1
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
44
Okunma
Evlat acısı bir kalbin ömür boyu eksik atmasıdır…
Çünkü insan bir kez evladını toprağa verdi mi, kalbindeki ritim asla eskisi gibi tamamlanmaz.
Her gün yaşanır ama hiçbir gün tam olmaz;
her nefes alınır ama içe dolan hava hep buruk, hep eksiktir.
Dışarıdan bakanlar zamanla acının hafiflediğini sanar,
oysa bir annenin içindeki yara ne günle kapanır
ne de yıllarla kabuk tutar.
Sadece öğrenir acısını sessiz taşımayı,
çığlıklarını içinden atmayı,
gülüşlerinin altına derin bir sızı saklamayı.
Evlat acısı insanın ömrüne kazınmış bir sessizliktir.
Karanlık bir gecede aniden yoklanan bir sıcaklık,
yolda yürürken ansızın çöken bir boşluk,
bir ses, bir koku, bir anıyla yeniden sarsılan bir yürek…
Ve hayat, bu eksik atışlarla devam eder.
Ne unutarak,
ne kabullenerek…
Sadece taşıyarak.
Her güne aynı acıyla uyanırsın ama her gün başka yerin yanar.
Bir oyuncağı görürsün, içine saplanır;
bir çocuğun kahkahası çınlar, yüreğin titrer;
kimse bilmez, kimse görmez ama sen her adımda biraz daha eksilirsin.
İnsan evladının yokluğuna alışamaz,
sadece susturur kendini;
çünkü anlatmaya kalksa kelimeler yetmez,
dinleyen anlamaz,
anlayan ise zaten aynı ateşten geçmiştir.
Geceleri uykuya dalmadan önce bir süre gökyüzüne bakarsın;
belki o da sana bakıyordur diye…
Rüyaların bile acıyla karışır,
uyandığında yüzüne vuran soğuk gerçek
bir kez daha içini deler geçer.
Sonra gün başlar…
Herkes gibi yürürsün, konuşursun, işini yaparsın
ama içinde taşıdığın o sessiz mezarı
hiç kimse bilmez, hiç kimse duyamaz.
Evlat acısı insanı öldürmeyen ama diriltmeyen bir yaradır;
yaşıyorsundur ama yaşayamıyorsundur…
Kalbin hâlâ atar,
ama hep eksik, hep aksak, hep ağrıyarak.
Ve ne kadar zaman geçerse geçsin,
insan evladı yokken tamamlanmaz.
Bir masanın kenarında boş kalan yer,
bir fotoğrafta eksik duran yüz,
bir bayram sabahında duyulmayan ayak sesi
hep içini oyup durur.
Dışarıdan güçlü görünürsün belki,
ama geceleri yastığına başını koyduğunda
kalbinin ne kadar yorgun olduğunu
sadece sen bilirsin.
Kendi kendine fısıldarsın bazen,
“Keşke bir kez daha sarılsaydım,
keşke bir kez daha kokusunu içime çekseydim,”
dersin, ama biliyorsun…
Keşkeler bile artık bir duvar kadar soğuk.
Evlat acısı insanı sessiz bir gölgeye çevirir;
yaşıyorsundur ama içinden bir ses sürekli ağlar.
Kimseye söyleyemezsin o sesi,
çünkü anlatınca daha çok acır,
susunca daha derine iner.
Bir fotoğrafı eline aldığında
zamana meydan okuyan bir sevgi hissedersin,
öylesine saf, öylesine gerçek ki…
İşte o anda anlarsın:
Toprak sadece bir bedeni aldı,
ama senin yüreğinde yaşayan evladını
hiçbir güç silemez.
Bu dualı, yaralı, ağır yolculuk
ömür boyu sürecek bir yürüyüşe dönüşür.
Her adımın ardında hem bir eksiklik
hem de bir anne yüreğinin bitmeyen bekleyişi vardır.
Sonunda anlıyorsun…
Bu acının bir sonu yok, bir bitişi yok.
Yaşam dediğin şey, artık iki dünya arasında
sessizce taşıdığın bir özleme dönüşüyor.
Bir yanın hâlâ onun adını fısıldıyor,
diğer yanın toprağın altında kalan küçük bedenine
dualar gönderiyor.
Sen her nefeste hem yaşıyor
hem de biraz daha yanıyorsun.
Hiç kimse bilmiyor içindeki ağırlığın kaç ton olduğunu,
kimse duymuyor her gece içinden yükselen o sessiz çığlığı.
Bir tek sen taşıyorsun,
bir tek sen biliyorsun o yaranın yerini.
Evlat acısı, insanın kaderine kazınan
en karanlık, en derin yazıdır.
Sen artık bu yolla,
bu yarayla,
bu eksik kalple yürüyorsun.
Bil ki…
Kalbinde attığı her eksik atış,
onun sana bıraktığı sonsuz sevginin sesi.
Ve sen bu hayatı
o eksik sesle tamamlayacaksın.
5.0
100% (1)