1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1038
Okunma
KIYIMIN KIYISINDA
Bir burjuvanın penceresinden sızan ışık
Mavi gecenin bağrında ve ben kör uykumda
Yalpalanan bir takanın kıyıya vuran hışıltısı
Kıyımdan kurtulan devrimcileri taşıyor
Yüreğimin ötesinde sakladığım bir kurşun
Yeri geldiğinde göğsüme saplanacak
Kırmızı ucu nedeniyle belki de,
Kan akmayacak, ama!...
Karşı sahilin kıyısında çattığımız mavzerler
Hayın bir çingenenin hurda niyetine sattığı
Ve iyi de para kazandığı çelikler
Ve benim, kıyımın kıyısında devrilen onurum!...
Hilafsız bir gerçektir ensemi ütüleyen
Yüreğim elimde ve almış başını gidiyor
Dur, durak bilmeyen hayın kıyım
Ucunu bucağını bilmeden yaşarım, memleketimin kara duldasında...
Siyahlar içinde ektiğimle, yalnız, kırmızılar biçerken
Ve devrimcilerin yürekleri, çıplak, kanlı kıyımların ortalık yerindeyken
Güneş, çattığımız mavzerlerin peşindeyken
En iyisi bir taka, bir devrim ve kıyımın kıyısında yaşamaya çalışan, bir avuç dünyamın insanı...
07.06.04 M.Gökçek
NAZIM’IN DÜŞÜ
Bir vapur geçer Varna önünden
Ve ustam bakar, bakar gözleri nemli
Moskova’da otururken bir balıkçı kahvesinde
Özgürdür, çay ve simitle doyursa da midesini
Sarışın, uzun boylu, mavi gözlü bir kız geçer
Bahşişini de bıraktığı kahveden, kaçar gibi kalkar
Yaklaşır bu güzel kıza yüreğini elinde tutarak
Vera’yı memleketine götürmek ister, onmaz yaralarını sıralayarak...
Varna’da, şimdi kendisi bir vapurdadır
Mavi gözlü ustam hasretlik çeker
Gök kubbe açılır ve nihayete erer hasretlik
Kamarasına döner, yatağına uzanır ve yatağına düşen yıldızlarla seyreyler alemi...
Şimdi İstanbul’da olmak vardı ya...
Üzülme ustam, sen gök kubbeden seyret
Bizde dilimiz döndüğünce, İstanbul’u anlatalım
Ve senin yaşadığın bu düşü, inan olsun bizde yaşıyalım...
08.06.04 M.Gökçek
(Bu şiir, değerli ustamızın 41. Ölüm yıldönümü nedeniyle, anısına ithaftır.)
ILGIT ILGIT BİR YÜRÜYÜŞ
Uzun bir maratona başlamıştım, elimi tuttuğun an
Yolda yürürken yapayalnız, yalpalayarak
Nice düşler kurdum senli, sensiz
Yürüdüm delice ve seni kucaklamak için
Yağan yağmurda şemsiye oldun
Bir tür sevi sağanağında patırtılı bir kadındın
Yarınların seni yanlış tanıdı ama, masum bir selamla
Günlerinin dolu dolu finaline kucak açtın
O günler, ardı arkasına ve çok çabuk geçti
O günler, bir çabuk ve çok hızlı geçti
Yalpaladığımda elimden tuttun, ürkek
Hatıralarını sakladığın, sandık odasında
Neden büyüdüm ve neden bıraktım elini
Mahcubiyet yaşatmayan bir tür tarihsel yanılgı
Yalın bir dil bu sıcakta, buruk, nemlenen gözlerin
Sana, dolu bir aşk sundum ama sen beni terk ettin, anne...
11.06.04 M.Gökçek
GLOBALLEŞEN ÜLKEM!...
Engereğin gözündeki kan, yüreğimi sızlatır
Oysa nice insan bir yılan kadar olamadı
Duyguları kesip atmak ve bilinçsizce yaşamak
Çok güzel bir tabloya bakıp, resmin anlattığı ifadeden kaçmak
Galerileri dolaşan, yüreğim eziliyor, kanıyor
Oralara doluşan cüceleri gördükçe
Şerefe diye kaldırılan şarap kadehleri
Bir başka cücenin koltuğuna sığınmakla devam ediyor
Ve ben, burjuvanın gözünü seveyim!
