4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2881
Okunma

Sana bir sır vereceğim, dostum
Dinle ey yiğit Gılgameş! dedi Utnapiştim
Tanrıların bilinmeyen bir yanını anlatacağım’ı söylemiştim
Benim adım Utnapiştim,hamdım; yandım,aşk ateşiyle piştim
Biliyormusun Fırat’ın kıyıcığına kurulmuş o Şurrupak kentini
Diye sorar, yiğit Kral Gılgameş’e inandırır kendini
Zamanla eskidi gitti o kent,Tanrılarıda kocadı günden güne
Kentte gök kubbenin sahibi ve ataları anu idi yine
Akıl hocaları savaşcı kahraman Enlil
Yardımcıları kurnaz ve bilgin Ninurta yı bil
Su kanallarının gözcüsü Ennugi de vardı
Ea’ da onlarla bir ve her an beraberdi
O günlerde insanlar arttıkça arttılar
Çoğaldılar yurtlarına sığmaz oldular
Yeryüzü insanlarla dolup taştı
Neredeyse ayak basacak yer kalmamıştı
Zenginleştikçe azdılar,azdıkça şımardılar
Gökyüzüne başını kaldırıp Tanrılarla düello bile istediler
Kimi cahillerse kemik bir boru alıp böğürerek seslendiler
Enlil derhal duydu bunu ve çok öfkelendi
Derhal tüm Tanrılar acilen toplantıya çağrıldı
-İnsanoğlunun yeryüzünde yarattığı kargaşa çekilmez boyuta geldi
Gürültülerinden ne uyuyabiliyoruz ne rahatça dinlenebiliyoruz dedi
Evrenin tüm tanrıları insanoğlunu cezalandırmak konusunda hemfikirdi
Sadece Ea muhalif kalmış,insanoğluna kıymayalım süre verelim demişti
Bir kerecik uyaralım dediyse de hiçbir Tanrı onu dinlemedi
Kararı uygulamak Tanrı Enlile bırakılmıştı
Yeryüzünün,rüzgarın ve havanın Tanrısı Enlil artık yetki almıştı
Yeryüzünde taş taş üstünde bırakmayacak,insanlık yok edilecekti
Oysa tatlı suların ve bilgeliğin,sanatın koruyucusu
Müşfik ve merhametli altın kalpli Tanrısı Ea idi en uslusu
Verdiği sözde durarak beni bundan haberdar etti
Yeryüzünde taş taş üstünde kalmayacak tufan kopacak dedi
- ’Kulak ver ey Şurrupaklı, ey Ubaratutu’nun oğlu!
Evini yık, malını bırak, kendine bir gemi yap, ey ulu
Yeryüzünün nimetlerini bir yana atıp canını kurtarmaya bak hemen!
Dediklerimi uygula; evini yık, kendine bir gemi yap.! durup dinlenmeden
Bittikten sonra gemiye bütün canlı yaratıkların tohumu yanında bulunsun
- ’Peki, kent halkına, yaşlılara ne diyeceğim? ’ dedi Utnapiştim
Ea, bana şöyle dedi o zaman:can kulağıyla dinlemiştim
- ’Onlara şunu bildir; Enlil’in bana kızdığını öğrendim.
Bu yüzden artık ne onun ülkesinde,
Ne de onun kentinde,sokaklarında
Dolaşacak yüzüm kalmadı benim
Efendim Ea benim biricik rehberim
Hayatımı devam ettirmek üzere körfeze gideceğim.
Ama size sınırsız bir bolluk, ender bulunur balıklar,
Ürkek av kuşları ve bereketli topraklar
Akşamüstü fırtınanın ilki sizlere
Seller gibi buğday,yağmur gibi sebze getirecek, demiştim..’
Gılgameş’in yolu önüne duran yüce Utnapiştim,
Buyruğu alınca tan yeri ağarırken ev halkını acilen toplar
Zifti,çivileri çocuklar genç yaştaki yağız delikanlılar getirir
geriye kalan gerekli ne varsa hepsini erkekler temin eder
Beşinci günde geminin omurgasını oturtur güverteleri ayırır,
İçlerini tahılla doldurur yeterince erzak aldım götürdüm
Halka öküz ve her gün koyun kestirdim
Gemi ustalarına kana kana içmeleri için içecek sundum
Sanki güneş yeni burcuna girmiş gibi çılgınca eğlendik
Yedinci günde gemi bitirilmiş,ustalar ve işçilerde bitmişti,
Ben de bütün altınları ve canlılar dan birer çift sağlıklı olanları
Arabalarımı,eş dost ve yakınlarımı bana inananları
Yabani ve evcil hayvanlardan birer çift aldım
Ve tekneyi yürütecek ustaları zenatçıları buldum
Şamaş’ın bana ’Akşama fırtınanın birincisi varıp
Yıkıcı yağmuru yağdırdığında gemiye binip
Her yanı da sımsıkı kapat’ diye
Tembihlediği an gelip çatmıştı işte
Aniden karanlık bastırdı gökyüzü karardıkça karardı
Öfkelendikçe öfkelendi ateşten kırbaçlarını şaklatıyordu gök Tanrı
Gökyüzündeki tüm denizleri boşaltın diye emirler veriyordu meleklere
Hava zifiri karanlıktı,korkunçtu,insanlar çığlık çığlığa kaçıyordu her yere
Gemiye binip her yeri kapattım tufan öncesi hazırlıklar tamamdı
’Tan yeri ağarmaya başlarken ufuktan bir kara bulut ağdı.
Bu bulut, fırtınanın efendisi Adad’ın bulunduğu yerde gürledi.
Habercileri olan Şullat ile Haniş, dere tepe aşarak başı çektiler.
Daha sonra uçurumun tanrıları bir bir ortaya çıktılar.
