezberledim
ve anladım ki ben
hep sendeymişim ezelden beri
hece hece yaşamışız biz bu sevdayı
mısra mısra düşmüşüz bu yangınlara
Leylâ’nın Mecnûn’u,
Mecnûn’un Leylâ’sı olmuşuz da
yanıp kavrulmuşuz serapsız vahasız çöllerde
elimizde kuru hurma yaprakları
saçlarımızda solgun nar çiçekleri
ondanmış hasreti vuslat bildiğimiz
ondanmış bin tövbe edip
bin tövbe bozarak sevda kapısından geçtiğimiz,
tutuşturduğumuz ondanmış mesafeleri
hasret denilen şey nedir ki
bir daha yüzünü görmeyecek
sesini duymayacak olmanın eziyeti mi
ben çoktan geçtim o işkenceleri
eğer düşümde görmüyor adını anmıyorsam
aramıyor sormuyorsam
sildiysem yolundan izlerimi
ne unuttuğumdan
ne unuttuğundan değil sevgili
öylesine kaplamışız ki dört yönü
dört mevsimi, günleri geceleri
farketmiyor artık gözgöze olmanın şenliği
biz çoktan aşmışız bu zâhiri hâli
şimdi
bir fânus gibi örttüm üstüme zamanın sislerini
yüreğimde şifalı bir el gezinmişcesine dindi sancılarım
sabır çiçekleri büyüttüğüm
gizli bir bahçe var şimdi şiirlerimde
içimde
o çok sevmenin
ve sevildiğimi bilmenin sükûneti
kıyameti bekleyen bir ölü gibi
sevdana yattım
ölmeye yatmak gibi...
CEYDA GÖRK 22 Aralık 2006 sa: 4.58