1
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
43
Okunma
İşte aşk, böyle gelip gidenlerden ibarettir;
benim yüreğim ise dağ başında üşüyen bir ateş gibi
kendi közüne sarınıp sabrı bekler.
Kırık bir dal misali ömrüm,
her adımda biraz daha yıkılır toprağın omzuna;
ama toprak bilir hâlimi,
koynunda saklar sesimi,
gölgesini üzerime serer.
Ben ki suyla ateşin kavgasında büyümüşüm;
rüzgârın öfkesini,
yağmurun kinini tanımışım.
Yine de bir çocuk eli kadar temiz kalmak isterim
Aşk mı?
O, gece yarısı dağlara yaslanan bir türkü;
gelir, yüreği yoklar, geçer.
Ama bıraktığı iz, bıçak gibi değil,
anahtar gibi açar karanlığımı.
Ten örtüsünün altında sızılarım
gecenin en dipteki yarasıdır;
dokunsam kanar,
susarsam büyür.
ve bir geçmişin gelecek de ki acısıyım
Yakın yakının derdi ağırdır, bilirim;
insanın kendi içi,
kendi kuyusu kadar karanlık değildir hiçbir yer.
Uzaklaştıkça ararım kendimi;
bir türküde kaybolan nefes gibi,
bir dağ eteğinde unutulmuş iz gibi.
Aşkı sevsem…
kırk bin asrın kini çöreklenir üzerime.
Rüzgârın öfkesini,
toprağın diş gıcırtısını çağırır.
Tebelleş olurum kendi yaramın ardına
... kendime
Ben böyleyim işte:
gece bekleten bir ateş
tüter başımda
ama sönmez;
sönse bile közünü sahiplenen toprak kadar inatçıyım.
Bilir misin ey sevgisine kıt sevgili ?
Her karanlığın bir iç sesi vardır;
benimki yalnızlıktan değil,
kendine tutunmaya çalışan bir insanın
çırpınmasından çıkar. arşaaaa...
09-12-2025
İST
5.0
100% (2)