Nergal, suları göğüsleyen engelleri yıktı.
Savaş tanrısı Ninurta, her şeyi yerle bir etti.
Cehennemin yedi yargıcı, yedi at üstünde segirtti
Anunnaki, meşalelerini kaldırıp ülkeyi yaktılar
Kurşun karası bir alev cehennemine çevirdiler
Fırtına tanrısı, günışığının yerine karanlığı koydu;
Ülkeyi bir çanak çömlek gibi kırıp döktü,
Umarsızlığın getirdiği bitkinlik gökkubbeye yükseldi.
Bütün gün bora azıttı fırtınada insanlar havada uçuyordu
Yol aldıkça kudurdu,
Halka düşmanmış gibi saldırdı,
Kardeş kardeşi,anne çocuğunu gözü göremedi. İ
İnsanlar saman çöpü gibi suların üstünde yüzüyordu
Tanrılar bile tufandan dehşete kapıldılar
Göğün yedi kat arşına,uçtular
Anu’nun gökkubbesine kaçtılar.
’Altı gün altı gece boyunca yeller esti; sağnak bir yağmur yağıyordu
Sel, bora ve su taşkınları yeryüzünü kasıp kavurdu.
Sel ve su taşkınları bir ordu olup saf kurdular
Kin ve öfkelerinden azgın boğalar gibi kudurdular.
Yedinci günde güneyden esen fırtına dinmeye yüz tuttu,
Deniz yatıştı, tufanın hızı kesildi.
Yeryüzüne göz attığımda her yanı sessizliğin kaplamış,
Bütün insanlar tanınmaz olmuş, yeryüzü çamura dönüşmüş
Denizin yüzü, bir damın üstü gibi dümdüz uzayıp gidiyordu.
Anbar kapağını açınca yüzüme bir ışık düştü.
Sonra oturup saatlerce ağladım,içim üşüdü
Çünkü sular dört bir yanı yıkmış harebeye çevirmişti.
’Sonra ondört fersah ötede bir dağ görünmüştü
Gemi cudi dağına çatırdayarak oturdu.
Dağda karaya oturan gemi yerinden kıpırdamadı.
Bir gün geçti hep o dağın tepesinde kaldı.
Beşinci ve altıncı günlerde de hiç kımıldamadı
Yedinci gün şafakla bir güvercin salıverdim,
Uçtu gitti neşeyle kanat çırparak dönünce yemini verdim
Ama konacak bir yer bulamayıp geri döndü.
Bir kırlangıç saldım ardından,sevinçle uçuverdi
O da eli boş geri döndü geldi.
Bir kuzgun saldım gidiverdi
Gitti, suların çekildiğini gördü;
Yiyecek içecek buldu kendine, geri gelmedi.
’Bunun üzerine, tuttum, her şeyi dört yana savurdum,
Cudi dağının tepesinde Tanrılara adak adadım.
Yedi kazan kurdum.
Üzerine odun, kamış, sedir ve mersin ağacı yığdım.,
Tanrılar kokuyu alınca toplaştılar.
Ama aralarına Enlil gelsin istemediler.
Çünkü hiç düşünmeden tufana yol açmıştı.
İnsanların ortadan kalkmasına neden olmuştu.’
Enlil geldi gemiyi gördü ve küplere bindi.
Olanca kızgınlığıyla tanrılar; korkuyla sindi
’- Şu ölümlülerin arasında canını kurtaran çıktı mı
Hiçbiri ölümden kurtulamayacaktı diye bağırır ulu orta
Bunun üzerine kuyuların ve kanalların tanrısı Nimurta:
’- Ea’yı araya katmadan hangi tanrı kendi iradesiyle bir iş yapabilir
Her şeyi bilen Ea da Enlil’e seslenir
Böyle düşüncesizce insanları uyarmadan bir tufanın
Oluşmasına nasıl yol açtığını sormuş,yanında olmuş insanın
Onu bütün tanrıların önünde suçlayıp utandırmış bir güzel.
’O zaman işte....’ diye sürdüren sözlerini Utnapiştim.
’Enlil, gemiye yöneldi,arkasından yetiştim
Karımı da, beni de elimizden tutarak gemiye soktu.
İkimizi de iki yanına diz çöktürdü.
Alnımıza dokunup şu sözleri söyleyerek kutsadı bizi:’
- Geçmiş günlerde, Utnapiştim bir ölümlü kişiydi.
Bundan böyle kendisi ve karısı,çocukları ebedi
Uzaklarda ırmakların ağzında yaşayacaklar...’ dedi
Gılgameşi halk çok severdi onun hakkında herkes şöyle demiş
Yeryüzünün yaşayan tüm ülkelerini tanıyan Kral Gılgameş,
Büyük bir bilgeydi, sırları görür,görünmeyeni ufuk ötesini görürdü
Gizli şeylerle tanışıktı,bir olay olmadan önce öngörürdü
Bize tufandan önceki günleri hikaye eden oydu.
Uzun bir yolculuğa çıktı.,yaşadığı hayata doydu
Çalışmaktan, didinmekten bezdi ve yorgun düştü
Ve geri dönünce tufan hikayesini bir taşın üzerine kazıdı.’
Ben Tanrı değilim dedi ama tufanı taşlar üzerine güzelce yazdı
Ölümsüz ruhlara karışacağım diye halkına seslendi
Gılgameş ve Utnapiştimin hikayesi de burada sona erdi
İnsanlık kimbilir nice tufanlar,küçük kıyametler gördü...
Nihat Gülle
Şair ve yazar
NOT:*Tufan hikayesinin bütünlüğü bozulmasın diye Tanrılar kelimesi kullanılmıştır.Allah birdir ve ondan gayri tanrı ilah yoktur...