Aldı, götürdü ve birkaç zibidinin
Onmaz yaralarla, onmaz dertlerle, onmaz umarsızlıklarla
Onduğu bir kucağa oturttu...
15.06.04 M. Gökçek
DÜŞ YORGUNU
Tut ki bir dağda ve dağın tepesinde
Bir balkonda oturmuşum
Karşı kıyıyı seyrederken
Aklıma gelen bir dostum yüzünden
Az kalsın aşağıya atlayacaktım
Belki de düşümde atladım
Ve geçtim karşı kıyıya
Onu yanağından öpmek için
23.06.04 M. Gökçek
İŞ VE İŞÇİ ELELE
Gözünün üstünde kaşın, kaşın babam kaşın
Bu illet Tanrının bir takdiri galiba
Urbalarını değil, kendini kaynatsan da nafile
Anadolulu anamın yufkasından değil ama,
Hem ziyaret, hem ticaret
Biraz düşün ve bir yerlere taşın
Ama inan ol ki yürekli yoldaş
Proletaryanın gücü, ezilmişliğini anlatır...
30.06.04 M.Gökçek
BİR ROMANDAN SONRA
Yüreğimin ucunda kurşun izleri
Onmaz yaralarla kaplı, duldasız
Dağlarımın eteğinde papatya sürüsü
Analarımın, sütten yoksun köylerinde süt tozu
Ve bir hiç uğruna ölen
Yitmişliğin, umarsızlığın, acımasızlığın
Namludan çıkan kör kurşunların
Memedimin yüreğine saplanmasına...
Ve zindanlarda yatan nice,
Bahtsız, eli silah tutan değil
Eli kalem tutan ekinli adamların
Kalanları bile, erkan-ı harp malulleri...
01.07.04 M.Gökçek
MEMLEKETİM, AH...MEMLEKETİM!...
Gözümün yağıydın, çapağı oldun
Bana değil ama,
Ocaksız, dumanı tütmeyen köylerime koşaydın
Ve çıkınımda bir parça tayın, zulamda peynir olaydın
Bulmasam da olur ama,
Tencerelerinde taş kaynatan
Ana sütüne helâl diye yüklenen
Nice bebelerin solmuş tenini acıtan
Fırtına öncesinde hakim, sessizlik
Ölü bir afet gibi dirilmişliğin boranı
Bir dolu rüzgâr ve kıtlık, kıran
Yıl 2004, köy yolundaki aracımızın çamurlukları hâlâ çamurlu!...
04.07.04 M.Gökçek
YAŞAMAK
Çarmıha gerilmiş İsa’yım oturduğum balkonumda
Musa’yım önümdeki denizi aşıp, karşı kıyıya vardığımda
Muhammet’im, can yoldaşlarımı sardığımda
Ve mabedimde Tanrıyım, sana güldüğümde
Yaşamak, sancı gibi asılı koynumda
Yaşamak, bir başka alemden bu yanlara gelmiş gibi
Yaşamak, türkü gibi, zılgıt gibi
Ama, yaşamak, inan angut gibi değil...
06.07.04 M.Gökçek
SADAKA
Karşımda bir kız, iki dirhem bir çekirdek
Ya da bir dirhem, iki çekirdek
Manzaraya kusur dolu sözcük arıyorum
Ama bulamıyorum, manzara enfes
Dayamışım sırtımı acun dağlarına
İçinde bulunduğum kampı seyrediyorum
Aslında bu kampları pek severim
Emekçi insanları görmenin bir yolu
Kapitalist jurnallığı ile kaz tüyü koltuklarda
Beş yıldızı takarken ağalar
Aylarca çalışıp, böyük dövletinden
Onbeş, yirmi günlük bir nafakayla
Ancak tatil yapan emekçiyi
Burada bulmak güzel, güzelde...
Böyük dövletimi nerede bulmalı?...